Almanlar hâlâ burada “diktatörlüğün kokusunu” bulduklarını söylüyor.
“Diktatörlüğün kokusu” karanlığın, küflenmişliğin, tozlu arşiv, klasörler ve köhneliğin, çürümenin kokusu oluyor.
Almanya’da Leipzig’de, “Stasi Müzesi”ndeyim.
Stasi, 1990 yılında Almanyaların birleşmesiyle tarih olan Doğu Alman Cumhuriyeti’nin devlet güvenlik, istihbarat örgütü.
Bugün Almanya’daki biricik “Stasi Müzesi” olarak bilinen bina, Stasi ile eşanlamda kullanılan eski Devlet Güvenlik Bakanlığı’nın Leipzig birimi. Bu birim, DDR olarak bilinen Doğu Almanya’da melanetiyle nam salmış. Doğu Almanya’da ölüm cezalarının tamamı örneğin, bu birim gözetiminde Leipzig’de infaz edilmiş.
Doğu Almanya’nın çöktüğü 1989’a dek 40 yıl boyunca Stasi’nin “hizmet verdiği” “Runde Ecke” binası, şehrin en seçkin yerinde.
Eski şehir merkezini ve Bach’ın org çaldığı gotik San Thomas kilisesini, kiliseyi çevreleyen kafeleri geçtikten sonra yeşiller arasında bir bulvara bakan “Runde Ecke” binasına varıyorsunuz.
Köşeyi kaplayan ön cephenin yuvarlak şekli nedeniyle Almancada “Yuvarlak Köşe” anlamına gelen “Runde Ecke”, sabık DDR’nin en önemli Stasi başkarargâhlarından biri.
Korku imparatorluğu sergisi
Girişte ziyaretçileri, duvarlarda DDR’nin çöküşünü anlatan fotoğraflar ve belgeler karşılıyor.
Ama giderek ağırlaşan Kafka atmosferi daha ana kapının tokmağında fark ediliyor.
Dikkatle baktığınızda, dışardan tokmağı çevirmek suretiyle kapının kolayca açıldığını ama içerden bunun mümkün olmadığını görüyorsunuz.
Çünkü içerde tokmak yok. Yalnız bir kilit var. Anahtara sahip olan yetkili kapıyı içerden sizin için açmazsa dışarıya geldiğiniz gibi çıkamıyorsunuz.
DDR çapında 91 bin üyesi olan Stasi’nin müzesinde, “Runde Ecke” binasının yalnızca bir katı ayrılmış. Müze, tavanı florasan lambalarla aydınlatılan uzun bir koridordan oluşuyor.
Ağır kasvet duygusu veren duvarları bej renkli koridorun iki yanında Stasi’nin 7’den 70’e ülke halkını dinlemek, gözetlemek, ürkütmek, korkutmak, sindirmek, pusturmak, göz dağı vermek, yıldırmak, baskılamak için kullandığı yöntemler ve enstrümanlar sergileniyor.
Psikolojik ve fiziki baskıyla herkesi teslim alan bir korku imparatorluğu yaratan Stasi, 13 yaşındaki çocukları bile muhbirler ordusuna katmış.
“Ağaç yaşken eğilir” konseptiyle küçük yaştan devşirilen çocuklar, tanınan “iyi eğitim” vs. gibi imkânlar karşılığında Stasi’nin neferleri olmuş ve ana babaları dahil en yakınlarını dahi devlete gammazlamışlar.
Kaybolan mahremiyet
Müzede beni en etkileyen yer çocuklara ayrılan bu insanlık dışı bölüm oldu. Çok etkileyici bir diğer bölüm de, “devlet düşmanı” ya da “güvenlik tehdidi” olarak görülen muhaliflerin çürütüldükleri hücreler…
Hücrelerin aslı “Runde Ecke”ye yakın bir başka binadaymış. Ama müzenin içine her türlü insanlık onurunu çiğneyen bu korkunç hücrelerin birebir örneğini yapmışlar.
En fazla 15 metrekarelik bir alanda karşılıklı iki dar yatak, bir küçük masa, iki tahta tabure, bir lavabo ve açıkta bir tuvalet görüyorsunuz. İki kişinin başka deyişle tuvalette bile mahremiyeti olmuyor.
Mahremiyet DDR’de yalnız hücreye atılanların değil, aslında bir açık hapishane olan ülkede kimsenin sahip olmadığı bir ayrıcalık. Leipzig’deki bu müze, bir parti ve polis devletinde “Büyük Birader”in herkesi izlediğini gösteriyor. Mektuplar mesela postaneden düzenli olarak alınıp buraya taşınırmış. 2006’da Oscar alan unutulmaz “Başkalarının Hayatı” filminde izlediğimiz gibi tıpkı, telefon konuşmaları olduğu gibi kayda geçermiş. Böceklerle herkes dinlenirmiş.
Ortam dinlemelerini ve telefon konuşmalarını eski usul kayda alan Stasi’nin teyp arşivleri, tozlu yığınlar halinde burada sergileniyor.
Gördüğüm bu ilk diktatörlük müzesinde sanatçılar, aydınlar, aktörler, siyasi muhalifler başta olmak üzere tüm sivil toplum üzerinde yaratılan “devlet terörünün” portresini izliyoruz.
Geçmişle yüzleşmekte Almanların üzerine yok. Yarına devam.
Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET
“Diktatörlüğün kokusu” karanlığın, küflenmişliğin, tozlu arşiv, klasörler ve köhneliğin, çürümenin kokusu oluyor.
Almanya’da Leipzig’de, “Stasi Müzesi”ndeyim.
Stasi, 1990 yılında Almanyaların birleşmesiyle tarih olan Doğu Alman Cumhuriyeti’nin devlet güvenlik, istihbarat örgütü.
Bugün Almanya’daki biricik “Stasi Müzesi” olarak bilinen bina, Stasi ile eşanlamda kullanılan eski Devlet Güvenlik Bakanlığı’nın Leipzig birimi. Bu birim, DDR olarak bilinen Doğu Almanya’da melanetiyle nam salmış. Doğu Almanya’da ölüm cezalarının tamamı örneğin, bu birim gözetiminde Leipzig’de infaz edilmiş.
Doğu Almanya’nın çöktüğü 1989’a dek 40 yıl boyunca Stasi’nin “hizmet verdiği” “Runde Ecke” binası, şehrin en seçkin yerinde.
Eski şehir merkezini ve Bach’ın org çaldığı gotik San Thomas kilisesini, kiliseyi çevreleyen kafeleri geçtikten sonra yeşiller arasında bir bulvara bakan “Runde Ecke” binasına varıyorsunuz.
Köşeyi kaplayan ön cephenin yuvarlak şekli nedeniyle Almancada “Yuvarlak Köşe” anlamına gelen “Runde Ecke”, sabık DDR’nin en önemli Stasi başkarargâhlarından biri.
Korku imparatorluğu sergisi
Girişte ziyaretçileri, duvarlarda DDR’nin çöküşünü anlatan fotoğraflar ve belgeler karşılıyor.
Ama giderek ağırlaşan Kafka atmosferi daha ana kapının tokmağında fark ediliyor.
Dikkatle baktığınızda, dışardan tokmağı çevirmek suretiyle kapının kolayca açıldığını ama içerden bunun mümkün olmadığını görüyorsunuz.
Çünkü içerde tokmak yok. Yalnız bir kilit var. Anahtara sahip olan yetkili kapıyı içerden sizin için açmazsa dışarıya geldiğiniz gibi çıkamıyorsunuz.
DDR çapında 91 bin üyesi olan Stasi’nin müzesinde, “Runde Ecke” binasının yalnızca bir katı ayrılmış. Müze, tavanı florasan lambalarla aydınlatılan uzun bir koridordan oluşuyor.
Ağır kasvet duygusu veren duvarları bej renkli koridorun iki yanında Stasi’nin 7’den 70’e ülke halkını dinlemek, gözetlemek, ürkütmek, korkutmak, sindirmek, pusturmak, göz dağı vermek, yıldırmak, baskılamak için kullandığı yöntemler ve enstrümanlar sergileniyor.
Psikolojik ve fiziki baskıyla herkesi teslim alan bir korku imparatorluğu yaratan Stasi, 13 yaşındaki çocukları bile muhbirler ordusuna katmış.
“Ağaç yaşken eğilir” konseptiyle küçük yaştan devşirilen çocuklar, tanınan “iyi eğitim” vs. gibi imkânlar karşılığında Stasi’nin neferleri olmuş ve ana babaları dahil en yakınlarını dahi devlete gammazlamışlar.
Kaybolan mahremiyet
Müzede beni en etkileyen yer çocuklara ayrılan bu insanlık dışı bölüm oldu. Çok etkileyici bir diğer bölüm de, “devlet düşmanı” ya da “güvenlik tehdidi” olarak görülen muhaliflerin çürütüldükleri hücreler…
Hücrelerin aslı “Runde Ecke”ye yakın bir başka binadaymış. Ama müzenin içine her türlü insanlık onurunu çiğneyen bu korkunç hücrelerin birebir örneğini yapmışlar.
En fazla 15 metrekarelik bir alanda karşılıklı iki dar yatak, bir küçük masa, iki tahta tabure, bir lavabo ve açıkta bir tuvalet görüyorsunuz. İki kişinin başka deyişle tuvalette bile mahremiyeti olmuyor.
Mahremiyet DDR’de yalnız hücreye atılanların değil, aslında bir açık hapishane olan ülkede kimsenin sahip olmadığı bir ayrıcalık. Leipzig’deki bu müze, bir parti ve polis devletinde “Büyük Birader”in herkesi izlediğini gösteriyor. Mektuplar mesela postaneden düzenli olarak alınıp buraya taşınırmış. 2006’da Oscar alan unutulmaz “Başkalarının Hayatı” filminde izlediğimiz gibi tıpkı, telefon konuşmaları olduğu gibi kayda geçermiş. Böceklerle herkes dinlenirmiş.
Ortam dinlemelerini ve telefon konuşmalarını eski usul kayda alan Stasi’nin teyp arşivleri, tozlu yığınlar halinde burada sergileniyor.
Gördüğüm bu ilk diktatörlük müzesinde sanatçılar, aydınlar, aktörler, siyasi muhalifler başta olmak üzere tüm sivil toplum üzerinde yaratılan “devlet terörünün” portresini izliyoruz.
Geçmişle yüzleşmekte Almanların üzerine yok. Yarına devam.
Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder