18 Mayıs 2017 Perşembe

Kalem ve Kağıt Arası Yaşam - ALİ RIZA AYDIN

Çağdaş anlatımı, klavye ile ekran arası olsa da, kalemin kağıt üzerinde akıp gitmesidir özü. Açılımı da düşüncenin yazıyla aktarılması…
“Yazar” denir kısaca bu buluşmanın sahibine. Kimileri çok yazar, kimileri makul… Ama yaşamı kalem ve kağıtarasında olan hem de kaynağından çıkıp pırıl pırıl, gürül gürül ve de hızlı mı hızlı akan su gibi kalem kullanan insan sayısı azdır.

Ahmet Mümtaz İdil işte bu azlar arasındaydı. Son günlerinde, “kendimi yazılara döndürmem gerek. Tüm rüzgar oradan geliyor” derken, yaşamı ile yazma bağını kendisi de itiraf ediyordu. Yazmadığı zamanlara da müzik ve okuma sığdırdı hep.Odatv baskınında polis evdeki CD’lere el koyunca,  “içlerinde ne olduğuna bakmak için tüm CD’leri dinlemek zorunda kalacaklar; ne iyi, klasik müziğe alışacaklar” diye gülmüştük o gergin günde.
Onun 65, benim 64 yıllık yaşamımızın yarısından fazlasını birlikte geçirdik; iyi dost olduk. 1981 Ocak ayında yayın hayatına giren “Bilim ve Sanat Dergisi” buluşturdu bizi. Dergideki (Mayıs 1981, Sayı 5) ilk yazısı, “Edebiyat” bölümünde “100. Ölüm Yılında Dostoyevski” idi; ömrü boyunca hiç terk etmediği büyük yazar…


Bilim ve Sanat Dergisiyle birlikte, “Yarın Dergisi”… İlk kitabı da “Yarın Yayınları” tarafından 1983’de yayımlanan “Sovyet Romanı” oldu. Kendisi mütevaziliğiyle üzerinde durmadı ama hep anımsattığım halde bir daha da baskı yapmadı bu kitap. Bir yıl sonra 1984’de yayımlanan “Gerçeklik ve Roman” kitabıyla “Akademi Kitabevi Araştırma-İnceleme Ödülü” alıp, aramızdan ayrıldığı güne kadar, yüzlerce yazı, 17 İdil kitabı ve birçok çeviri bıraktı.
İyi bildiği dil olan Rusçasıyla iyi bildiği Rus ve Sovyet edebiyatını hiç terk etmedi.
Sovyet Romanı kitabının girişindeşöyle diyordu: “Sovyet edebiyatı, (…) bazı batılı yazarlar ve eleştirmenler tarafından somut bir çizgiyle ayrı gösterilmeye çalışılmakta ve böylelikle de Sovyet edebiyatının yadsınması yoluna gidilmektedir. Ekim devriminden sonra kurulan yeni düzen ile birlikte yeni bir edebiyatın kurulmasına çalışıldığı doğrudur, ama bu dev bir edebiyat mirasının yıkıntıları üzerinde yükseltilecek, dış hatları kesinkes belirlenmiş bir kalıp arayışı değildir. Hatta öyle ki, her iki dönemde de yaşamış ve her iki önemde de başarılı yapıtlar vermiş yazarların sayısı bir hayli kalabalıktır.” “Sovyet edebiyatı ile batı edebiyatı arasındaki çelişkinin büyük bölümü, sanatsal olayların tarihsel gelişimini yeterince değerlendirememekten doğmaktadır.”
Sovyetler Birliği’nin yapıtlarını kendi dilinde veren birçok cumhuriyetten oluşmasıyla bağlantılı olarak, bu cumhuriyetlerin “köklü bir yazın gelenekleri” olduğunu hep vurguladı. Kitabında da, yazarların bağlı bulundukları cumhuriyetleri belirtmeyi ihmal etmedi.

2009’da Anayasa Mahkemesi Başkanının “benimle çalışmak istemediğini söylemesi” üzerine emeklilik dilekçemi verdikten sonra (sıcak bir yazıyla anlatmıştı bu ayrılışı), Odatv sayfalarında buluştuk. Bu yazardaş buluşması daha sonra soL Gazete ve soLPortal’da sürdü. Sosyalistlerin Meclisi ve Sol Cephe eylemsel/fikirsel buluşma alanlarımız oldu.
Odatv yazılarımı kitaplaştırma önerisine, yayımlanmış yazılardan kitap yapmaya sıcak bakmadığımdan, gönüllü olmadım ama kıramadım İdil’i… Bir de baktım kaşla göz arasında kitap için “önsöz” yazıp göndermiş, bir de Sevgili Oğuz Oyan’a “önsöz” yazması talebinde bulunmuş, onu da almış bile. Kitap iki önsözle hazırlandı ama yine de benim gönülsüzlüğümle yayımlanamadı.
“Dünyayı kavrayışı kitaba yansıtma” başlıklı önsöze şöyle başlıyordu Sevgili İdil: “Önsöz yazmak zordur. Öncelikle kitabı iyi bileceksiniz, haydi onu bildiniz, yazarı çok iyi tanıyacaksınız. Yazarı da çok iyi tanıdınız, yetmiyor; yazarın dünyayı kavrayışını kitabına yansıtıp yansıtmadığını değerlendireceksiniz. Bu koşulları bir araya getiremiyorsanız eğer, çok sevdiğiniz dostunuz için bile kolları sıvadıysanız, kollarınızı eski haline getireceksiniz. Önsöz hatır kaldırmaz…”

O, Anayasa Mahkemesinden ayrılma maceramı ve yayımlanamayankitabın önsözünü yazmıştı her zamanki ustalığıyla. Ama ben, hastalığının ağırlığını bile bile ardından yazmayı hiç düşünmedim ya da düşünmek istemedim. Sevgili Dostum artık yazamayacak ama o kadar çok, o kadar dolu dolu yazdı ki, hep okunacak; okundukça da yaşayacak.

Ve tabii ki satranç: Mümtaz İdil’in olmazsa olmazı… Dünyayı satrançla okuyan insan olmak kolay değil. Satrancın siyaseti ve sınıf karakteri konusunu açtığımda hep heyecanlanırdı.
“Bütünü görebilmeyi başardığında insan, ayrıntının bu bütün içerisindeki rolünü daha rahat anlayacaktır” diyerek ve satrancın gelişme tarihinegönderme yaparak şöyle bağlardı sınıfsallık konusunu:
“Bir Piyon, tüm oyun içerisinde beklenmedik bir hamle yaptı… Hiç önem verilmeyen, tahtanın en değersiz taşı olarak görülen Piyon, beklenmedik bir hareketle tehdit unsuru oldu. Tüm gelişmelere böyle bakmak gerek. Tabii burada, ‘Piyon nasıl bir hamle yaptı?’ sorusunun sorulması gerek haklı olarak.

Rahat uyu Sevgili İdil. Piyonlar tarihsel hamlelerine hazırlanıyor ve Sen o hamleleri yapabilmemiz ve yazabilmemiz için bize çok yol gösterdin, rahat uyu…

Ali Rıza Aydın / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder