Adaletsizlik almış başını yürümüşse, insan onuru
kaçınılmaz olarak tetiklenir. Tabiatı icabıdır. İnsanlar; vicdan,
merhametin dibe vurduğu, zorbalık, baskı ve zulümün arşa çıktığı
koşullara ancak bir süre tahammül sergiler. Ancak bir süre korkutulup
susturulabilirler. Dünyada zulüm ile ancak bir süre abad olunabilir. Hep
böyle olmuştur, hep de böyle olacaktır.
Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hatalı bulduğum pek çok tasarrufunun ardından kendilerince ‘bıçağın kemiğe dayandığı’ tespitiyle başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’, kaçınılmaz olarak hepimizin aklına Hindistan’ın bağımsızlık lideri ve ‘kurucu babası’ Mohandas Karamchand Gandhi’yi getiriyor. Kılıçdaroğlu; bugüne dek -biraz tuhaf bir kıyaslasırf ‘yumuşak karakteri’ sebebiyetiyle benzetilegeldiği ‘Gandhi’ tipi bir irade ile başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’nü tamamlarsa eğer, haktan, adaletten umudunu kesmiş milyonlar için umut olacağı aşikâr.
Bu vesileyle Sanskritçe ‘yüce ruhlu’, ‘saygıdeğer’ manasına gelen ‘Mahatma’ yahut ‘Bapu’ (baba) gibi isimlerle anılan Gandhiji’yi anımsamakta fayda var. Zira Gandhi, tarihe salt ‘yumuşak ve ağırbaşlılığıyla’ değil çok daha mühim sebeplerle mal olmuş bir kişilik. En başta hakikat ve adalet arayışı tükenmeyen bir direnişçi olarak.
1869’da Britanya sömürgesi olan Hindistan’da
doğan Gandhiji’nin suikastla öldürüldüğü 1948’e uzanan yaşamöyküsünün
tartışmalı pek çok detayı var elbette. Onun salt ‘pasifizm’le
sembolleştirmesini ise öteden beri yadırgarım. Kaynağını Hinduizmin dini
düşünce tarihinden alan hakikat arayışı (satya) ve pasif direnişi
(ahimsa) içeren ahlak felsefesi, eylemci ruhunun özünü oluşturur. Ama
şiddeti kategorik olarak reddetmez. Örneğin bir kişinin şiddete
başvurmama konusunda kafi düzeyde aydınlanmamış ve iç disiplin içeren
cesareti sergileyemeyecek olması halinde, şiddet kullanımını dışlamaz.
Zayıflığı, en düşük insan kusuru görür. Birinci Dünya Savaşı sonrası
1920’deki makalesinde “Sadece korkaklıkla şiddet arasında bir tercih gerekiyorsa, şiddeti tavsiye ederim” demiştir.
Misal Hinduların zayıflıklarından kurtulmak üzere Britanya saflarında
savaşmasını desteklemiştir. Çıkış noktası bu deneyimin onlara ‘azim kazandıracağı’ olmuştur.
Ama daha mühimi var. Gandhi, Londra’daki hukuk
eğitimi ve sonra Güney Afrika yıllarındaki sivil haklar mücadelesiyle,
şahsen deneyimlediği ırk ayrımcılığı karşısında aktif ama şiddeti
dışlayan direniş felsefesini, yani ‘satyagraha’yı geliştirmiştir. Bu aktif direnişi insan iradesine mal eder. Satyagraha aynı zamanda ‘hakikatte ısrarcılık’ manasına gelir. Sessiz güçtür, eylemsizlik değil ama kararlı pasif direniş ve işbirliğini reddetme yolunu önerir.
1940’larda toprak ağalarına karşı köylülerin haksız vergilere isyanını eşi görülmemiş bir sivil itaatsizlikle örgütleyip önemli tavizler kopartılmasını sağlamıştır. Mart 1930’da tuz vergisine karşı başlattığı ünlü ‘Tuz Yürüyüşü’ satyagraha’sıyla efsaneleşmiştir. Ahmedabad’dan Dandi’ye binlerce insan eşliğinde 12 Mart’tan 6 Nisan’a kadar 400 kilometre yürümüştür. Sömürgeci Britanya askerlerine aldırmayan silahsız cesur erkek ve kadınlar Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin her safhasına damgasını vurmuştur.
Gandhiji’nin, mütevazı hayatı, çıkrıkta dokunmuş dhotisiyle, ‘üzerinde güneşin batmadığı’
Britanya İmparatorluğu’nun diz çökmesinde payı büyüktür. Dini
çoğulculukta ısrarı ve Hindularla Müslümanlar arasındaki çatışmaları
dindirmek için yaptığı uzun açlık grevleri, tam istediği sonuçları
vermemiş olsa bile... Felsefesini idrak edemeyenlerin katkılarıyla
Britanya ülkesini ve insanlarını bölerek çekip gitmiş olsa bile...
Mirası dünyada kuşaklar boyu direnişleri etkiledi. Nuriye ve Semih de onun izinden gidenlerdendir. Ona göre kişinin en mühim savaşı kendi şeytanları, korku ve güvensizliklerine karşı verdiğiydi. “Bizi yok edecek şeyler: İlkesiz politikalar; bilinçsiz haz; çalışmaksızın servet; karaktersiz bilgi; ahlaksız iş yapmak; insanlıktan yoksun bilim ve fedakârlık içermeyen ibadettir” demiştir.
Gandhiji’nin yürüdüğü yollar hep aşındı. Nitekim yollar yürüyerek aşınır.
Ceyda Karan / CUMHURİYET
***
Bu vesileyle Sanskritçe ‘yüce ruhlu’, ‘saygıdeğer’ manasına gelen ‘Mahatma’ yahut ‘Bapu’ (baba) gibi isimlerle anılan Gandhiji’yi anımsamakta fayda var. Zira Gandhi, tarihe salt ‘yumuşak ve ağırbaşlılığıyla’ değil çok daha mühim sebeplerle mal olmuş bir kişilik. En başta hakikat ve adalet arayışı tükenmeyen bir direnişçi olarak.
***
***
1940’larda toprak ağalarına karşı köylülerin haksız vergilere isyanını eşi görülmemiş bir sivil itaatsizlikle örgütleyip önemli tavizler kopartılmasını sağlamıştır. Mart 1930’da tuz vergisine karşı başlattığı ünlü ‘Tuz Yürüyüşü’ satyagraha’sıyla efsaneleşmiştir. Ahmedabad’dan Dandi’ye binlerce insan eşliğinde 12 Mart’tan 6 Nisan’a kadar 400 kilometre yürümüştür. Sömürgeci Britanya askerlerine aldırmayan silahsız cesur erkek ve kadınlar Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin her safhasına damgasını vurmuştur.
***
Mirası dünyada kuşaklar boyu direnişleri etkiledi. Nuriye ve Semih de onun izinden gidenlerdendir. Ona göre kişinin en mühim savaşı kendi şeytanları, korku ve güvensizliklerine karşı verdiğiydi. “Bizi yok edecek şeyler: İlkesiz politikalar; bilinçsiz haz; çalışmaksızın servet; karaktersiz bilgi; ahlaksız iş yapmak; insanlıktan yoksun bilim ve fedakârlık içermeyen ibadettir” demiştir.
Gandhiji’nin yürüdüğü yollar hep aşındı. Nitekim yollar yürüyerek aşınır.
Ceyda Karan / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder