Dünyada, özellikle bölgemizde, birçok kriz eğiliminin kesiştiği bir dönemde ülke yönetimini, güvenliğinizi, realiteyle bağları çoktan kopmuş, yalnızca kendi bekasını düşünen bir kadroya teslim etmek istemiyorsanız “Hayır” diyeceksiniz.
Büyük resim
Birleşmiş Milletler uyardı: Dünya 1945’ten bu yana en büyük insanlık kriziyle karşı karşıya. Yemen, Güney Sudan, Somali, Nijerya’da 20 milyondan fazla insan kuraklık ve açlıkla yüz yüze. Bu krizin arkasında küresel ısınma, istikrarsız ve despotik rejimler, İslamcı terör ve İslam içi mezhep savaşları var. Demokratik rejimlerin yerlerini başarısız, despotik rejimlere bıraktığı ülkelerde, bu tür krizlerin olasılığı artıyor. Kuraklık ve açlık krizleri de kaynak savaşlarını kışkırtıyor, göçleri hızlandırıyor. Dünyada toplam göçmen sayısı 250 milyon kişiye ulaşmış durumda...
Yukardaki dört ülkeye bakıp orası “Afrika, bize ne” demeyin. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Ortadoğu’da ulaşılabilir tatlı su kaynaklarının, geçen 40 yıl içinde yüzde 75 azaldığına işaret ediyor. Yeni bulgular, Ortadoğu’nun önümüzdeki 30 - 40 yıl içinde yaşanamaz bir duruma gelebileceğini gösteriyor (InterPres 14/03/2017). Hızla ağırlaşan su kıtlığı sorunu bölgenin hızla artmaya devam eden nüfusun, içme suyu, tarım, besin kaynaklarını tehdit ediyor. FAO, bu su kaynaklarının da 2050’ye kadar yüzde eli daha azalmasını bekliyor. Bu bölgedeki ülkelerin çoğunun su kaynaklarının sınır ötesinden geliyor olması da su, gıda kıtlığı sorununa jeopolitik riskleri ekliyor. Jeopolitik riskler de savaşları, göçleri gündeme getiriyor. Suriye’de iç savaşın arkasında, dış müdahalelerin yanı sıra, ondan daha önce, kuraklık, tarımsal üretim krizleri vardı. Savaş büyük bir göç dalgası yarattı.
Yeni risk algısı
Mali piyasaların siyasi risklere ilgi göstermeye başladığını daha önce vurgulamıştım. Geçen haflarda CitiGroup’un, geçen hafta da fon yöneticisi Bridgewater’ın yayımladığı iki rapor, mali piyasaların artık ekonomik risklerden daha çok, siyasi risklere odaklanmaya başladığını gösteriyor. Ana ilgi konusu da toplumsa muhalefette “popülizm” olarak tanımlanan yükseliş. Yakın zamana kadar popülizm azgelişmiş, bağımlı ülkelerin sorunu olarak görülürken artık ABD ve Avrupa’da nüksetmesi küresel riskleri artırıyor. Bridgewater’un raporu 1930’ların faşizmlerini irdeledikten, bugünkü popülizm dalgasıyla benzerliklerini vurguladıktan sonra şu sonuca varıyor: Toplumsal yapı bu popülist dalgayı asimile edecek kadar esnekse pek bir sorun yok. Eğer toplum, bu dalganın basıncı karşısında esneyemez, kırılırsa, faşizm ve ardından savaşlar...
AKP ülkeyi yukardaki tüm riskleri içeren, siyasi riskleri artıran bir noktaya getirdi, bu referandumla, daha da öteye götürmeye çalışıyor. Örneğin ülke, daha şimdiden kişi başına düzen 1.52 metreküp kullanılabilir su miktarı ile su yoksulu kategorisindeyken, bu miktarın 2030’a kadar 1.12 metreküpe düşmesi beklenirken, İslamcı rejim vatandaşlarından daha fazla çocuk yapmalarını istiyor, iktidara geldiğinden bu yana ülkede bir ağaç kırımı yaşanıyor. HES projeleri ekosistemi allak bullak ediyor, kentsel dönüşüm, kentlerin su gereksinimini artırıyor.
AKP rejimi, son yıllardaki dış politika maceralarıyla Ortadoğu pazarını kaybetti şimdi de Avrupa pazarını kaybetmek üzere. Ülke ekonomisi de tüketime ve dış krediye, inşaata bağımlı, sürdürülemez bir yavaş büyüme hattına oturmuş durumda. Suriye macerası ülkeyi IŞİD’in serbestçe örgütlendiği bir yol geçen hanına çevirmişti. Şimdi Batı’da kimi analistler, bu durumun yakın zamanda yaratabileceği riskleri, İncirlik’teki nükleer bombalar bağlamında tartışmaya başladılar.
Siz, bu durumda, devleti, dolayısıyla güvenliğinizi, geleceğinizi “akıtılacak çok kanımız var” diyen bir şahsın eline teslim edecek bir anayasaya “evet” der misiniz?
Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder