Kemal Kurkut; üniversite öğrencisi, güzel sanatlarda müzik eğitimi alıyor.
23 yaşında bir genç. Hayatının henüz başında bir evlat. Diyarbakır’da Nevruz’da öldürüldü. Haberine yasak getirildi. Yaşananları eloğlu duydu, Türkiye duymadı.
Yazıyı okumadan önce fotoğrafına bir bakın. Öldürülmeden az önce çekilmiş. Tarife gerek yok. Yine de yazıya dökelim: Üstü çıplak, bir elinde su şişesi, diğerinde bir bıçak var.
Şimdi de Diyarbakır Valisi’nin açıklamasını okuyun:
“Şahıs elinde bıçak ve (sırt) çantasında bomba olduğunu söylemiş. Güvenlik güçleri de Nevruz kutlamasına katılan vatandaşların güvenliğini düşünerek böyle bir müdahalede bulunmuş. Böyle sonuçlanmasını istemezdik.”
Eğer, bu fotoğraf olmasaydı, açıklama inandırıcı bulunabilirdi. Ama fotoğraf var!
Polisin tüm çabasına rağmen.
Zira, olaydan sonra çevredeki tüm gazetecilerin / kameramanların görüntüleri sildiriliyor. Habere de yasak getiriliyor.
Neyse ki gazeteci Abdurrahman Gök’ün çektiği birkaç kare dikkatten kaçıyor. 23 yaşındaki bir gencin ölümüne “tanıklık” yapmak üzere kurtarılıyor.
O birkaç kareye bakın şimdi de:
Kemal saldırmıyor. Tam aksine, kaçıyor. Polisten kaçıyor.
Arkasından ateş ediliyor. Kemal yere düşüyor. Kendisini vuranlara son bir kez bakıyor. Ve ölüyor.
Dahası da var.
CHP milletvekili Veli Ağbaba’nın soru önergesine göre, Kemal’in Malatya’ya ailesinin yanına gönderilmesi bile büyük bir soruna dönüşmüş.
O gencecik bedenin yıkanması sırasında gasilhanenin suyu kesilmiş. Bu sırada cenaze aracı beklemeden çekip gitmiş. Aile, evlatlarını kendi temin ettikleri araçla Malatya’ya götürebilmiş.
•••
Cumhurbaşkanı Erdoğan, HAYIR çadırında “Çağdaş bir yaşam istiyoruz” diyenlere şaşırıp kalmıştı ya! Çağdaşlıktan anladığının duble yollar, köprüler, binalar olduğunu açık edivermişti ya!
Gelin de anlatın; çağdaş bir ülkede böyle ölümlerin olamayacağını... Velev ki oldu, üstünün kapatılamayacağını... Gazetecilerin görüntülerinin silinip habere yasak getirilemeyeceğini… Sorumluların da mutlaka yakalanıp hesap vereceğini…
Mümkün mü!
Değil elbette. Zira iktidarın gücü bu ülkenin Kemallerine, Berkinlerine, Ali İsmaillerine, Ceylanlarına yetiyor.
Elinde kalemden başka bir şey olmayan gazetecilere yetiyor.
Trump’a veya Putin’e efelenseler ya!
Mümkün mü!
Bu da değil elbette.
Rusya ile ilişkilerimiz buzdolabında. Putin, ne domates ihracatına kapılarını açıyor ne de turizmde beklenen adımları atıyor.
Peki Türkiye ne yapıyor?
Doğrudan bağıramadığı için, tuhaf bir “manevra” ile mesaj göndermeye çalışıyor. Bakınız, geçtiğimiz çarşamba günkü Yeni Birlik gazetesi!
Önce belirtmeliyim; gazetenin başyazarı, Saray’ın baş danışmanlarından (kerameti kendinden menkul Kürt uzmanı) İlnur Çevik. Gazetenin sahibi de (yine Kürt meselesinin konuşulduğu masalarda hep gördüğümüz) Avni Özgürel.
29 Mart 2017 tarihli Yeni Birlik gazetesi manşeti aynen şöyle: AHRAR’UŞ ŞAM KİM?
Bir örgütü manşetine taşımış gazete. Olur ya! Ama bir manşette olması gereken ilk şey, burada yok: Haber!
Manşet tümüyle bir örgüt portresi. Tanıtımı da bir hayli sempatik. Örgüt Suriye’nin en güçlü grubuymuş. Muhalifmiş. Kuzey Suriye’de ILIMLI İSLAM devleti kurmak niyetindeymiş. Katiyen KÜRESEL CİHAT gibi bir amacı yokmuş.
Peki, bundan bize ne?
Aslında sahiden bize ne! Zira, manşetin hedefi Rusya. Çünkü sadece yazının girişinde olsa da, mesaj açık. Örgüt meğer, geçenlerde Suriye’nin Lazkiye kenti yakınlarında bir Rus helikopteri düşürünce gündeme gelmiş.
Çözülmesi çok zor bir mesaj / bilmece değil. Rusya’ya “karşımıza geçerseniz Ahrar’uş Şam size dünyayı dar eder” uyarısı gönderiliyor.
Ya ABD’yi ne yapmalı?
Asıl mesaj onlardan bize geldi. Gülen’i iade etmek bir yana, Halk Bankası’nın 2 numaralı adamını tutuklayarak, Ankara’yı şoke etti.
Suriye’de de, en büyük düşmanı / rakibi Rusya ile Türkiye konusunda elele verdi. Saray’ın Şam hayallerini bitirdi.
Ve -eğer böyle bir tesadüfe inanırsanız- ne tesadüf, tam da Trump’ın Dışişleri Bakanı Ankara’ya gelmeden saatler önce biz de harekatımızı bitirdik.
İktidar, Fırat Kalkanı Harekâtı’nın (başarıyla) tamamlandığını açıkladı.
Hani Menbiç’e dalacaktık. Hani Rakka’ya gidecektik. Hani Türkiye’yi kimse oralardan söküp çıkartamazdı.
Küt! Bir anda, sürpriz bir şekilde harekât bitiverdi. Suriye’deki oyunda perde kapanıverdi.
Evinde çocuklarını, eşini dövüp kapıdan çıkınca süt dökmüş kediye dönen; patronunun, ahalinin alaylarını sineye çeken EZİK BEYLER’i hatırlıyor insan.
Güçleri ancak çocuklara, gençlere, savunmasız insanlara geçer.
Tabii, o çocuklar gün gelir büyür. Öyle değil mi!
Ayşenur Arslan / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder