Darbe girişiminden sonra en çok tartışılan ve üzerinde neredeyse bir milli uzlaşmaya varılan konu devlet görevinde “liyakat”ın
esas alınmasıydı. Gülen cemaatinin devletin her kademesine sızmakla
kalmayıp bir de darbeye kalkışmasından sonra iktidar sabah liyakat diye
kalkıp akşam liyakat diye yatıyordu. Ertesi sabah yeniden...
Cemaatin, Emniyet ve orduya sızmasının senelerce acısını çeken, iktidara muhalif kesimler de bu uzlaşmaya derhal katılmıştı. Zaten kimsenin karşı çıkmayacağı basit bir ilkeden bahsediyoruz. Atamalarda liyakatin neden dikkate alınmadığı, cemaat sızıntısının neden engellenmediği, Gülenciler hakkındaki 2004 tarihli MGK raporunun neden hasır altı edildiği, YAŞ’ta ihraç kararı alınmayarak kimlerin önünün açıldığı, iktidar destekli siyasi kumpas davalarıyla ordu içindeki sızıntının bir sel haline gelmesine nasıl yol açıldığı sorgulanmadı.
Sonu darbe girişimine kadar giden cemaat meselesinde, bu karmaşık örgütün hazırlık hareketlerinde bilfiil ve canla başla yer alan iktidar çevreleri bırakalım yargılanmayı, kendilerini en büyük “FETÖ” düşmanı ilan etti.
Böylelikle darbeyle mücadele elbette eksik kaldı. Eksik kalmayı geçelim, mücadele cemaatle yakından uzaktan ilgisi olmayan kesimleri hedef alarak 12 Eylül’ü aratacak genel bir muhalif tasfiyesine dönüştü.
Hal böyleyken, 15 Temmuz ertesinin en önemli başlıklarından liyakat da unutuldu gitti. İşi, ona layık olana, ehil olana vermek gibi basit bir kural işletilmedi.
Malum, yargıdan binlerce hâkim ve savcı OHAL KHK’si ile ihraç edildi. Böylesine toptan ihraçların hukuka uygunluğu tartışmasını şimdilik bir kenara koyalım. Bu hâkim ve savcıların yerine yenilerinin gelmesi gerek ki, yargı felce uğramasın. Mahkemeye işi düşen herkes fark etmiştir ki, felç hali ciddidir. Peki, yeni atamaların liyakate uygun yapılması için ne yapıldı?
Hâkim ve savcı adaylığına mülakata çağrılma hakkı kazanmak için yazılı sınavda en az 70 almak gerekiyordu. Derhal bir OHAL KHK’si çıkarıldı ve bu baraj kaldırıldı. Yani yazılı sınavdan aldığı not ne olursa olsun, asgari bir hukuk bilgisi olup olmadığına bakılmaksızın herkes mülakata çağırıldı.
Sonuçta ne oldu? Belli ki ne bekleniyorsa o oldu. Önceki gün CHP milletvekili Barış Yarkadaş, yeni atanan hâkim ve savcıların AKP il ve ilçe örgütlerinden, milletvekili adaylarından seçildiğini ileri sürdü. İddia, Adalet Bakanlığı’nın aldığı 900 hâkimden 800’ünün AKP’li olduğu. Mülakat yazılı sınavdan 80 alanı eleme, mesela 50 alanı ise hâkim yapmaya imkân tanıyor. AKP milletvekili adayı, yöneticisi ya da AKP’li belediyelerin avukatı 800 kişinin baraj kaldırıldıktan sonra hâkim olarak atandığı iddiası şayet gerçekse bu tam bir rejim değişikliği ilanıdır.
Tek parti rejimi, yargıyı partinin bir komisyonuna dönüştürüyor demektir. İhraç tehdidi başlarının üzerinde sallanan hâkimlerin bağımsızlığı zaten neredeyse yoktu. Doğrudan AKP’li hâkimlerin atanması durumundaysa yargı muhalifleri içeri atmadan evvel biraz soluklanma yeri haline gelir. Bu da kâğıt israfından başka bir şey değil.
Vatandaş başka partiden belediye başkanı seçer, kayyım atanır belediye AKP’ye bağlanır. Vatandaş hâkimin önüne çıkar hâkim AKP’li. Vatandaş hayır oyu verir, oy pusulaları mühürsüz. Ne yapsın vatandaş?
Kuvvetler ayrılığı yoksa, hâkimler partiliyse adalet yoktur. Madem adalet mülkün yani devletin temeli, o vakit devlet ne kadar vardır? Parti devleti, o partinin dışındakileri devletsizleştirmek demektir. Anayasasızlık ve devletsizleştirmek her coğrafyada özellikle bu coğrafyada felakete davet demek.
Yarkadaş’ın iddiaları derhal aydınlatılmalı.
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
Cemaatin, Emniyet ve orduya sızmasının senelerce acısını çeken, iktidara muhalif kesimler de bu uzlaşmaya derhal katılmıştı. Zaten kimsenin karşı çıkmayacağı basit bir ilkeden bahsediyoruz. Atamalarda liyakatin neden dikkate alınmadığı, cemaat sızıntısının neden engellenmediği, Gülenciler hakkındaki 2004 tarihli MGK raporunun neden hasır altı edildiği, YAŞ’ta ihraç kararı alınmayarak kimlerin önünün açıldığı, iktidar destekli siyasi kumpas davalarıyla ordu içindeki sızıntının bir sel haline gelmesine nasıl yol açıldığı sorgulanmadı.
Sonu darbe girişimine kadar giden cemaat meselesinde, bu karmaşık örgütün hazırlık hareketlerinde bilfiil ve canla başla yer alan iktidar çevreleri bırakalım yargılanmayı, kendilerini en büyük “FETÖ” düşmanı ilan etti.
Böylelikle darbeyle mücadele elbette eksik kaldı. Eksik kalmayı geçelim, mücadele cemaatle yakından uzaktan ilgisi olmayan kesimleri hedef alarak 12 Eylül’ü aratacak genel bir muhalif tasfiyesine dönüştü.
Hal böyleyken, 15 Temmuz ertesinin en önemli başlıklarından liyakat da unutuldu gitti. İşi, ona layık olana, ehil olana vermek gibi basit bir kural işletilmedi.
Malum, yargıdan binlerce hâkim ve savcı OHAL KHK’si ile ihraç edildi. Böylesine toptan ihraçların hukuka uygunluğu tartışmasını şimdilik bir kenara koyalım. Bu hâkim ve savcıların yerine yenilerinin gelmesi gerek ki, yargı felce uğramasın. Mahkemeye işi düşen herkes fark etmiştir ki, felç hali ciddidir. Peki, yeni atamaların liyakate uygun yapılması için ne yapıldı?
Hâkim ve savcı adaylığına mülakata çağrılma hakkı kazanmak için yazılı sınavda en az 70 almak gerekiyordu. Derhal bir OHAL KHK’si çıkarıldı ve bu baraj kaldırıldı. Yani yazılı sınavdan aldığı not ne olursa olsun, asgari bir hukuk bilgisi olup olmadığına bakılmaksızın herkes mülakata çağırıldı.
Sonuçta ne oldu? Belli ki ne bekleniyorsa o oldu. Önceki gün CHP milletvekili Barış Yarkadaş, yeni atanan hâkim ve savcıların AKP il ve ilçe örgütlerinden, milletvekili adaylarından seçildiğini ileri sürdü. İddia, Adalet Bakanlığı’nın aldığı 900 hâkimden 800’ünün AKP’li olduğu. Mülakat yazılı sınavdan 80 alanı eleme, mesela 50 alanı ise hâkim yapmaya imkân tanıyor. AKP milletvekili adayı, yöneticisi ya da AKP’li belediyelerin avukatı 800 kişinin baraj kaldırıldıktan sonra hâkim olarak atandığı iddiası şayet gerçekse bu tam bir rejim değişikliği ilanıdır.
Tek parti rejimi, yargıyı partinin bir komisyonuna dönüştürüyor demektir. İhraç tehdidi başlarının üzerinde sallanan hâkimlerin bağımsızlığı zaten neredeyse yoktu. Doğrudan AKP’li hâkimlerin atanması durumundaysa yargı muhalifleri içeri atmadan evvel biraz soluklanma yeri haline gelir. Bu da kâğıt israfından başka bir şey değil.
Vatandaş başka partiden belediye başkanı seçer, kayyım atanır belediye AKP’ye bağlanır. Vatandaş hâkimin önüne çıkar hâkim AKP’li. Vatandaş hayır oyu verir, oy pusulaları mühürsüz. Ne yapsın vatandaş?
Kuvvetler ayrılığı yoksa, hâkimler partiliyse adalet yoktur. Madem adalet mülkün yani devletin temeli, o vakit devlet ne kadar vardır? Parti devleti, o partinin dışındakileri devletsizleştirmek demektir. Anayasasızlık ve devletsizleştirmek her coğrafyada özellikle bu coğrafyada felakete davet demek.
Yarkadaş’ın iddiaları derhal aydınlatılmalı.
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder