“Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki ya bana biat edersiniz ya da sizleri ateşte yakarım.”
Mekke’de zemzem odasına hapsettiği “Ehl-i Beyt”ten (Hz. Muhammed’in aile fertlerinden) 24 kişiyi halifeliğini kabule zorlayan Abdullah İbn Zübeyr’in bu tehditkâr sözleri, bugün Katar krizine ilişkin olarak bize en anlamlı veriyi sunar. Değme dış politika uzmanının torbalar dolusu lâfını tartarcasına hem de…
Abdullah İbn Zübeyr, Emevi halifeliğinin itibar görmediği Mekke’de ikinci Emevi halifesi Yezid’in ölümüyle kendi halifeliğini ilan etmiş (683) ve 10 yıl hüküm sürmüştür. Sonra Emeviler Zübeyr’i öldürüp halifeliği tekrar kendilerine münhasır kıldılar.
Bugün Katar’a yönelik ablukanın öncülüğünü yapan Suudi Arabistan’ın tavrı da Zübeyr’in sözlerinin bir tür güncellemesi aslında.
Suud, Katar’a diyor ki, “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki ya bana biat edersin ya da seni abluka altına alır, aldırır, boğar ve doğduğuna pişman ederim!..”
Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Yemen, Maldivler ve Libya, Katar’la diplomatik ilişkiyi kesti; sınırları ve hava sahalarını kapattı; kendi ülkelerindeki Katarlıları da sınır dışı etme kararı aldı.
Demek ki neymiş? Ümmet kardeşliği hikâye imiş!..
Müminin mümine gadri, mübarek Ramazan bile dinlemiyormuş!..
İşin içindeki iş ne peki?
Elbette şu kavanoz dipli yalan dünya!..
Katar muazzam zengin. 60 bin 787 dolar kişi başına milli gelirle Arap ülkeleri arasında lider. Ve belli ki kendince bir ağırlık merkezi oluşturmak istiyor. Bunu özellikle onun medya endüstrisi alanında tüm dünyada öne çıkma çabasında görebiliyoruz.
Suud da çevresine topladığı diğer unsurlarla onu bir güzel hizaya çekiyor işte.
Suud ve yancıları bunu yaparken bir başka ilginç nokta da İslam topraklarında birbirine karşıt bazı unsurların Katar’a yönelik suçlamalarda birbirine yapış yapış karşımızda olmaları.
Hem İran bağlantılı terör eylemlerini, hem Yemen’deki Şii militanları, hem Hizbullah’ı, hem Müslüman Kardeşler’i, hem Hamas’ı, hem de El Kaide ve IŞİD’i desteklediği söyleniyor Katar’ın!..
Ama sıralanan tüm bu unsurların da bir tek ortak paydası var ki o da İslam!..
Ve telaffuz edilemeyen acı gerçek şu ki İslâm, “Asabiye”ye yenik…
O yüzden hilafet, ilk ortaya çıktığı günden beri hiç mi hiç birleştirici olmayan, ayrıştırıcı, çatıştırıcı, yakıcı-yıkıcı bir formül ve kurum İslamiyet bünyesinde…
İbn-i Haldun’un “asabiye”si, Frenkçe antropolojik tabirle “etnosentrizm” (bizmerkezcilik), Peygamber’in ölümünden itibaren İslam-öncesi Cahiliye dönemindeki hükmünü hemen yeniden icra etmeye başladı. Aile, soy-sop, sülale, kabile, kavim bazında aidiyet, “iman” bazında aidiyete hep galebe çaldı.
Şu postmodern küresel-kapitalist ahir zamanda da çalmaya devam ediyor.
Beyaz Saray’ın bahçesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
PYD-YPG ve FETÖ yakınmalarını adeta İsrafil’in kıyamet günü geldiğinde
üfleyerek çalacağı “Sûr” (boynuzdan yapılma boru) gibi ama sus-pus
dinleyen Trump, Riyad’daki zirvede bir öttü pir öttü!
Sonuç, herkesin hemfikir olduğu üzere, Katar ablukasına yeşil ışık... Ve
yine hemen herkesçe endişeyle dillendirildiği üzere Katar’la bal-kaymak
konumdaki Türkiye’nin de müteakip hedef olma ihtimali…
Böyle bir ortamda hâlâ kendi kendimize çalıp söylediğimiz bir “İslam birliği” türküsüyle oyalanıyor gibiyiz. Bakın Cumhurbaşkanlığı sözcümüz İbrahim Kalın, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin “birlik-beraberlik” temelinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek nasıl devam etmiş:
“Mübarek Ramazan ayının ruhuna uygun bir şekilde, dost ve kardeş ülkeler arasında yaşanan bu tatsızlığın bir an önce çözüme kavuşturulması için Sayın Cumhurbaşkanımız diplomatik temaslarına başlamışlardır.”
Ne demeli?! Hilafet de, “İttihad-ı İslam” da (İslam Birliği), yeni-Osmanlıcılık da bir tatlı rüya ve bunca “katar katar” tatsız gerçeğe rağmen biz rüyaya yatmaya devam ediyoruz!..
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Mekke’de zemzem odasına hapsettiği “Ehl-i Beyt”ten (Hz. Muhammed’in aile fertlerinden) 24 kişiyi halifeliğini kabule zorlayan Abdullah İbn Zübeyr’in bu tehditkâr sözleri, bugün Katar krizine ilişkin olarak bize en anlamlı veriyi sunar. Değme dış politika uzmanının torbalar dolusu lâfını tartarcasına hem de…
Abdullah İbn Zübeyr, Emevi halifeliğinin itibar görmediği Mekke’de ikinci Emevi halifesi Yezid’in ölümüyle kendi halifeliğini ilan etmiş (683) ve 10 yıl hüküm sürmüştür. Sonra Emeviler Zübeyr’i öldürüp halifeliği tekrar kendilerine münhasır kıldılar.
Bugün Katar’a yönelik ablukanın öncülüğünü yapan Suudi Arabistan’ın tavrı da Zübeyr’in sözlerinin bir tür güncellemesi aslında.
Suud, Katar’a diyor ki, “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki ya bana biat edersin ya da seni abluka altına alır, aldırır, boğar ve doğduğuna pişman ederim!..”
***
İslamiyet’te Peygamber’in ölümünün ardından
başlayan iktidar çekişmesinin, bizim dinbaz siyaset erbabının ha bire
kendini ve hepimizi kandırırcasına diline doladığı “İslam birliği”ni illüzyondan ibaret kılmasına en taze örnek Katar olayı... Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Yemen, Maldivler ve Libya, Katar’la diplomatik ilişkiyi kesti; sınırları ve hava sahalarını kapattı; kendi ülkelerindeki Katarlıları da sınır dışı etme kararı aldı.
Demek ki neymiş? Ümmet kardeşliği hikâye imiş!..
Müminin mümine gadri, mübarek Ramazan bile dinlemiyormuş!..
İşin içindeki iş ne peki?
Elbette şu kavanoz dipli yalan dünya!..
Katar muazzam zengin. 60 bin 787 dolar kişi başına milli gelirle Arap ülkeleri arasında lider. Ve belli ki kendince bir ağırlık merkezi oluşturmak istiyor. Bunu özellikle onun medya endüstrisi alanında tüm dünyada öne çıkma çabasında görebiliyoruz.
Suud da çevresine topladığı diğer unsurlarla onu bir güzel hizaya çekiyor işte.
Suud ve yancıları bunu yaparken bir başka ilginç nokta da İslam topraklarında birbirine karşıt bazı unsurların Katar’a yönelik suçlamalarda birbirine yapış yapış karşımızda olmaları.
Hem İran bağlantılı terör eylemlerini, hem Yemen’deki Şii militanları, hem Hizbullah’ı, hem Müslüman Kardeşler’i, hem Hamas’ı, hem de El Kaide ve IŞİD’i desteklediği söyleniyor Katar’ın!..
Ama sıralanan tüm bu unsurların da bir tek ortak paydası var ki o da İslam!..
***
Bu kavga, “Homo İslamicus”a kim hükmedecek kavgası. Ve telaffuz edilemeyen acı gerçek şu ki İslâm, “Asabiye”ye yenik…
O yüzden hilafet, ilk ortaya çıktığı günden beri hiç mi hiç birleştirici olmayan, ayrıştırıcı, çatıştırıcı, yakıcı-yıkıcı bir formül ve kurum İslamiyet bünyesinde…
İbn-i Haldun’un “asabiye”si, Frenkçe antropolojik tabirle “etnosentrizm” (bizmerkezcilik), Peygamber’in ölümünden itibaren İslam-öncesi Cahiliye dönemindeki hükmünü hemen yeniden icra etmeye başladı. Aile, soy-sop, sülale, kabile, kavim bazında aidiyet, “iman” bazında aidiyete hep galebe çaldı.
Şu postmodern küresel-kapitalist ahir zamanda da çalmaya devam ediyor.
***
Böyle bir ortamda hâlâ kendi kendimize çalıp söylediğimiz bir “İslam birliği” türküsüyle oyalanıyor gibiyiz. Bakın Cumhurbaşkanlığı sözcümüz İbrahim Kalın, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin “birlik-beraberlik” temelinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek nasıl devam etmiş:
“Mübarek Ramazan ayının ruhuna uygun bir şekilde, dost ve kardeş ülkeler arasında yaşanan bu tatsızlığın bir an önce çözüme kavuşturulması için Sayın Cumhurbaşkanımız diplomatik temaslarına başlamışlardır.”
Ne demeli?! Hilafet de, “İttihad-ı İslam” da (İslam Birliği), yeni-Osmanlıcılık da bir tatlı rüya ve bunca “katar katar” tatsız gerçeğe rağmen biz rüyaya yatmaya devam ediyoruz!..
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder