Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Erbakan’ı
ölüm yıldönümünde anmak için düzenlemek istedikleri etkinliklere
iktidarın engel çıkarmasından yakınmış. Valilikler programları iptal
ediyor, belediyeler de önceden tahsis ettikleri yerleri geri çekiyormuş.
Neden böyle olduğuna dair verilebilecek en “çevik” cevap, elbette SP başkanının referandumda hayır oyu kullanacakları açıklamasında bulunmasıdır. Bunun AKP çevrelerinde sessiz sedasız bir gerilim ve tepki yaratmış olması kuvvetle muhtemel. O yüzden bu resmî ve beledî yaptırımlar gündeme gelmiş olabilir.
Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da siyasi kariyerinde çok şey borçlu olduğu Erbakan anısına düzenlenen programa SP’nin davetine icabet etmemiş, mesaj göndermekle yetinmiş. Ama Kemal Kılıçdaroğlu katılmış. Bu da SP’ye karşı (hiç kuşkusuz tabanını onun aleyhine kışkırtmaya yönelik) bir eleştiri konusu olmuş: Bakın, SP, CHP ile el ele gibisinden…
Çok büyük ihtimaldir ki benzeri bir eleştiri, Alevi hafızaya kanla işlenmiş Madımak katliamı dolayımıyla CHP tabanından da Kılıçdaroğlu’na gelecektir.
Neyse, bu yazıda ben başka “eski defterler”i açma niyetindeyim. İktidarın neden Erbakan anması hususunda teşvikten çok müşkül çıkardığına dönelim ve bunun daha “derin” sebeplerine dair bir sondaj denemesinde bulunalım!..
Bir kere ortada müthiş bir çakışma var: Necmettin Erbakan’ın ölüm tarihi 28 Şubat 2010. Ve malûm, “28 Şubat”, Türkiye tarihinde 1997’de vuku bulmuş “postmodern darbe”nin günü. AKP’nin de “Yeni Türkiye” inşasında büyük ve “kritik” önem atfettiği bir gün!..
“28 Şubat”, AKP ve önde gelenleri için bir “mağduriyet stoku”. Şimdi ne kadar muktedir ve mağrur olurlarsa olsunlar, bir mağduriyetten geldikleri, onu giderdikleri ve varlıklarının böylesi mağduriyetlerin bir daha yaşanmamasının teminatı olduğu yolunda toplumu güdümlemek için başvurulan bir stok…
“28 Şubat”, bugün bir baskıcı iktidara rızanın tarihsel gerekçesi olarak işlevselleştirilen ve araçsallaştırılan simge bir gün…
Bu “özel” günün Erbakan’la, onun ölüm yıldönümü olması münasebetiyle doğrudan ilişkilendirilmesi ise AKP ve onun “ebedi reis”i nezdinde istenmedik titreşimlere yol açmakta olsa gerek.
Bir kere 28 Şubat 2010, Erbakan’ın maddeten ölüm tarihidir. Onun “manen” ölüm tarihi, 28 Şubat 1997, yani üç gün önce AKP’nin eşine eşine gündem yapıp lanetleme ayinleri düzenlediği o meş’um “postmodern darbe” günüdür.
Darbe, Erbakan’a karşı yapıldı ve onu bir anlamda siyasi mevta’ya dönüştürdü.
Ancak, belki paradoksal gelecektir, 28 Şubat 1997, Erbakan’ın “ölümü” olduğu kadar, Erdoğan’ın da “doğduğu” bir tarihtir.
Darbe sonrası yıllarda yaşananlara bakıldığında Erbakan’ın ve onun her ne kadar fantastik de olsa kendince özgün ve en önemlisi Batı kapitalizmine karşı şekillenmiş “Milli Görüş/ Adil Düzen” anlayışının tarihe karıştığını görürüz. Buna karşılık aynı siyasi gelenek içerisinden “yenilikçi” genç bir kuşağın yükselişe geçtiğini fark ederiz.
Genç kuşağın “yenilikçi”liğinin özü, Erbakan’ın anti-kapitalist çizgisinin terk edilip yürürlükteki küresel sistemin isterleriyle uyarlı, “pro-kapitalist” bir çizginin benimsenmesidir. İşte AKP budur.
Doğrudur, AKP Erbakan’ın “Milli Görüş” geleneğinden gelen, ama onu “değilleyerek” gelen bir harekettir.
Ve evet, Erbakan ile Erdoğan arasında kültürel- ideolojik bir “genetik” devamlılık vardır, ama bu “mutant”, mutasyona uğramış bir devamlılıktır.
Erdoğan ve AKP’si, “siyasal İslâm” çığırında 28 Şubat’tan gerekli dersi çıkarmış, dünya kapitalist sistemi ile uyarlı bir rotada yola koyulmuş, bunun sonucu olarak iktidara oturmuş ve işte bugün Türkiye’de siyasetin egemeni olmuştur.
28 Şubat darbesi, arkasına dünya düzenini de alarak o günkü konjonktürde küresel sisteme tehdit olarak Erbakan’ı bertaraf etti.
Dolayısıyla 28 Şubat’ın siyaseten asıl (belki de tek) mağduru Erbakan’dır. E, bu durumda her yıl 28 Şubat günü kendisine geçmiş mağduriyetlerden kalıcı ve kahredici hâkimiyetler devşirmek isteyen AKP için de Erbakan, bir sıkıntı kaynağıdır.
Çünkü, kaderin dehşetengiz bir cilvesi olarak 1997’den 13 yıl sonra yine bir 28 Şubat’ta vefat etmiş Erbakan’ı o gün anmak, aynı zamanda gerçekte kimin “postmodern darbe”nin mağduru, kimin de mamûlü olduğuna ilişkin hepimizi tekrar tekrar düşünmeye sevk etmektedir!..
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Neden böyle olduğuna dair verilebilecek en “çevik” cevap, elbette SP başkanının referandumda hayır oyu kullanacakları açıklamasında bulunmasıdır. Bunun AKP çevrelerinde sessiz sedasız bir gerilim ve tepki yaratmış olması kuvvetle muhtemel. O yüzden bu resmî ve beledî yaptırımlar gündeme gelmiş olabilir.
Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da siyasi kariyerinde çok şey borçlu olduğu Erbakan anısına düzenlenen programa SP’nin davetine icabet etmemiş, mesaj göndermekle yetinmiş. Ama Kemal Kılıçdaroğlu katılmış. Bu da SP’ye karşı (hiç kuşkusuz tabanını onun aleyhine kışkırtmaya yönelik) bir eleştiri konusu olmuş: Bakın, SP, CHP ile el ele gibisinden…
Çok büyük ihtimaldir ki benzeri bir eleştiri, Alevi hafızaya kanla işlenmiş Madımak katliamı dolayımıyla CHP tabanından da Kılıçdaroğlu’na gelecektir.
Neyse, bu yazıda ben başka “eski defterler”i açma niyetindeyim. İktidarın neden Erbakan anması hususunda teşvikten çok müşkül çıkardığına dönelim ve bunun daha “derin” sebeplerine dair bir sondaj denemesinde bulunalım!..
Bir kere ortada müthiş bir çakışma var: Necmettin Erbakan’ın ölüm tarihi 28 Şubat 2010. Ve malûm, “28 Şubat”, Türkiye tarihinde 1997’de vuku bulmuş “postmodern darbe”nin günü. AKP’nin de “Yeni Türkiye” inşasında büyük ve “kritik” önem atfettiği bir gün!..
“28 Şubat”, AKP ve önde gelenleri için bir “mağduriyet stoku”. Şimdi ne kadar muktedir ve mağrur olurlarsa olsunlar, bir mağduriyetten geldikleri, onu giderdikleri ve varlıklarının böylesi mağduriyetlerin bir daha yaşanmamasının teminatı olduğu yolunda toplumu güdümlemek için başvurulan bir stok…
“28 Şubat”, bugün bir baskıcı iktidara rızanın tarihsel gerekçesi olarak işlevselleştirilen ve araçsallaştırılan simge bir gün…
Bu “özel” günün Erbakan’la, onun ölüm yıldönümü olması münasebetiyle doğrudan ilişkilendirilmesi ise AKP ve onun “ebedi reis”i nezdinde istenmedik titreşimlere yol açmakta olsa gerek.
Bir kere 28 Şubat 2010, Erbakan’ın maddeten ölüm tarihidir. Onun “manen” ölüm tarihi, 28 Şubat 1997, yani üç gün önce AKP’nin eşine eşine gündem yapıp lanetleme ayinleri düzenlediği o meş’um “postmodern darbe” günüdür.
Darbe, Erbakan’a karşı yapıldı ve onu bir anlamda siyasi mevta’ya dönüştürdü.
Ancak, belki paradoksal gelecektir, 28 Şubat 1997, Erbakan’ın “ölümü” olduğu kadar, Erdoğan’ın da “doğduğu” bir tarihtir.
Darbe sonrası yıllarda yaşananlara bakıldığında Erbakan’ın ve onun her ne kadar fantastik de olsa kendince özgün ve en önemlisi Batı kapitalizmine karşı şekillenmiş “Milli Görüş/ Adil Düzen” anlayışının tarihe karıştığını görürüz. Buna karşılık aynı siyasi gelenek içerisinden “yenilikçi” genç bir kuşağın yükselişe geçtiğini fark ederiz.
Genç kuşağın “yenilikçi”liğinin özü, Erbakan’ın anti-kapitalist çizgisinin terk edilip yürürlükteki küresel sistemin isterleriyle uyarlı, “pro-kapitalist” bir çizginin benimsenmesidir. İşte AKP budur.
Doğrudur, AKP Erbakan’ın “Milli Görüş” geleneğinden gelen, ama onu “değilleyerek” gelen bir harekettir.
Ve evet, Erbakan ile Erdoğan arasında kültürel- ideolojik bir “genetik” devamlılık vardır, ama bu “mutant”, mutasyona uğramış bir devamlılıktır.
Erdoğan ve AKP’si, “siyasal İslâm” çığırında 28 Şubat’tan gerekli dersi çıkarmış, dünya kapitalist sistemi ile uyarlı bir rotada yola koyulmuş, bunun sonucu olarak iktidara oturmuş ve işte bugün Türkiye’de siyasetin egemeni olmuştur.
28 Şubat darbesi, arkasına dünya düzenini de alarak o günkü konjonktürde küresel sisteme tehdit olarak Erbakan’ı bertaraf etti.
Dolayısıyla 28 Şubat’ın siyaseten asıl (belki de tek) mağduru Erbakan’dır. E, bu durumda her yıl 28 Şubat günü kendisine geçmiş mağduriyetlerden kalıcı ve kahredici hâkimiyetler devşirmek isteyen AKP için de Erbakan, bir sıkıntı kaynağıdır.
Çünkü, kaderin dehşetengiz bir cilvesi olarak 1997’den 13 yıl sonra yine bir 28 Şubat’ta vefat etmiş Erbakan’ı o gün anmak, aynı zamanda gerçekte kimin “postmodern darbe”nin mağduru, kimin de mamûlü olduğuna ilişkin hepimizi tekrar tekrar düşünmeye sevk etmektedir!..
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder