Referandum sonrası toplanan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde yıllık “çalışma Raporu” görüşülürken, CHP’li üyelerin, hesap-kitap soran haklı eleştirilerini yanıtlamaya çalışan Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bir ara bunalıp, “Beyninizle düşündüğünüzü, kalbinize sorun!”, yani “aklı bırakın” dedi, hemen ardından da “kalp asla yanıltmaz!” diye bastırarak vurguladı.
“TV” izlerken bu konuşmayı duyduğumda, kalp ile akıl bağlantısını, bu doğrultuda konu edinen düşünce sisteminin babası, “900 yıllık” İslam düşünürü “İmam Gazzali”yi anımsadım.
Bilindiği gibi, Osmanlı’da da kabul gören düşünce akımı buydu; kuşkusuz yıkılışının da önemli nedenlerinden de biriydi...
Ne var ki, “ayrım”ın altını çizmeliyiz; Gazzali, kısaca, “dinin akıl terazisine vurulmamasını, kalp yoluyla, gönül yoluyla algılanmasını” istediği, dolaysiyle de felsefeyi, özgür düşünceyi dışladığı vurgulanır.
Topbaş’a gelince, dünyanın en kalabalık kentlerinden biri olan, İstanbul’un, Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görevli olarak, “21. yy’ın” getirdiği kaçınılmaz ihtiyaçlarını, isteklerini karşılamak, kısaca bu; dolaysiyle gereken temeli “akıl” olan bilimin sağladığı yöntemlerle, araçlarla sorunları çözmek.
Yine de Topbaş’ın bu gerçeği görmesini -13 yıl sonra da olsa- unutmamalıyız. “Üç dönemdir başkanlık yapıyorum. Bu son dönemim!” dedi; peki bu da akıllıca bir karar değil mi?
Ama yine de aklının bu isteğini, kalbine danışması için önünde çok zamanı var...
Ve değerli dostlar, Topbaş’ın bu kararında önceki “ İBB Başkanı R. Tayyip Erdoğan” gibi öyle tepelere çıkma isteğinin olmamasının -ya da olanaksız oluşunun- etkisini de unutmamalı.
R. T. Erdoğan’ın, bu göreve ve bundan sonrakilere nasıl hazırlandığı, “ABD”nin elçisi, “Abramowitz” ile sıcak dostluğu; “ABD”ye gidiş-gelişler, “Hedefimiz İslam Devletidir!” haykırışları, Obama’nın “Ilımlı İslam Devleti” düzeltmesini de unutmamalı.
Hele, “Hem Müslüman hem laik olunamaz! Ya Müslüman olacaksınız, ya laik!” çağrılarını da...
İkinci basamakta, “Başbakan” olduğunda da, bunları hiç söylememiş gibi, “İdeal devleti tanımlamak için, Anayasamız dört tane unsur tespit etmiş. ‘Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti’. Bu dört taneden biri eksik olursa, ideal devlet de eksik olur!” diyebiliyor; ardından da bakın ne diyor: “Bunun dördünü de aynı derecede değerli buluyoruz, bunların bir tanesinden bile taviz vermeyi asla düşünmüyoruz!..”
Ve bunları -kendi kendimize gelin güvey olurken, söylemiyor- İstanbul’da “12-15 Mayıs 2007”de yapılan Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) 56. Dünya Kongresi’nin kapanış konuşmasında dile getiriyor.
Ayrıca kapanıştaki basın toplantısında da, “Demokrasi, tanımı gereği özgürlükçüdür!” diye vurgulamaktan da kendini alamıyor.
Sakın “pes!” demeyin; dahası da var; yabancı gazeteciler -özellikle Herald Tribune, Neue Zurcher Zeitung’un temsilcilerinin “Ordunun rolüne tek kelime değinmediniz, neden?” sorusuna da yanıt gecikmez, yukarıda sözü edilen dört unsuru, “demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti”ni sayıp, “Bunlardan taviz verilmeyeceğinin güvencesini, ordumuz sağlamakla yükümlüdür!” der...
İşte bu kadar! Yetmez mi?
Biz bir kenara, “AB”ye bile yetmiş artmıştı, üçüncü sınıftan ikinci sınıfa geçirilmemiz için... Var mı, yok mu Erdoğan!..
Topbaş’ın, bu basamakları çıkmasına olanak yoksa, ya da istemiyorsa, “21. yy”da bir “Gazzali Müridi(!)” olmak da yeter artar herhalde...
Ne dersiniz?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
“TV” izlerken bu konuşmayı duyduğumda, kalp ile akıl bağlantısını, bu doğrultuda konu edinen düşünce sisteminin babası, “900 yıllık” İslam düşünürü “İmam Gazzali”yi anımsadım.
Bilindiği gibi, Osmanlı’da da kabul gören düşünce akımı buydu; kuşkusuz yıkılışının da önemli nedenlerinden de biriydi...
Ne var ki, “ayrım”ın altını çizmeliyiz; Gazzali, kısaca, “dinin akıl terazisine vurulmamasını, kalp yoluyla, gönül yoluyla algılanmasını” istediği, dolaysiyle de felsefeyi, özgür düşünceyi dışladığı vurgulanır.
Topbaş’a gelince, dünyanın en kalabalık kentlerinden biri olan, İstanbul’un, Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görevli olarak, “21. yy’ın” getirdiği kaçınılmaz ihtiyaçlarını, isteklerini karşılamak, kısaca bu; dolaysiyle gereken temeli “akıl” olan bilimin sağladığı yöntemlerle, araçlarla sorunları çözmek.
Yine de Topbaş’ın bu gerçeği görmesini -13 yıl sonra da olsa- unutmamalıyız. “Üç dönemdir başkanlık yapıyorum. Bu son dönemim!” dedi; peki bu da akıllıca bir karar değil mi?
Ama yine de aklının bu isteğini, kalbine danışması için önünde çok zamanı var...
Ve değerli dostlar, Topbaş’ın bu kararında önceki “ İBB Başkanı R. Tayyip Erdoğan” gibi öyle tepelere çıkma isteğinin olmamasının -ya da olanaksız oluşunun- etkisini de unutmamalı.
R. T. Erdoğan’ın, bu göreve ve bundan sonrakilere nasıl hazırlandığı, “ABD”nin elçisi, “Abramowitz” ile sıcak dostluğu; “ABD”ye gidiş-gelişler, “Hedefimiz İslam Devletidir!” haykırışları, Obama’nın “Ilımlı İslam Devleti” düzeltmesini de unutmamalı.
Hele, “Hem Müslüman hem laik olunamaz! Ya Müslüman olacaksınız, ya laik!” çağrılarını da...
İkinci basamakta, “Başbakan” olduğunda da, bunları hiç söylememiş gibi, “İdeal devleti tanımlamak için, Anayasamız dört tane unsur tespit etmiş. ‘Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti’. Bu dört taneden biri eksik olursa, ideal devlet de eksik olur!” diyebiliyor; ardından da bakın ne diyor: “Bunun dördünü de aynı derecede değerli buluyoruz, bunların bir tanesinden bile taviz vermeyi asla düşünmüyoruz!..”
Ve bunları -kendi kendimize gelin güvey olurken, söylemiyor- İstanbul’da “12-15 Mayıs 2007”de yapılan Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) 56. Dünya Kongresi’nin kapanış konuşmasında dile getiriyor.
Ayrıca kapanıştaki basın toplantısında da, “Demokrasi, tanımı gereği özgürlükçüdür!” diye vurgulamaktan da kendini alamıyor.
Sakın “pes!” demeyin; dahası da var; yabancı gazeteciler -özellikle Herald Tribune, Neue Zurcher Zeitung’un temsilcilerinin “Ordunun rolüne tek kelime değinmediniz, neden?” sorusuna da yanıt gecikmez, yukarıda sözü edilen dört unsuru, “demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti”ni sayıp, “Bunlardan taviz verilmeyeceğinin güvencesini, ordumuz sağlamakla yükümlüdür!” der...
İşte bu kadar! Yetmez mi?
Biz bir kenara, “AB”ye bile yetmiş artmıştı, üçüncü sınıftan ikinci sınıfa geçirilmemiz için... Var mı, yok mu Erdoğan!..
Topbaş’ın, bu basamakları çıkmasına olanak yoksa, ya da istemiyorsa, “21. yy”da bir “Gazzali Müridi(!)” olmak da yeter artar herhalde...
Ne dersiniz?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder