Biliyorsunuz iktidarın bir fetva mercii var. Adı Hayrettin Karaman. Hatırlarsınız “yolsuzluk başka hırsızlık başkadır” diyerek
yolsuzluk yapan siyasetçilerin hırsızlıkla itham edilmesine karşı
çıkmıştı. İleride sıklıkla hatırlanacak şu sözlerin sahibi:
“Muhalif siyasetçilerin hedefi, her vasıtayı kullanarak iktidarı düşürmek olursa gerekli gördüklerinde abartıyı, yalanı, iftirayı, kumpası... kullanırlar. Onlar, yolsuzluk yapan için bu kelimeyi kullanmak amaca hizmet etmezse daha yıpratıcı olan ‘hırsızlık’ kelimesini kullanmakta sakınca görmezler.”
Aslında ileride bugünler yazılırken hatırlanacak çok sözü var. Kendisi gibi yaşamayanları şartlar müsait olduğunda gettolara tıkmak gerektiğini de ima etmişti. Şartlar müsait değilken ise şimdilik sadece içten içe kendileri gibi yaşamayanlardan nefret edilmesini tavsiye etmişti.
İşte yolsuzluk yapan siyasetçiye hırsız denmesini yüreği kaldırmayan, punduna getirse kendi gibi inanmayanı toplama kamplarına göndermeye niyetli bu günümüzün Şeyhülislam özentisi geçenlerde referandumda “hayır” oyu kullanacak vatandaşlar için de bir fetva veriverdi.
Zamanında Türkçe Olimpiyatları’nda Gülen Cemaatinin organizasyonunu “Küçük ölçekli ümmet tecellisi olarak vasıflandırmak istiyorum” demesinin özeleştirisini verecek hali yoktu ya, ne yapsın o da fetva verdi.
Gergin referandum sürecinde itidal telkin etme iddiasındaki yazısında hayır oyu vereceklerin “yabancılaşmış unsurlar” olduğunu ileri sürdükten sonra özetle onları yok etmeyip kendilerine tahammül edilmesi gerektiğini kendince hükme bağladı.
Halkın yarısını “yabancılaşmış unsur” ilan etmekle kalmadı şeri hukukun gayrimüslimler için öngördüğü hukukun bir benzerinin uygulanması gerektiğini söyledi. Karaman, halkımızın yarısından nefret ediyor, şartları denk getirirse hepsini gettolara koyacak, gücü buna yetmezken de vatandaştan saymamak, kendi gibi olanlardan daha aşağıda bir hukuki kategoriye yerleştirmek derdinde.
Bir anayasa değişikliği meselesini dini bir tartışmaya çeviriyor.
Ancak Karaman’ı fetva mercii olarak görenler de rahat etmesin. Onları da pek önemsediği söylenemez. Dünkü yazısında ülü’l-emre itaat konusunu işlemiş. Şöyle diyor:
“(...) iman ve dünya görüşü itibariyle Müslüman olanlardan seçildiği veya tayin edildiği, meşrû buyruklarında bunlara itaat etmenin Allah emri ve dinin gereği olduğu anlaşılmaktadır.”
Buraya kadar içleri rahat edebilir. Fakat kurulacak yeni Türkiye’nin ‘Şeyhülislam’ı olmaya kararlı bu zat, siyasetçilerin de ağzının payını vermekten çekinmiyor:
Kamu hayatındaki ülü’lemr ya halife gibi ümmetin seçmesi ve biatıyla belirlenir onun tayin ettiği yüksek dereceli memurlar da dolaylı olarak ümmetin belirlediği ülü’l-emr olurlar- ya da bir makamın tayinine gerek bulunmadan, taşıdıkları üstün vasıflarla bu yetkiyi elde ederler. Bu üstün vasıflar “İslâm, ilim ve adalet”tir. Bilmeyenler, Müslüman, âdil, kâmil ahlâk sahibi ve âlim olan kimselere danışmak, fetva sormak ve aldıkları cevabı uygulamak mecburiyetindedirler. Yöneticiler de -bilmedikleri konuları- bilenlere sormakla yükümlüdürler. Bu açıdan bakıldığında birinci derecede ülü’l-emr “âlimlerdir”, ikinci derecede ülül-emr ise “yöneticiler, âmirler ve kumanda mevkiinde olanlar”dır.
Hayrettin Karaman, referandum öncesinde ellerini ovuşturuyor. Halkın yarısının elinden vatandaşlık haklarını alacağı, halkın yarısını şartlar olgunlaşırsa belli alanlara kapatacağı ve birinci derecede ülü’l-emr sıfatıyla seçilmiş başkanın üzerinde yer alacağı bir rejimi bekliyor.
AKP’li siyasetçiler, yarın birinci dereceden “ülü’l-emr” Hayrettin Karaman vesayeti altında inlemek istemiyorsanız hayır oyu vermelisiniz.
Sayın iktidar mensuplarının ve sayın cumhurbaşkanının bu çok kıymet verdikleri fetvacının sözleri hakkında ne düşündüğünü merak etmek hakkımız. Yoksa niyetiniz referandumda evet çıkarsa, hayır verenlerin kapısına cizyedarlarla mı dayanmak?
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
“Muhalif siyasetçilerin hedefi, her vasıtayı kullanarak iktidarı düşürmek olursa gerekli gördüklerinde abartıyı, yalanı, iftirayı, kumpası... kullanırlar. Onlar, yolsuzluk yapan için bu kelimeyi kullanmak amaca hizmet etmezse daha yıpratıcı olan ‘hırsızlık’ kelimesini kullanmakta sakınca görmezler.”
Aslında ileride bugünler yazılırken hatırlanacak çok sözü var. Kendisi gibi yaşamayanları şartlar müsait olduğunda gettolara tıkmak gerektiğini de ima etmişti. Şartlar müsait değilken ise şimdilik sadece içten içe kendileri gibi yaşamayanlardan nefret edilmesini tavsiye etmişti.
İşte yolsuzluk yapan siyasetçiye hırsız denmesini yüreği kaldırmayan, punduna getirse kendi gibi inanmayanı toplama kamplarına göndermeye niyetli bu günümüzün Şeyhülislam özentisi geçenlerde referandumda “hayır” oyu kullanacak vatandaşlar için de bir fetva veriverdi.
Zamanında Türkçe Olimpiyatları’nda Gülen Cemaatinin organizasyonunu “Küçük ölçekli ümmet tecellisi olarak vasıflandırmak istiyorum” demesinin özeleştirisini verecek hali yoktu ya, ne yapsın o da fetva verdi.
Gergin referandum sürecinde itidal telkin etme iddiasındaki yazısında hayır oyu vereceklerin “yabancılaşmış unsurlar” olduğunu ileri sürdükten sonra özetle onları yok etmeyip kendilerine tahammül edilmesi gerektiğini kendince hükme bağladı.
Halkın yarısını “yabancılaşmış unsur” ilan etmekle kalmadı şeri hukukun gayrimüslimler için öngördüğü hukukun bir benzerinin uygulanması gerektiğini söyledi. Karaman, halkımızın yarısından nefret ediyor, şartları denk getirirse hepsini gettolara koyacak, gücü buna yetmezken de vatandaştan saymamak, kendi gibi olanlardan daha aşağıda bir hukuki kategoriye yerleştirmek derdinde.
Bir anayasa değişikliği meselesini dini bir tartışmaya çeviriyor.
Ancak Karaman’ı fetva mercii olarak görenler de rahat etmesin. Onları da pek önemsediği söylenemez. Dünkü yazısında ülü’l-emre itaat konusunu işlemiş. Şöyle diyor:
“(...) iman ve dünya görüşü itibariyle Müslüman olanlardan seçildiği veya tayin edildiği, meşrû buyruklarında bunlara itaat etmenin Allah emri ve dinin gereği olduğu anlaşılmaktadır.”
Buraya kadar içleri rahat edebilir. Fakat kurulacak yeni Türkiye’nin ‘Şeyhülislam’ı olmaya kararlı bu zat, siyasetçilerin de ağzının payını vermekten çekinmiyor:
Kamu hayatındaki ülü’lemr ya halife gibi ümmetin seçmesi ve biatıyla belirlenir onun tayin ettiği yüksek dereceli memurlar da dolaylı olarak ümmetin belirlediği ülü’l-emr olurlar- ya da bir makamın tayinine gerek bulunmadan, taşıdıkları üstün vasıflarla bu yetkiyi elde ederler. Bu üstün vasıflar “İslâm, ilim ve adalet”tir. Bilmeyenler, Müslüman, âdil, kâmil ahlâk sahibi ve âlim olan kimselere danışmak, fetva sormak ve aldıkları cevabı uygulamak mecburiyetindedirler. Yöneticiler de -bilmedikleri konuları- bilenlere sormakla yükümlüdürler. Bu açıdan bakıldığında birinci derecede ülü’l-emr “âlimlerdir”, ikinci derecede ülül-emr ise “yöneticiler, âmirler ve kumanda mevkiinde olanlar”dır.
Hayrettin Karaman, referandum öncesinde ellerini ovuşturuyor. Halkın yarısının elinden vatandaşlık haklarını alacağı, halkın yarısını şartlar olgunlaşırsa belli alanlara kapatacağı ve birinci derecede ülü’l-emr sıfatıyla seçilmiş başkanın üzerinde yer alacağı bir rejimi bekliyor.
AKP’li siyasetçiler, yarın birinci dereceden “ülü’l-emr” Hayrettin Karaman vesayeti altında inlemek istemiyorsanız hayır oyu vermelisiniz.
Sayın iktidar mensuplarının ve sayın cumhurbaşkanının bu çok kıymet verdikleri fetvacının sözleri hakkında ne düşündüğünü merak etmek hakkımız. Yoksa niyetiniz referandumda evet çıkarsa, hayır verenlerin kapısına cizyedarlarla mı dayanmak?
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder