1 Nisan 2017 Cumartesi

Cumhuriyet’in ‘düşman’ı kimdi? - ALİ SİRMEN

28 Mart günkü “Düşman ve altın vuruş” yazımda Emre Kongar’ın hepimizi, “demokrasi için direnmeye” çağıran manifestosundan bir alıntı yapmıştım. Emre Hoca “Kırmızı Kedi” tarafından yayımlanmış, manifestosunun 20. sayfasında şunları söylüyordu:
“Her uluslaşma sürecinde ve her ulusal eylemde ‘ortak düşman’ kavramı ‘olmazsa olmaz’ sosyal psikolojik ve siyasal koşuldur. Eylemin gücü ve dolayısıyla ‘düşman’a karşı alınacak önlemlerin şiddeti doğru orantılıdır.
Almanya’da (Naziler döneminde) Yahudiler bu hedefe oturtulmuşlardır.”

Bu alıntının ardından faşist ve ırkçı yönetimlerde düşman kavramının yerini ve bu kavramın söz konusu rejimlerin sonunu hazırladığını anlatmaya çalışmıştım.
Bir dostum bu yazı üzerine şu soruyu sordu:
-Cumhuriyet projesi de bir uluslaşma süreci olduğuna göre, onun düşmanı kim ya da kimlerdi?
Soru mantıklıydı, üstelik kimilerince yanlış anlaşılmış, saptırılmış Kemalist ulus kavramı ve toplumda yerleşmiş, yanlış algılar yüzünden de mutlaka giderilmesi gereken bir yanılgıya da parmak basmaktaydı.
Gerçekten, Cumhuriyet, uluslaşma projesi olduğundan zaman zaman kimilerince, haksız yere ırkçılıkla, şovenizmle suçlanmıştır. 

***
Oysa Cumhuriyet’in temelini oluşturan ulus kavramının, ırk, dil ve din birliği üzerine bina edilmiş, objektivist, ırkçı ulusçulukla bir ilgisi yoktur. Kendi ulusunu ve onun temeli olan ırkını başka uluslardan üstün görmeye eğilimli olan ve o duygudan beslenen objektivist, ırk temeline dayalı olan ulusçuluktur.
Cumhuriyet’in ulusçuluğu ise, bir arada yaşama ve ortak bir hedefe birlikte yönelme iradesi üzerine bina edilmiş, şovenizm tuzağı karşısında uyanık, sübjektivist ulusçuluktur.
Bu iki ulus kavramının birbirlerine karıştırılması, haksız ithamların kaynağını oluşturmuştur.
Doğrusu, siyaset sahnesinde “Milliyetçi Cephe” olarak somutlaşmış Türk İslam sentezci tutucu milliyetçilerin ve de ümmetçi akımların yaklaşım ve uygulamaları da bu suçlamaların haklıymış gibi algılanmalarına yol açmıştır.
Ama, bunların Cumhuriyet’in temelini oluşturan ulus projesiyle bir ilgisi yoktur.
“Düşman”a gelince:
Kurtuluş Savaşı sırasında doruğa çıkmış olan uluslaşma sürecinin ilk aşamasında, ortak düşman elde silah cephede dövüşülen işgalcilerdi. Kurtuluş Savaşı’nın kadroları, düşmanın yalnız Yunanistan olmadığının, aynı zamanda onun ardında duran İtilaf devletleri olduğunun farkındaydılar ve global bir emperyalizm algısına sahiptiler.
O dönemde düşman, bütün dünyanın mazlum uluslarının ortak düşmanı olan emperyalizmdi.
Cumhuriyet’in temelindeki anti emperyalist bilinç net ve keskindi. 

***
Ama Cumhuriyet, bir kez işgali ortadan kaldırıp bağımsızlığını kazandıktan sonra, kendi ulus temelini pekiştirmek için, karşısında düşman ülkeler yaratma tuzağına düşmedi.
Onun hedefi çağının mümkün olan en ilerisine ulaşmaktı. Bunun için yapılması gereken insanlığın o güne kadar eriştiği tüm kazanımları kucaklayan, bir değerler bütünü oluşturmaktı.
Bu ulusal bir kavgaydı ve karşısında başka uluslar değil, ama gerçek düşman olan cehalet vardı.
Cumhuriyet’in düşmanı olan uluslar yoktu, ona göre en büyük düşman, ortak ulusal hedef olan çağdaş uygarlığı yakalamanın önündeki en büyük engel olan cehaletti.
Cumhuriyetin en büyük savaşı çağdaşlaşma cephesinde verilmekteydi.
Bu savaşın zaferleri, hepsi çağıyla uyumu sağlamaya yönelik olan çağdaşlaşma ve eğitim savaşlarında kazanılmıştı.
İşte bu yüzdendir ki, Cumhuriyet’in bütün yaşamı boyunca her cephede savaşmış kurucu komutanı öldüğü zaman bütün ulusların temsilcileri peşinden saygıyla yürümüşlerdi.
Bunları söylediğimde dostum sordu:
-Cumhuriyet o düşmanını yenebildi mi bari?
Bu soruya, siz olsaydınız, ne yanıt verirdiniz?


ALİ SİRMEN / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder