Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin ülkesindeki seçim sonuçlarına
ilişkin yaptığı açıklamayı çok ilginç buldum. Başbakan, ırkçı lider
Geert Widers’in umduğunu bulamadığı seçimlere ilişkin olarak sarf ettiği
“Hollanda, popülizmin yanlış türüne dur dedi” sözleriyle, seçimin
galibinin aslında halk olduğunu hiç de “halk dalkavukluğu” yapmadan ne
güzel vurgulamış. Berbat mı berbat biri olan rakibi Wilders’i saf dışı
edenin kendisi olduğunu ima bile etmeden üstelik. Kendisine çıkardığı
bir zafer payı yok yani.
Her ne kadar o “yanlış popülizm” demiş de olsa Wilders’in tutumu bu kavramla açıklanacak kadar basit değil. Adam düpedüz ırkçı, yabancı düşmanı bir politikacı. “Yanlış”, düzeltilme olasılığı da olan bir hal, oysa bu zatın tüm ırkçı faşistler gibi “düzelme” ihtimali yok.
Her ne kadar o “yanlış popülizm” demiş de olsa Wilders’in tutumu bu kavramla açıklanacak kadar basit değil. Adam düpedüz ırkçı, yabancı düşmanı bir politikacı. “Yanlış”, düzeltilme olasılığı da olan bir hal, oysa bu zatın tüm ırkçı faşistler gibi “düzelme” ihtimali yok.
Yine de Rutte’nin deyimini kabul ederek soralım, neydi bu adamın
“yanlış popülizmi?” Seçmeninin geri yanlarını okşayarak politika yapmak,
ülkesinin içinde bulunduğu herhangi bir krizden göçmenleri sorumlu
tutmak, tüm memnuniyetsizleri milliyetçilik etrafında örgütlemek. Bu,
ucuz politikacıların bulunduğu her ülkede olur, kimi farklılıklar
gösterse de. Çünkü popülizm her yerde, her coğrafyada kolayca yol alan
bir stratejidir. Milliyetçilik de malum, genel kabul görmüş, kolayca,
sorgulanmadan benimsenmiş bir “vatandaş ideolojisi”, dolayısıyla
savunulduğunda, savunanı bekleyen herhangi bir tehlike yok. Popülizm ile
milliyetçilik kardeştirler. Ucuz politikacıların en sevdiği akrabalık
budur. Bu iki kardeş, genel doğruları, özel doğruymuş gibi gösterme,
yani bir anlamda demagoji yapma şansı da verir ucuz politikacıya.
Wilders başarılı bir politikacı mıydı peki, hani bir ara partisi yükselişe geçmişti ya. O nedenle sordum. Kendi soruma yanıtım da, “evet, başarılıdır” olacak haliyle. Milliyetçilik’i, yani “vatandaş ideolojisi”ni yanına alan her politikacı “başarılıdır”. Rutte, işte bu “başarılı” politikacının son seçim yenilgisini savunduklarının kötülüğüne değil, popülizmi yanlış yöntemlerle sürdürmesine bağlamış. Çünkü kendisi popülizmi doğru yöntemlerle yapıyor. Yabancıları o da sevmiyor, ama emek üretim sürecinde bir yerleri olduğunu biliyor. İslam’ın kendi topraklarında bulunmasından o da memnun değil ama ülkesinin İslami sermayeyle kurduğu ilişkiler onu “Müslüman dostu” yapabiliyor.
Rutte ya da Wilders bir yana, daha da önemli olan Hollandalıların Rutte’nin “yanlış” dediği popülizme dur demiş olmaları. Demek ki kamuoyunun bu tür tutumları da olabiliyor. Popülizmin karın doyurmadığını ya da kabak tadı verdiğini fark ettiklerinde tutum alabiliyor. Uçuşa geçip tüm “Avrupa sağının baharını” Hollanda’da başlatacağını söyleyen Wilders’in “baharı”na ilişkin, Avrupa’nın Hollandalı’nın da bir deneyimi var oysa. Yaşlı seçmenlerin merkezdeki sağ ya da sol partilere oy vermelerinden de anlaşılabilir bu pekâlâ. Kıta, bir faşizm döneminden geçti malum. Acılarını hala hissediyor. Yabancılara düşman değilse de mesafeli olan Hollandalılar, Wilders gibilerin işi “yabancı düşmanlığında” bırakmayacaklarını, “milliyetçiliklerinin”, Avrupa’nın başka “milliyetçilikleri”yle çatışmalar doğuracağını biliyorlar. Çünkü tüm Avrupa sağında ortak bir görüş yok, yabancı/islam düşmanlığı dışında.
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Nazi olmakla” suçladığı Rutte’sinden, Wilders’ine kadar tüm sağ ya da “sol” politikacıları durduran bir kamuoyu var oralarda. Bu kamuoyu, biraz ilerleme gösterdiğinde Fransız ırkçısı Marine Le Pen’i sandığa gidip merkez partilere oy yağdırarak durdurabiliyor. İngiltere’de üç , dört belediyede sandalye kazanan ırkçı Britanya Milliyetçi Partisi’ni saf dışı etmek için sandıklara gitmeyi ihmal etmeyip merkez partilere oy veren İngilizler gibi.
Popülizmle ileri sürülen yabancı düşmanlığına, dini nefrete ister Hıristiyan değerleri adına, ister Avrupa medeniyeti adına karşı çıkılıyor. Hollanda’da olan budur. Rutte, gerçekten hoş bir değerlendirme de bulunmuş, “Halk yanlış popülizme dur” demekle.
Biz de 16 Nisan Referandumu’na vıcık vıcık bir popülizmle gidiyoruz. Milliyetçilik, din, batı düşmanlığı, şehitlerin anımsatılması gibi “vatandaş ideolojisini” harekete geçirecek ne varsa kullanıyor hükümet.
Olur da “Hayır” çıkarsa “tek adamlığa” dur denileceği gibi, ilk defa bu “millet” “yanlış popülizme” dur demiş olacak.
Hollanda ile kardeş oluyor muyuz bir de..
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
Wilders başarılı bir politikacı mıydı peki, hani bir ara partisi yükselişe geçmişti ya. O nedenle sordum. Kendi soruma yanıtım da, “evet, başarılıdır” olacak haliyle. Milliyetçilik’i, yani “vatandaş ideolojisi”ni yanına alan her politikacı “başarılıdır”. Rutte, işte bu “başarılı” politikacının son seçim yenilgisini savunduklarının kötülüğüne değil, popülizmi yanlış yöntemlerle sürdürmesine bağlamış. Çünkü kendisi popülizmi doğru yöntemlerle yapıyor. Yabancıları o da sevmiyor, ama emek üretim sürecinde bir yerleri olduğunu biliyor. İslam’ın kendi topraklarında bulunmasından o da memnun değil ama ülkesinin İslami sermayeyle kurduğu ilişkiler onu “Müslüman dostu” yapabiliyor.
Rutte ya da Wilders bir yana, daha da önemli olan Hollandalıların Rutte’nin “yanlış” dediği popülizme dur demiş olmaları. Demek ki kamuoyunun bu tür tutumları da olabiliyor. Popülizmin karın doyurmadığını ya da kabak tadı verdiğini fark ettiklerinde tutum alabiliyor. Uçuşa geçip tüm “Avrupa sağının baharını” Hollanda’da başlatacağını söyleyen Wilders’in “baharı”na ilişkin, Avrupa’nın Hollandalı’nın da bir deneyimi var oysa. Yaşlı seçmenlerin merkezdeki sağ ya da sol partilere oy vermelerinden de anlaşılabilir bu pekâlâ. Kıta, bir faşizm döneminden geçti malum. Acılarını hala hissediyor. Yabancılara düşman değilse de mesafeli olan Hollandalılar, Wilders gibilerin işi “yabancı düşmanlığında” bırakmayacaklarını, “milliyetçiliklerinin”, Avrupa’nın başka “milliyetçilikleri”yle çatışmalar doğuracağını biliyorlar. Çünkü tüm Avrupa sağında ortak bir görüş yok, yabancı/islam düşmanlığı dışında.
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Nazi olmakla” suçladığı Rutte’sinden, Wilders’ine kadar tüm sağ ya da “sol” politikacıları durduran bir kamuoyu var oralarda. Bu kamuoyu, biraz ilerleme gösterdiğinde Fransız ırkçısı Marine Le Pen’i sandığa gidip merkez partilere oy yağdırarak durdurabiliyor. İngiltere’de üç , dört belediyede sandalye kazanan ırkçı Britanya Milliyetçi Partisi’ni saf dışı etmek için sandıklara gitmeyi ihmal etmeyip merkez partilere oy veren İngilizler gibi.
Popülizmle ileri sürülen yabancı düşmanlığına, dini nefrete ister Hıristiyan değerleri adına, ister Avrupa medeniyeti adına karşı çıkılıyor. Hollanda’da olan budur. Rutte, gerçekten hoş bir değerlendirme de bulunmuş, “Halk yanlış popülizme dur” demekle.
Biz de 16 Nisan Referandumu’na vıcık vıcık bir popülizmle gidiyoruz. Milliyetçilik, din, batı düşmanlığı, şehitlerin anımsatılması gibi “vatandaş ideolojisini” harekete geçirecek ne varsa kullanıyor hükümet.
Olur da “Hayır” çıkarsa “tek adamlığa” dur denileceği gibi, ilk defa bu “millet” “yanlış popülizme” dur demiş olacak.
Hollanda ile kardeş oluyor muyuz bir de..
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder