Milliyet gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’ye okul yıllığında bir soru soruluyor:
“Kaç yaşına kadar yaşamayı istersiniz?”
İpekçi, bu soruya “2000 senesini görmeyi çok istiyorum” diye cevap veriyor.
İpekçi, 80’li yılları bile göremeden...
1979 Şubatı’nda daha elli yaşında, Teşvikiye’deki evinin önünde, otomobilinin içinde silahlı suikasta uğrayarak öldürüldü.
1979... 1980’den önceki son yıldı.
O yıllarda ve sonrasında bu ülkenin sadece kıymetli insanları değil, tüm değerleri, idealleri, umutları ardı ardına vurularak, bombalarla, işkencelerde öldürülüyordu.
14 yıl sonra kendisi de bir suikastla öldürülecek olan Uğur Mumcu, Abdi İpekçi’nin ardından şöyle yazmıştı:
“Abdi İpekçi niçin öldü, diye sormayın. Yarınlar için, yarınların özgürce yaşanması için öldü.”
O gün sorulması gereken önemli bir soru daha vardı.
Peki, Mehmet Ali Ağca neden doğmuştu?
O zamanlardan bu zamanlara cinayetlerin ardı arkası kesilmedi.
Ülkenin siyasi tarihi maktuller ve katiller üzerinden itinayla yazıldı.
İsimlerin altına isimler ekleyerek ve mezarların, anıtların başında, “Katilleri bulun” diye bağırarak nafile geçti zamanlar.
Aslında İpekçi’nin katili de, diğerlerinin katilleri de hep belliydi.
Yine de soruşturmalar hiçbir yere varmadı.
Sanıklar karmakarışık siyasi yapıların içinde kasten saklandılar, korundular.
Devlet ve cinayet ve mafya ve terör ilişkileri ülkenin ayaklarına ve başına zehirli sarmaşıklar gibi dolandı yıllarca.
Zaman içinde ölenler öldükleriyle kaldılar;
Onları öldürenler ve öldürtenler palazlandıkça palazlandılar.
Yıllar boyu işlenen cinayetlerin korkunç iklimi nihayet iktidara iyice yerleşti.
Bir zamanlar bu ülkede aklın, vicdanın ve sağduyunun temsilcisi olan soylu bir gazeteciliğin biçimlendirdiği bir dünyanın sesiydi.
Medya barbarları zamane siyasetlerinin rüzgârına binip o dünyayı fütursuzca işgal etti.
Şimdi de adı gazeteciliğin barış ve dostluk kelimeleriyle birlikte anılmasına neden olan Abdi İpekçi’nin mezarı, iktidarın kendine göre biçimlendirdiği rezil bir gazetecilik tarafından yağmalanıyor.
Onun yaşamının ve ölümünün temsil ettiği tüm değerler kasten alaşağı ediliyor.
Ülkenin aydınlarını oluk oluk kan akıtmakla tehdit eden;
İktidara muhalif olan herkese gününü göstermeye soyunan;
Silahına ve sokakların karanlığına güvenen bir ‘işadamı’;
Milliyet gazetesi tarafından bir “En iyi” ödülüyle taçlandırılıyor.
Geçen yıl çıkan sonucu beğenmeyip geleneksel Abdi İpekçi Ödülleri’ni dağıtmayan gazetenin, bu yeni icat ettiği ve “geleneksel” olarak lanse ettiği “En iyi hayırsever” ödülünü Sedat Peker’e vermesi, korkunç olduğu kadar doğal da bir sonuç.
Abdi İpekçi’den hunharca alınan ve törenle Sedat Peker’e yüklenen değerler;
Yeni Türkiye’nin artık yoldan tamamen çıkmış medyasının art niyetinin ve işlevinin utanç verici nişanı.
Abdi İpekçi niçin öldü?
Ve Sedat Peker niçin doğdu?
Mine Söğüt / CUMHURİYET
“Kaç yaşına kadar yaşamayı istersiniz?”
İpekçi, bu soruya “2000 senesini görmeyi çok istiyorum” diye cevap veriyor.
İpekçi, 80’li yılları bile göremeden...
1979 Şubatı’nda daha elli yaşında, Teşvikiye’deki evinin önünde, otomobilinin içinde silahlı suikasta uğrayarak öldürüldü.
1979... 1980’den önceki son yıldı.
O yıllarda ve sonrasında bu ülkenin sadece kıymetli insanları değil, tüm değerleri, idealleri, umutları ardı ardına vurularak, bombalarla, işkencelerde öldürülüyordu.
14 yıl sonra kendisi de bir suikastla öldürülecek olan Uğur Mumcu, Abdi İpekçi’nin ardından şöyle yazmıştı:
“Abdi İpekçi niçin öldü, diye sormayın. Yarınlar için, yarınların özgürce yaşanması için öldü.”
O gün sorulması gereken önemli bir soru daha vardı.
Peki, Mehmet Ali Ağca neden doğmuştu?
***
Ülkenin siyasi tarihi maktuller ve katiller üzerinden itinayla yazıldı.
İsimlerin altına isimler ekleyerek ve mezarların, anıtların başında, “Katilleri bulun” diye bağırarak nafile geçti zamanlar.
Aslında İpekçi’nin katili de, diğerlerinin katilleri de hep belliydi.
Yine de soruşturmalar hiçbir yere varmadı.
Sanıklar karmakarışık siyasi yapıların içinde kasten saklandılar, korundular.
Devlet ve cinayet ve mafya ve terör ilişkileri ülkenin ayaklarına ve başına zehirli sarmaşıklar gibi dolandı yıllarca.
Zaman içinde ölenler öldükleriyle kaldılar;
Onları öldürenler ve öldürtenler palazlandıkça palazlandılar.
Yıllar boyu işlenen cinayetlerin korkunç iklimi nihayet iktidara iyice yerleşti.
***
Milliyet gazetesi... Bir zamanlar bu ülkede aklın, vicdanın ve sağduyunun temsilcisi olan soylu bir gazeteciliğin biçimlendirdiği bir dünyanın sesiydi.
Medya barbarları zamane siyasetlerinin rüzgârına binip o dünyayı fütursuzca işgal etti.
Şimdi de adı gazeteciliğin barış ve dostluk kelimeleriyle birlikte anılmasına neden olan Abdi İpekçi’nin mezarı, iktidarın kendine göre biçimlendirdiği rezil bir gazetecilik tarafından yağmalanıyor.
Onun yaşamının ve ölümünün temsil ettiği tüm değerler kasten alaşağı ediliyor.
Ülkenin aydınlarını oluk oluk kan akıtmakla tehdit eden;
İktidara muhalif olan herkese gününü göstermeye soyunan;
Silahına ve sokakların karanlığına güvenen bir ‘işadamı’;
Milliyet gazetesi tarafından bir “En iyi” ödülüyle taçlandırılıyor.
Geçen yıl çıkan sonucu beğenmeyip geleneksel Abdi İpekçi Ödülleri’ni dağıtmayan gazetenin, bu yeni icat ettiği ve “geleneksel” olarak lanse ettiği “En iyi hayırsever” ödülünü Sedat Peker’e vermesi, korkunç olduğu kadar doğal da bir sonuç.
Abdi İpekçi’den hunharca alınan ve törenle Sedat Peker’e yüklenen değerler;
Yeni Türkiye’nin artık yoldan tamamen çıkmış medyasının art niyetinin ve işlevinin utanç verici nişanı.
***
Şimdi hep birlikte en başa dönelim ve belki de cevabını bulduğumuz anda hayatımızı kurtaracak anahtar soruyu soralım: Abdi İpekçi niçin öldü?
Ve Sedat Peker niçin doğdu?
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder