3 Haziran 2017 Cumartesi

Bölücü yazı - ORHAN GÖKDEMİR

12 Eylül 2010’da AKP’nin hazırladığı bir anayasa değişikliği paketi referanduma götürüldü. AKP’nin “demokrat” maskesi henüz yüzündeydi. Bir kısım aydınımız pek beğeniyordu iktidar partisini. Kürt sorununu çözdü çözecekti AKP ama anayasa ve bazı yasalar elini kolunu bağlıyordu. Hatta o kadar samimi demokratlardı ki fırsat olsa 12 Eylül generallerini yargılayacaklardı. İşte fırsat önlerindeydi. Bu referandumla yargıdaki “Kemalist-Alevi darbeciler” temizlenecek ortalık çiçek gibi olacaktı. Daha ne olsun? Çeşitli görüşlerden o bir kısım aydınımız tereddüt etmeden destek verdi AKP’ye. Nihayet faşist ve ırkçı CHP-MHP duvarını yıkacaklardı.


Pek ateşli demeçler verdiler AKP’ye desteklerini açıklarken. “Rahmetli” Adalet Ağaoğlu “Bu darbe ürünü anayasa artık değişmeli, hatta yok olmalı. Bunun için atılan her adıma evet” dedi mesela. Baskın Oran’a göre darbe anayasası ne kadar değişse sevaptı. Halil Ergün “12 Eylül’le hesaplaşılacağı için” referanduma evet diyecekti. Hasan Cemal referandumun Türkiye için tarihi bir fırsat olduğuna inanıyordu. İbrahim Tatlıses “Teknoloji değişti, hayat değişti, ama Türkiye hala aynı kanunlarla yürüyor” diye lahmacun kıvamında bir analiz bile yapmıştı, düşünün. Lale Mansur’a göre “daha demokratik bir ülkede yaşamak için” evet demeliydik. Büyük düşünürümüz Ufuk Uras o kadar heyecanlıydı ki fikri sorulunca iki elini birden kaldırıyordu. “Bir yetmez, iki defa 'evet' diyeceğim. Hayır demek, solu sol yapan değerleri inkâr etmektir” demişti o heyecanıyla. Kimler yoktu ki aralarında; Mithat Sancar, Orhan Pamuk, Mümtazer Türköne, Rojin, Mete Tunçay, Sezen Aksu, Orhan Gencebay… Yılların siyasetçisi, deneyimli Ziya Halis “İleride herkes ‘Evet’ kararının doğru olduğunu anlayacak” diyerek özetlemişti aydınımızın o ruh halini.

HDP’nin boykot ettiği referandum açık ara “evet” kararıyla sonuçlandı. Yargı AKP’nin eline geçti. AKP’nin icraatlarına karşı çıkan, çıkma ihtimali olan ne kadar yargıç ve savcı varsa sürüldü veya kapının önüne konuldu. Yargı artık iktidarın arka bahçesiydi.

Fakat aradan geçen yedi yılda gelişmeler aydınlarımızın söylediğinin tam tersine oldu. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu oldu. Yargıya kuvvetli bir tekme daha attı AKP. Arada “barış masası”nı da devirdiler, “evetçi” Kürt aydınlarımızı boşa düşürdüler. 7 Haziran seçimlerinde yenildi AKP ama o da yargıya kuvvetli bir tekme ile sonuçlandı. Ülkeyi hukuksuz bir biçimde 1 Kasım seçimine sürüklediler ve ite kaka istediklerini aldılar. Sonra 15 Temmuz kalkışması yaşandı. Yargı çok kuvvetli bir tekme daha yedi. 16 Nisan’da zaten yürürlükten kaldırılmış oldukları anayasaya da kuvvetli bir tekme attılar. Artık ne yargı var, ne hukuk, ne anayasa, ne yüksek mahkeme. Görevi seçimden seçime oluşan YSK’ya bile yandaş atadılar ki sonuç ortada. Sınırsız bir hukuksuzluk çölüne döndü ülke. Yargı yerine sadece AKP’nin tekmeleri var. Ama hakkını yemeyelim “yetmez ama evetçi” aydınlarımızın da istediği oldu, darbe anayasası tağyir, tebdil ve ilga edildi. Az şey sayılmaz. Ne demişti Ziya Halis? “İleride herkes evet kararının doğru olduğunu anlayacak.” Anladı mı? Anladı…

                                                                             ***

Ziya Halis’in kulakları çınlasın, anlamayacak ne var? İktidarın tekmesi her gün mabadımızda patlıyor. Bu yazıyı planlarken HDP sözcüsü Osman Baydemir’i aldılar, henüz yazmayı bitirmemiştim ki bıraktılar. Olağan bir devlet uygulaması bunlar artık. Gözaltı manyağı yaptılar HDP’li milletvekillerini. Veli Saçılık KHK ile işten atıldığına direndiği için her gün gözaltına alınıyor. Bir mizah dergisi “Veli Saçılık için gözaltı vakti” diye karikatür bile yaptı ki ortalıktaki hukuk karikatürünün yanında karikatür bile sayılmaz. Dün meydana sokmak istemediler Veli’yi, gözaltına alıp bırakmaktan bıkmışlardı. Dört beş polis ellerindeki plastik mermi atan silahları Veli’nin üzerine boşalttılar. Delik deşik ettiler Veli’yi. Mermi değmemiş tek yeri daha önce hapiste kopardıkları koluydu. Ölmemişse katır dayanıklılığıyla yarışan solcu dayanıklılığındandır.

“Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret” ve “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçlarını işlediği iddiasıyla bir iki hafta önce tutuklanan yobaz Süleyman Yeşilyurt ilk duruşmada tahliye edildi. Ama bu arada AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret iddiasıyla açılan 4 bin civarında dava sürüyor. Yüzlerce insan bu davalar nedeniyle tutuklandı, bir o kadarı içeride çile dolduruyor. Nasuh Mahruki’den, Hüsnü Mahalli’ye kimi ararsan aralarında. Cumhuriyet gazetesinin çaycısını bile tutukladılar. Gariban “Tayyip Erdoğan istese çay vermem” gibi bir şey demişti farkında olmadan. Hollywood karakteri Gollum bile bu davalara konu oldu ki durum da zaten tam bir korku filmi kıvamında ilerlemekte.

Peki, nasıl oldu da buralara geldi iş? Daha önce söyledim, 12 Eylül icadı DGM’ler bile şimdikilere göre hukuk kurumlarıydı. 12 Eylül’le hesaplaşılacak diye aydınlarımızın oy verdiği anayasa değişikliği ülkeyi 12 Eylül günlerini aratacak bir kanlı karanlığa sürükledi.

                                                                          ***

Haliyle 1000 aydınımız toplandı, bir bildiri daha yayınladı birkaç gün önce. “Yan yanayız bir aradayız” diyordu 1000 aydın. Evetçi-Hayırcı diye bölünmek istemiyorlardı. Aralarından bir kısmı 12 Eylül 2010’da halkı ayrıştırdıklarını, darbeci-demokrat, evetçi-hayırcı diye böldüklerini çoktan unutmuşlardı.

Kim var aralarında? Eski CHP vekili liberal Binnaz Toprak var, AKP’nin eski kurucu ve yöneticileri var, Halk TV şovmeni Hakan Aygün var. Hasan Cemal, Levent Gültekin, Mithat Sancar, Murat Belge, Nuray Mert ve hatta Yasemin Çongar var. E kambersiz düğün olmaz, Oya Baydar var. Eski müftü ve ANAP milletvekili Abdulbaki Erdoğmuş var. Bence aydınımız adına en veciz ifadeyi de o kullandı, “Kanun devleti olmayı beklerken KHK devleti olduk" dedi. Yanılmıştı o da tıpkı diğerleri gibi. Ama aralarında İlhan Cihaner gibi, Ali Sirmen gibi dostlarımız da var. Bunca acı tecrübeden sonra kim niye Nuray Mert’le, Yasemin Çongar’la, Murat Belge’yle, Hasan Cemal’le, emekli AKP’lilerle, ANAP eskileriyle aynı metne imza atar ki? Ne umar mesela, ne fayda görür?
Hatırlıyorum, bu her görüşten bir kısım aydınımızın bir kısmı Taksim’de “yetmez ama evet” pankartıyla yürümüş, baronun ve CHP’nin önünden geçerken “darbeci baro, darbeci CHP” diye höykürmüşlerdi. İçlerinden bazıları o darbeci baronun başkanını CHP’ye başkan adayı olarak öneriyordu geçtiğimiz haftalarda. O konudaki görüşleri de yanlış çıktı anlayacağınız. Onlar darbeyi barodan ve CHP’den bekliyorlardı, hâlbuki bekledikleri o darbeye birlikte evet dedikleri Fethullah tarikatı kalkıştı. Yani “yetmez ama evetçi” aydınlarımızın en makbul yoldaşları darbeci çıktı.

                                                                            ***
Değişik görüşlerden aydınlar toplanmış, demokrasi istiyorlarmış. Bilmez miyiz? Çok aydındırlar bazıları. Hatta anasından aydın doğanlar vardır aralarında, hep yanılırlar ve hep aydın kalırlar. Darbeci vaizden maaşı, zalim zorbadan takdirnamesi olanlar bile vardır aralarında.

Ne yan yanayız, ne bir aradayız. Hopa’da gaz bombası ile öldürülen öğretmen Metin Lokumcu’ya “darbeci”, “Ergenekoncu” diyen aklı da, vicdanı da satılmışlarla yollarımızı ayıracağız. Laik cumhuriyeti tepelemekle görevli CIA beslemeleriyle kamplaşacağız. Dinci yobazla, sağcı gericiyle, faşistle, hayırsızla, uğursuzla evetçi- hayırcı diye bölüneceğiz.

Yan yana gelmek istemiyoruz biz. Ayrılalım, görmeyelim birbirimizi. Murat Belge karşı çıkıyorsa mutlaka memleketin hayrınadır, bölünelim mümkünse!

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder