*
Her eğitim sisteminin özünü ve temelini, öğretim izlencesi ya da öğretim programı da denen müfredat programı oluşturmaktadır (muhafazakar kesimlerin de okuması beklentisiyle bu yazıda müfredat programı deyişi kullanılacaktır). Müfredat programı, “1-Bir okulu bitirmek ya da bir alanda uzmanlaşmak için okunması gereken ders ve konuları kapsayan program. 2- Öğretilmesi istenilen ders ya da konuların amaçlar, yönergeler ve ders gereçleri ile birlikte sıralı olarak düzenlenmesi sonucu ortaya çıkan kılavuz. 3- Öğrencilere bir plana göre kazandırılması istenilen öğrenim yaşantılarının tümünü içine alan program” olarak tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla müfredat programı, öğretmenin ne öğreteceğinden, öğrencinin hangi bilişsel, duyuşsal ve devinimsel edinimleri, hangi sırada, ne düzeyde ve ne zaman kazanacağını, kazanılması beklenen bu edinimlerin ne kadarının kazanıldığının nasıl ve ne zaman ölçüleceğini belirleyen belgedir. İmam için Kuran-ı Kerim, papaz için İncil ve haham için Tevrat neyse, öğretmen için de müfredat programı odur.
Müfredat programı, öğrenciyi ya “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” kişi olarak özgür bir yurttaşa dönüştürecek ya da onu kul olacak/ümmetin bir parçası olacak şekilde yetiştirecek araçtır. Müfredat programı, “ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum yaratır ya da toplumu köleliğe, yoksulluğa tutsak eder.”
Müfredat programı ya doğaya, insan haklarına, emeğe ve insana saygılı çağdaş insan yetiştirir ya da, girişimci, rekabetçi, ırkçı, gerici insan yetiştirir. Müfredat programı, ya barışsever, yurtsever, inançlara saygılı ve güzel sanatlardan zevk alan kendisiyle barışık insan yetiştirir ya da kişiyi, insanlığına yabancılaştırıp dinci, kindar ve güzel sanatlara düşman … hale getirir. Müfredat programı, okuyan, düşünen, sorgulayan, eleştiren ve araştıran- gerçeği merak edip arayan insan da yetiştirir; okumaktan, düşünmekten, sorgulamaktan, eleştirmekten ve araştırmaktan korkup gerçeklerden kaçan insan da. Müfredat programı, kişiyi, ya her canlıya değer veren, genel kültürü olan olgun bir insana dönüştürür ya da tüm canlılara zarar vermekten hoşlanan, IŞİD benzeri davranışlara gönülden katılan, “insan” denemeyecek bir varlığa dönüştürür.
Bu nedenlerle müfredat programı geliştirmek, kişinin ve toplumun geleceğiyle ilgili çok ciddi bir iştir. Bu nedenlerle müfredat programı geliştirmek, bir siyasal yaklaşıma göre belirlenebilecek bir iş değildir; başta eğitim uzmanları olmak üzere ülkedeki farklı anlayışları, tarihsel geçmişi ve dünyanın bugünkü durumunu göz önüne alacak ve geleceği belirli ölçülerde de olsa öngörebilecek bir çalışmanın ürünüdür. Bu nedenlerle müfredat programı geliştirme işi, eğitim uzmanları, bakanlık bürokratları ve öğretmenlerden oluşan ve partizan olmayan bir ekibin, çeşitli kesimlerin de görüşlerini alarak hazırlaması gereken uzun soluklu bir iştir-süreçtir.
Müfredat programı geliştirecek ekibin göz önüne alması gereken tarihsel gelişim ise kısaca şöyledir. Eğitim-öğretim tarihi, insanın gereksinimlerinin, deneyimlerinin ve aklının ürünü olan öğretilerle başlamıştır. Toplayıcı toplumların öğretileri, çocuklarına günlük yaşam ve neyi nasıl toplayacaklarıyla sınırlıdır. Taş devri insanı, taşı alete dönüştürmeyi ve avcılıkta kullanmayı öğretmiştir. Tarım toplumundaki öğretiler avcı toplumundakine göre farklılaşıp çeşitlenmeye başlamıştır. 5-6 bin yıl öncesinin insanı, açıklayamadığı olayları, kendi aklıyla ürettiği (hayvan, ay ve güneş gibi) tanrılara atfetmeğe başlayıp bu tanrıları memnun etme yollarını aramış bu yolları genç kuşaklara öğretmeye çalışmıştır. Tanrı anlayışı gelişip yaygınlaşırken krallar da kendilerini tanrıların temsilcisi olarak göstererek, krallıklarını ve sömürülerini pekiştirme yoluna gitmişlerdir.
Allah’ın elçisi olduğunu iddia eden peygamberler ortaya çıkıp Allah’ın kelamı diye aktardıkları, ortaçağdaki öğrettiklerin temelini oluşturmuştur. Bu öğretiler, özellikle tarım toplumlarında-feodal toplumlarda toplumsal yaşamla ilgili sorunlara yanıt verebildiği sürece geçerli olmuştur. Krallar da bu kez dini liderlerle işbirliği yaparak krallıklarını ve sömürülerini kolayca sürdürmüşlerdir.
Ancak, yine insanın merakının, sorgulamasının, denemesinin, inceleyip araştırmasının ve aklını kullanmasının ürünü olarak bilimsel bulgular artmış, aydınlanma süreci başlamış, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmiş ve ulus devletler ortaya çıkmıştır. Farklı ırk ve inançlardan oluşan ulus devletlerinde, dine dayalı ve babadan oğula geçen yönetimlerin yerini insana dayalı ve halkın seçtiği yönetimler almaya başlamıştır. Ulus devletlerde bir inancı diğerlerine dayatmak düşüncesi giderek zayıflamış, okullardaki dini öğretim giderek azalırken laik ve bilimsel eğitim yaygınlaşmaya başlamıştır. Dini öğretim yalnız ilgili inanç sahipleri için geçerli bir öğretimken, laik ve bilimsel eğitim, yeryüzündeki tüm insanlara hitap eden ve (kadın-erkek, dindar-dinsiz, fakir-zengin, beyaz ırk-siyah ırk-sarı ırk) herkesin yararına olan bir öğretime dönüşmüştür. Laik ve bilimsel eğitim, yeni bilimsel bulgularla ve bu bulgulara dayalı olarak üretilen teknolojilerle gelişmesini sürdürmüştür.
Gerçeğin anlaşılması doğanın korunması, insanın özgürleşmesi, insancıllaşması, toplumsallaşması ve evrenselleşmesi ile kişinin tüm yaşamsal gereksinimlerinin karşılamasına yardımcı olan bu laik ve bilimsel eğitime, kısaca, çağdaş eğitim denmektedir.
İçinde bulunduğumuz sanayi ötesi toplumu, bilgi toplumu, öğrenme toplumu ya da teknoloji toplumu denen çağda, insanın ve toplumların ayakta durabilmesi için gerekli eğitim, çağdaş eğitim olmaktadır. Çünkü çağdaş gelişmiş ülkelerin hiç biri, bugün içinde bulundukları gelişmişlik düzeyine dini öğretimle gelmemiştir; laik ve bilimsel eğitimle gelmiştir.
Dolayısıyla insanımızı ve toplumumuzu geleceğe taşıyacak müfredat programının çağdaş anlayış ve eğitim doğrultusunda hazırlanmış olması gerekir.
Gündeme getirilen müfredat, bu toplumun değil, AKP’nin müfredatıdır.
**
AKP, müfredat değiştirme açısından daha dün denebilecek yakın zamanda (2005’te), müfredat değiştirmişti. Şimdi yine değiştiriyor. Neden değiştirildiği belli de, nasıl geliştirildiği, kimler tarafından değiştirildiği ise pek belli değil.
Müfredat programının kimler tarafından geliştirildiği bilinmese de, bu işin alanında etkin ve yetkin bağımsız bir ekip tarafından yapılmadığı belli oluyor. Öncelikle müfredat konusunda sorumlu olan ilk üç yetkilinin, bakanın, müsteşarın ve talim ve terbiye kurulu (TTK) başkanının bu konuda etkin ve yetkin bağımsız kişiler olmadığı bilinmektedir.
Örneğin eğitim bakan İsmet Yılmaz, önce Denizcilik Yüksek Okulu’nun makine bölümünü, sonra da hukuk fakültesini bitirmiş. "Gemi İşletmeleri Teknik Yönetimi" alanında yurt dışında master yapmış. Tarafsız diye 2007 genel seçimleri öncesinde Ulaştırma Bakanı yapılmış, seçim sonrasında (herhalde tarafsız olduğundan) Kültür ve Turizm Bakanı müsteşarlığına getirilmiş. 2011 genel seçimleri sonrasında milli savunma, 2015 Haziran seçimleri sonrasında TBMM başkanı, 2015 Kasım seçimleri sonrası da eğitim bakanlığına getirilmiş. Bizim çocukluğumuzda dermojen adlı her derde deva bir merhem vardı, mübarek de AKP için dermojen gibi.
Dermojen gibi olsa da, Yılmaz’ın en zayıf halkası eğitim olunca, bakanlık müsteşarının bu konuda bilgili olacağı sanılıyor. Oysa bakanlık müsteşarı Yusuf Tekin de, ne eğitim uzmanı, ne de bakanlık birimlerinde çalışma deneyimi olan bir kişi. Siyaset bilimi alanında master ve doktora yapıp Doçent olan müsteşar, Polis Akademisi’nde de çalışmış ve 2011 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığına Bakan Yardımcısı yapılmış.
Müfredat konusu bakan ve müsteşarın zayıf halkası olunca, hiç değilse TTK başkanının bu alanda güçlü olması beklenir. Ne gezer, 29 Ağustos 2016 tarihinde TTK başkanlığına getirilen Alpaslan Durmuş da, ilahiyatla işe başlamış, master yaptığı eğitim yönetiminde doktoraya devam ediyor. 30-35 kredilik 8-10 dersten oluşan eğitim yönetimi programında müfredat bilgisi edinmesi de zor, yönetim ayrı bir alan çünkü. Durmuş, piyasada iş yapmış. Yazı işleri müdürü, editör, danışman, düzeltmen vb. görevlerle katkıda bulunduğu kurumların başında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı geliyor. Büyük bir olasılıkla daha hem bakanlığın hem de TTK’nın ne olduğunu anlamaya çalışan biri.
Üçünün de, müfredat konusundaki bilgileri, büyük olasılıkla danışmanlarının, yardımcılarının ya da ilgili bürokratlarının anlattıkları kadar. O zaman bürokratların yetkinliğine bakmak gerekiyor. Bilindiği gibi AKP iktidar olur-olmaz hızla bakanlıkta kadrolaşmaya başlamıştı. Kasım 2002- Eylül 2011 yılları arasında TTK başkanı dahil pek çok bürokrat, bir kaç kez değiştirilmişti. Eylül 2011’de çıkarılan 652 sayılı KHK ile bakanlık bürokratlarının tümü AKP’nin isteği doğrultusunda değiştirilmişti. Yine bu KHK ile bakanlığa, bakanın/AKP’nin isteğine göre hareket edecek sözleşmeli bürokrat istihdam edilmesi kolaylığı getirilmişti. Mart 2014’te çıkarılan dershane yasasıyla da, bürokratların hepsi bir kez daha değiştirilmiştir (Anayasa Mahkemesi bu son uygulamayla ilgili yasa maddesini iptal etse de, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, bakanlıkta hiçbir muhalif kalmamıştır). Bu durumda bakanlık bürokratları içinde eğitimci olanlar varsa bile bu kişiler, genelde partizanlıklarını eğitimciliklerinin önüne koyan, etkinlikleri ve yetkinlikleri varsa bile bu niteliklerini kullanmayan/kullanamayan kişilere dönüşmüşlerdir. Türkiye’de eğitim adına son yıllarda yaşanan olaylara ve bu olayların artış hızına bakıldığında, eğitimci bürokratların birer eğitimci gibi davrandığını söylemek imkansızdır. Dolayısıyla bu kişilerin, birey ve toplum yararına sağlıklı bir müfredat geliştirmeleri neredeyse olanaksızdır; Bu nedenle, müfredatın nasıl ve kimler tarafından hazırlandığı belli olmasa da, en azından tarafsız olmayan/olamayan kişiler tarafından hazırlanmış olduğu bellidir; bakanın bu konuda ne söylediği ve toplumu nasıl kandırmaya çalıştığı da.
Bakan Yılmaz, bu konuda konuşurken, “Müfredat taslağında ülkemizin 2023 hedefleri ve hükümet programlarını dikkate aldık” diyerek temel amacı açıklamış oluyor. 2023 hedefinin, cumhuriyet rejiminin neredeyse tüm kazanımlarının köküne kibrit suyu dökülmesi ve cumhuriyet rejiminden intikam alınması tarihi olduğunu cümle alem biliyor, sağır sultan bile.
Müfredatın temel amacı ve içeriğiyle ilgili irdelemeleri gelecek haftaya bırakıp bakanın söylemlerine kulak vermeye devam edelim. Bakan, “Yarıyıl tatiline giren öğrencinin kendini tanıması, geliştirmesi ve sosyalleşmesine katkı sağlayacak sanatsal, kültürel, sportif ve bilimsel faaliyetlere katılmasının teşvik edilmesi gerektiğini” söylüyor. Bakan, “Öğrencilerin sadece akademik bilgilerle donanmış bireyler olarak değil, milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif yönleri gelişmiş bireyler olarak da yetiştirmenin bakanlığın öncelikli hedefi olduğunu” da söylüyor. Bakan, “21. yüzyıl becerilerine sahip, eleştirel düşünebilen, problemlere doğru ve etkili çözümler üretebilen bireyler olmaları yönünde öğrenciler için yapılacak her türlü faaliyetin ayrı bir önem arz ettiğine” de işaret ediyor. Bırakın yeni müfredatın içeriğini, yalnız Yılmaz’ın eğitim bakanlığı zamanında, eğitim kurumlarıyla ilgili olarak ortaya çıkan olaylar, Yılmaz’ın bu söylemleriyle örtüşmüyor. Hatta bakanın bunları söylediği günlerde ortaya çıkan (anaokulu öğrencilerine İslam yemini ettirilmesi ve 7’inci sınıf öğrencisine kürtaj ile ilgili soru sorulması gibi) olaylar bile bunu kanıtlıyor.
Müfredat programı geliştirirken yalnız yandaş sendikaya kulak veren Yılmaz, "Okullarımızda gerçekleştirilen eğitim öğretim faaliyetlerinin etkili, kalıcı ve verimli olabilmesi, öğrenci, öğretmen ve velilerin yıl boyunca iş birliği içerisinde çalışmalarına bağlıdır” derken de kendisini yadsıyor.
Yeni müfredat programını açıklayıp, eleştirileri on binlerce kişinin mesaj atacağı ve dolayısıyla bakanlığın onlara göz atacak zamanı bile olmayacağı bir uygulamayı getirmesi bakanın içtenlikle hareket etmediğini de gösteriyor. Bu durumda Yılmaz’ın, makine öğreniminde edinmiş olması gereken bilimselliği, gerçekçiliği, sistematikliği ve rasyonelliği unuttuğu gibi hukuk fakültesinde edinmiş olması gereken hukuksallığı da unuttuğu görülüyor. Önümüze gelen müfredattan, Yılmaz’ın, (dermojen gibi olsa da kendisinin en zayıf halkası olan) eğitim gemisinin rotasını hedef 2023 doğrultusunda tutmaya çalıştığı anlaşılıyor.
Bakan “Hedef 2023” derken, müfredatın içeriği, esas hedefin toplumu çağ dışına itmek olduğunu gösteriyor.
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gmail.com
Her eğitim sisteminin özünü ve temelini, öğretim izlencesi ya da öğretim programı da denen müfredat programı oluşturmaktadır (muhafazakar kesimlerin de okuması beklentisiyle bu yazıda müfredat programı deyişi kullanılacaktır). Müfredat programı, “1-Bir okulu bitirmek ya da bir alanda uzmanlaşmak için okunması gereken ders ve konuları kapsayan program. 2- Öğretilmesi istenilen ders ya da konuların amaçlar, yönergeler ve ders gereçleri ile birlikte sıralı olarak düzenlenmesi sonucu ortaya çıkan kılavuz. 3- Öğrencilere bir plana göre kazandırılması istenilen öğrenim yaşantılarının tümünü içine alan program” olarak tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla müfredat programı, öğretmenin ne öğreteceğinden, öğrencinin hangi bilişsel, duyuşsal ve devinimsel edinimleri, hangi sırada, ne düzeyde ve ne zaman kazanacağını, kazanılması beklenen bu edinimlerin ne kadarının kazanıldığının nasıl ve ne zaman ölçüleceğini belirleyen belgedir. İmam için Kuran-ı Kerim, papaz için İncil ve haham için Tevrat neyse, öğretmen için de müfredat programı odur.
Müfredat programı, öğrenciyi ya “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” kişi olarak özgür bir yurttaşa dönüştürecek ya da onu kul olacak/ümmetin bir parçası olacak şekilde yetiştirecek araçtır. Müfredat programı, “ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum yaratır ya da toplumu köleliğe, yoksulluğa tutsak eder.”
Müfredat programı ya doğaya, insan haklarına, emeğe ve insana saygılı çağdaş insan yetiştirir ya da, girişimci, rekabetçi, ırkçı, gerici insan yetiştirir. Müfredat programı, ya barışsever, yurtsever, inançlara saygılı ve güzel sanatlardan zevk alan kendisiyle barışık insan yetiştirir ya da kişiyi, insanlığına yabancılaştırıp dinci, kindar ve güzel sanatlara düşman … hale getirir. Müfredat programı, okuyan, düşünen, sorgulayan, eleştiren ve araştıran- gerçeği merak edip arayan insan da yetiştirir; okumaktan, düşünmekten, sorgulamaktan, eleştirmekten ve araştırmaktan korkup gerçeklerden kaçan insan da. Müfredat programı, kişiyi, ya her canlıya değer veren, genel kültürü olan olgun bir insana dönüştürür ya da tüm canlılara zarar vermekten hoşlanan, IŞİD benzeri davranışlara gönülden katılan, “insan” denemeyecek bir varlığa dönüştürür.
Bu nedenlerle müfredat programı geliştirmek, kişinin ve toplumun geleceğiyle ilgili çok ciddi bir iştir. Bu nedenlerle müfredat programı geliştirmek, bir siyasal yaklaşıma göre belirlenebilecek bir iş değildir; başta eğitim uzmanları olmak üzere ülkedeki farklı anlayışları, tarihsel geçmişi ve dünyanın bugünkü durumunu göz önüne alacak ve geleceği belirli ölçülerde de olsa öngörebilecek bir çalışmanın ürünüdür. Bu nedenlerle müfredat programı geliştirme işi, eğitim uzmanları, bakanlık bürokratları ve öğretmenlerden oluşan ve partizan olmayan bir ekibin, çeşitli kesimlerin de görüşlerini alarak hazırlaması gereken uzun soluklu bir iştir-süreçtir.
Müfredat programı geliştirecek ekibin göz önüne alması gereken tarihsel gelişim ise kısaca şöyledir. Eğitim-öğretim tarihi, insanın gereksinimlerinin, deneyimlerinin ve aklının ürünü olan öğretilerle başlamıştır. Toplayıcı toplumların öğretileri, çocuklarına günlük yaşam ve neyi nasıl toplayacaklarıyla sınırlıdır. Taş devri insanı, taşı alete dönüştürmeyi ve avcılıkta kullanmayı öğretmiştir. Tarım toplumundaki öğretiler avcı toplumundakine göre farklılaşıp çeşitlenmeye başlamıştır. 5-6 bin yıl öncesinin insanı, açıklayamadığı olayları, kendi aklıyla ürettiği (hayvan, ay ve güneş gibi) tanrılara atfetmeğe başlayıp bu tanrıları memnun etme yollarını aramış bu yolları genç kuşaklara öğretmeye çalışmıştır. Tanrı anlayışı gelişip yaygınlaşırken krallar da kendilerini tanrıların temsilcisi olarak göstererek, krallıklarını ve sömürülerini pekiştirme yoluna gitmişlerdir.
Allah’ın elçisi olduğunu iddia eden peygamberler ortaya çıkıp Allah’ın kelamı diye aktardıkları, ortaçağdaki öğrettiklerin temelini oluşturmuştur. Bu öğretiler, özellikle tarım toplumlarında-feodal toplumlarda toplumsal yaşamla ilgili sorunlara yanıt verebildiği sürece geçerli olmuştur. Krallar da bu kez dini liderlerle işbirliği yaparak krallıklarını ve sömürülerini kolayca sürdürmüşlerdir.
Ancak, yine insanın merakının, sorgulamasının, denemesinin, inceleyip araştırmasının ve aklını kullanmasının ürünü olarak bilimsel bulgular artmış, aydınlanma süreci başlamış, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmiş ve ulus devletler ortaya çıkmıştır. Farklı ırk ve inançlardan oluşan ulus devletlerinde, dine dayalı ve babadan oğula geçen yönetimlerin yerini insana dayalı ve halkın seçtiği yönetimler almaya başlamıştır. Ulus devletlerde bir inancı diğerlerine dayatmak düşüncesi giderek zayıflamış, okullardaki dini öğretim giderek azalırken laik ve bilimsel eğitim yaygınlaşmaya başlamıştır. Dini öğretim yalnız ilgili inanç sahipleri için geçerli bir öğretimken, laik ve bilimsel eğitim, yeryüzündeki tüm insanlara hitap eden ve (kadın-erkek, dindar-dinsiz, fakir-zengin, beyaz ırk-siyah ırk-sarı ırk) herkesin yararına olan bir öğretime dönüşmüştür. Laik ve bilimsel eğitim, yeni bilimsel bulgularla ve bu bulgulara dayalı olarak üretilen teknolojilerle gelişmesini sürdürmüştür.
Gerçeğin anlaşılması doğanın korunması, insanın özgürleşmesi, insancıllaşması, toplumsallaşması ve evrenselleşmesi ile kişinin tüm yaşamsal gereksinimlerinin karşılamasına yardımcı olan bu laik ve bilimsel eğitime, kısaca, çağdaş eğitim denmektedir.
İçinde bulunduğumuz sanayi ötesi toplumu, bilgi toplumu, öğrenme toplumu ya da teknoloji toplumu denen çağda, insanın ve toplumların ayakta durabilmesi için gerekli eğitim, çağdaş eğitim olmaktadır. Çünkü çağdaş gelişmiş ülkelerin hiç biri, bugün içinde bulundukları gelişmişlik düzeyine dini öğretimle gelmemiştir; laik ve bilimsel eğitimle gelmiştir.
Dolayısıyla insanımızı ve toplumumuzu geleceğe taşıyacak müfredat programının çağdaş anlayış ve eğitim doğrultusunda hazırlanmış olması gerekir.
Gündeme getirilen müfredat, bu toplumun değil, AKP’nin müfredatıdır.
**
AKP, müfredat değiştirme açısından daha dün denebilecek yakın zamanda (2005’te), müfredat değiştirmişti. Şimdi yine değiştiriyor. Neden değiştirildiği belli de, nasıl geliştirildiği, kimler tarafından değiştirildiği ise pek belli değil.
Müfredat programının kimler tarafından geliştirildiği bilinmese de, bu işin alanında etkin ve yetkin bağımsız bir ekip tarafından yapılmadığı belli oluyor. Öncelikle müfredat konusunda sorumlu olan ilk üç yetkilinin, bakanın, müsteşarın ve talim ve terbiye kurulu (TTK) başkanının bu konuda etkin ve yetkin bağımsız kişiler olmadığı bilinmektedir.
Örneğin eğitim bakan İsmet Yılmaz, önce Denizcilik Yüksek Okulu’nun makine bölümünü, sonra da hukuk fakültesini bitirmiş. "Gemi İşletmeleri Teknik Yönetimi" alanında yurt dışında master yapmış. Tarafsız diye 2007 genel seçimleri öncesinde Ulaştırma Bakanı yapılmış, seçim sonrasında (herhalde tarafsız olduğundan) Kültür ve Turizm Bakanı müsteşarlığına getirilmiş. 2011 genel seçimleri sonrasında milli savunma, 2015 Haziran seçimleri sonrasında TBMM başkanı, 2015 Kasım seçimleri sonrası da eğitim bakanlığına getirilmiş. Bizim çocukluğumuzda dermojen adlı her derde deva bir merhem vardı, mübarek de AKP için dermojen gibi.
Dermojen gibi olsa da, Yılmaz’ın en zayıf halkası eğitim olunca, bakanlık müsteşarının bu konuda bilgili olacağı sanılıyor. Oysa bakanlık müsteşarı Yusuf Tekin de, ne eğitim uzmanı, ne de bakanlık birimlerinde çalışma deneyimi olan bir kişi. Siyaset bilimi alanında master ve doktora yapıp Doçent olan müsteşar, Polis Akademisi’nde de çalışmış ve 2011 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığına Bakan Yardımcısı yapılmış.
Müfredat konusu bakan ve müsteşarın zayıf halkası olunca, hiç değilse TTK başkanının bu alanda güçlü olması beklenir. Ne gezer, 29 Ağustos 2016 tarihinde TTK başkanlığına getirilen Alpaslan Durmuş da, ilahiyatla işe başlamış, master yaptığı eğitim yönetiminde doktoraya devam ediyor. 30-35 kredilik 8-10 dersten oluşan eğitim yönetimi programında müfredat bilgisi edinmesi de zor, yönetim ayrı bir alan çünkü. Durmuş, piyasada iş yapmış. Yazı işleri müdürü, editör, danışman, düzeltmen vb. görevlerle katkıda bulunduğu kurumların başında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı geliyor. Büyük bir olasılıkla daha hem bakanlığın hem de TTK’nın ne olduğunu anlamaya çalışan biri.
Üçünün de, müfredat konusundaki bilgileri, büyük olasılıkla danışmanlarının, yardımcılarının ya da ilgili bürokratlarının anlattıkları kadar. O zaman bürokratların yetkinliğine bakmak gerekiyor. Bilindiği gibi AKP iktidar olur-olmaz hızla bakanlıkta kadrolaşmaya başlamıştı. Kasım 2002- Eylül 2011 yılları arasında TTK başkanı dahil pek çok bürokrat, bir kaç kez değiştirilmişti. Eylül 2011’de çıkarılan 652 sayılı KHK ile bakanlık bürokratlarının tümü AKP’nin isteği doğrultusunda değiştirilmişti. Yine bu KHK ile bakanlığa, bakanın/AKP’nin isteğine göre hareket edecek sözleşmeli bürokrat istihdam edilmesi kolaylığı getirilmişti. Mart 2014’te çıkarılan dershane yasasıyla da, bürokratların hepsi bir kez daha değiştirilmiştir (Anayasa Mahkemesi bu son uygulamayla ilgili yasa maddesini iptal etse de, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, bakanlıkta hiçbir muhalif kalmamıştır). Bu durumda bakanlık bürokratları içinde eğitimci olanlar varsa bile bu kişiler, genelde partizanlıklarını eğitimciliklerinin önüne koyan, etkinlikleri ve yetkinlikleri varsa bile bu niteliklerini kullanmayan/kullanamayan kişilere dönüşmüşlerdir. Türkiye’de eğitim adına son yıllarda yaşanan olaylara ve bu olayların artış hızına bakıldığında, eğitimci bürokratların birer eğitimci gibi davrandığını söylemek imkansızdır. Dolayısıyla bu kişilerin, birey ve toplum yararına sağlıklı bir müfredat geliştirmeleri neredeyse olanaksızdır; Bu nedenle, müfredatın nasıl ve kimler tarafından hazırlandığı belli olmasa da, en azından tarafsız olmayan/olamayan kişiler tarafından hazırlanmış olduğu bellidir; bakanın bu konuda ne söylediği ve toplumu nasıl kandırmaya çalıştığı da.
Bakan Yılmaz, bu konuda konuşurken, “Müfredat taslağında ülkemizin 2023 hedefleri ve hükümet programlarını dikkate aldık” diyerek temel amacı açıklamış oluyor. 2023 hedefinin, cumhuriyet rejiminin neredeyse tüm kazanımlarının köküne kibrit suyu dökülmesi ve cumhuriyet rejiminden intikam alınması tarihi olduğunu cümle alem biliyor, sağır sultan bile.
Müfredatın temel amacı ve içeriğiyle ilgili irdelemeleri gelecek haftaya bırakıp bakanın söylemlerine kulak vermeye devam edelim. Bakan, “Yarıyıl tatiline giren öğrencinin kendini tanıması, geliştirmesi ve sosyalleşmesine katkı sağlayacak sanatsal, kültürel, sportif ve bilimsel faaliyetlere katılmasının teşvik edilmesi gerektiğini” söylüyor. Bakan, “Öğrencilerin sadece akademik bilgilerle donanmış bireyler olarak değil, milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif yönleri gelişmiş bireyler olarak da yetiştirmenin bakanlığın öncelikli hedefi olduğunu” da söylüyor. Bakan, “21. yüzyıl becerilerine sahip, eleştirel düşünebilen, problemlere doğru ve etkili çözümler üretebilen bireyler olmaları yönünde öğrenciler için yapılacak her türlü faaliyetin ayrı bir önem arz ettiğine” de işaret ediyor. Bırakın yeni müfredatın içeriğini, yalnız Yılmaz’ın eğitim bakanlığı zamanında, eğitim kurumlarıyla ilgili olarak ortaya çıkan olaylar, Yılmaz’ın bu söylemleriyle örtüşmüyor. Hatta bakanın bunları söylediği günlerde ortaya çıkan (anaokulu öğrencilerine İslam yemini ettirilmesi ve 7’inci sınıf öğrencisine kürtaj ile ilgili soru sorulması gibi) olaylar bile bunu kanıtlıyor.
Müfredat programı geliştirirken yalnız yandaş sendikaya kulak veren Yılmaz, "Okullarımızda gerçekleştirilen eğitim öğretim faaliyetlerinin etkili, kalıcı ve verimli olabilmesi, öğrenci, öğretmen ve velilerin yıl boyunca iş birliği içerisinde çalışmalarına bağlıdır” derken de kendisini yadsıyor.
Yeni müfredat programını açıklayıp, eleştirileri on binlerce kişinin mesaj atacağı ve dolayısıyla bakanlığın onlara göz atacak zamanı bile olmayacağı bir uygulamayı getirmesi bakanın içtenlikle hareket etmediğini de gösteriyor. Bu durumda Yılmaz’ın, makine öğreniminde edinmiş olması gereken bilimselliği, gerçekçiliği, sistematikliği ve rasyonelliği unuttuğu gibi hukuk fakültesinde edinmiş olması gereken hukuksallığı da unuttuğu görülüyor. Önümüze gelen müfredattan, Yılmaz’ın, (dermojen gibi olsa da kendisinin en zayıf halkası olan) eğitim gemisinin rotasını hedef 2023 doğrultusunda tutmaya çalıştığı anlaşılıyor.
Bakan “Hedef 2023” derken, müfredatın içeriği, esas hedefin toplumu çağ dışına itmek olduğunu gösteriyor.
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder