Günlerden 24 Temmuz, Basın Özgürlüğü Günü.
Çağlayan adliyesinin önünde toplam 300 kişi var.
Çoğunluğu yabacı gazeteciler, ülkemin boyun eğmeyen basınının tüm genç yürekleri, bazı parti ve STK temsilcileri, vekiller, destek için gelen az sayıda yurttaş ve birkaç sanatçı arkadaş.
Tam 9 ay sonra mahkemeye çıkarılacak 11’i tutuklu 17 gazetecinin duruşması var.
Üst üste açıklamalar yapılıyor.
Mikrofonu alan; adaletsizlikten hukuksuzluktan, yargının yönlendirilmesinden, dosyanın düzmece oluşundan, gazetecilere terörist denmesinin dünyanın başka hiçbir ülkesinde kabul görmediğinden, cezaevlerinde 156 gazetecisi olan tek ülke oluşumuzdan, uluslararası dayanışmadan söz ediyorlar.
Özgürlük istenip rengârenk balonlar uçuruluyor.
Yabancı basının içinde açıklamaları canlı yayın yapanlar var, yerli basından iki kanal, diğerleri sus-pus.
Şu yandaşlık kepazelik.
Gazetecilik mesleğinin onurunu bile bile çiğniyorsun!
Adliyenin önünden gizli-kapaklı TRT ve a TV, gazetecileri teröristlikle yaftalayan yayınlar yapıyorlar, utanmazlık arşa çıkmış.
Kuyruğunu kıstırmış sinsi sinsi sırıtan birkaç tetikçi, fırsat kollayan çakallar gibi ortalarda dolanıyorlar.
İçeri giriyorum, duruşma salonu yetersiz.
57 avukat, yabancı basın, aileler, gözlemciler, vekiller derken salon doluyor, zaten kapıda bir liste var adın yoksa yoksun.
Gazeteciler alkışlarla karşılanıyor, kimlik tespitinden sonra iddianamenin özeti okunuyor.
Kıkırdayarak gülenler var, kopyala-yapıştır yöntemiyle oluşturulan atılı suçlar öyle komik ki bu 600 sayfayı yazanlar bile, işteki bit yeniğini anlamış olmalılar.
Öyle ya bu mesleğin okullarını okumuş insanlar suç nedir, nasıl oluşur biliyorlardır!
Ayrıca bu davanın soruşturmasını yapan savcının, fetöcülükten müebbetten yargılandığı iki davası olduğunu ve halen görevde olduğunu da.
İfadelere geçiliyor.
Murat Sabuncu evraklarına el konduğu için savunma yapmıyor.
Mahkeme heyeti birbirine bakınıyor, tuhaflar, sanki haberleri yokmuş gibi davranıyorlar. Acemi oyuncular hayatın hiçbir yerinde çekilmez oysa.
Savcının iddianameyi okumadığı anlaşılıyor, ‘yuhh’ diyeceğim ama hiç yeri değil!
Komedi, yazsak oyun olur.
Daraldım, çıktım dışarı.
Koridorda içeri alınmayanlar, destekçiler ve çoğunluğu yabancı gazetecilerden bir öbek insan var.
Stajyer bir gazeteci tanıyorum, kiraz çiçeği gibi umutlu hayattan.
Mahkeme kapılarında ve hak arama eylemlerinde yan yana durduğumuz dostlarımla çay içiyoruz.
Hollandalı gazeteci ile sohbete dalıyoruz bir köşede, kaydediyor.
-Faşizmi gördüm, gözleri kinliydi.
Gülüyorum.
-Sen asıl ülkenin meydanlarına, talana, yalana, hırsızlamaya, ötekileştirmeye, düşüncelerini açıkladıkları için suçlu bulunup içeri atılanlara, tecavüzlere, kadın cinayetlerine, işçi ölümlerine, taşeronlaşmaya bak.
OHAL ve KHK ile işlerinden olmuş binlerce insana, ölüm eşiğinde adalet için direnen Nuriye ve Semih’in durumlarına, eğitim ve hayatın her alanındaki dincileştirme zorbalığına, doğanın ve kültürel mirasların yağmalanmasına bak.
Savaş tacirliğine, kan ve kinden intikam üretmeye, kendisinden olmayan her yurttaşı terörist ilan etmeye, sanat ve sanatçı düşmanlığına, cezaevlerinin durumuna, işçi-emekçi haklarının gaspına, basının lağım kokusundan geberişine bak.
-Biraz biliyorum, biraz. Ama sorularımızı yanıtlayacak bir devlet yetkilisi bulamıyoruz.
-Bulamazsınız. Burası Yeni Türkiye. Burada yalnız emir alanlar devlet adına konuşabilirler, birde ‘gazeteci’ kılıklı tetikçiler.
Bu insanlar niye 9 aydır içerideler biliniyor. Dünya insanlığı bilmiyor sanıyorlarsa aldanıyorlar. Tüm uluslararası basın örgütleri, devletler, devletlerin başları, kıçları ortada bir suç olmadığını ve iddianamenin emirle üretildiğini biliyorlar.
-Ne olacak peki böyle, adaletsiz olur mu?
-Olur, ülke susarsa adaletsizliğe, hukuksuzluğa, erdemsizliğe teslim olursa olur.
-Sahi neredeler “Hak, Hukuk, Adalet” diye bağıranlar, niye yoklar?
-Yoklar, anlaşılıyor ki hesaplaşmanın tarafı olmak istemiyorlar.
-O zaman bu hükümet ve başı istediğini yapar.
-Yapıyor zaten, dahasını yapacak. Yeni 170 cezaevi yapılıyor, orada herkes için yer var!
Susuyor.
-Duruşmalar 5 gün sürecekmiş, ne olur sizce?
-RTE ne istiyorsa o olacaktır. Belki, gazetecilerden birkaçını serbest bırakırlar, diğerlerini yine ters kelepçeyle Silivri’ye gönderirler.
-Dünya buna güler.
-Gülsünler, benim ülkemin yandaşlığı, onur ve şerefini pazara çıkarmışları da gülüyor, birlik olsun beraber gülsünler!
-Umut yok yani.
-Var adaletsizlik ve ülkeye ve insanlığa düşmanlık; yalnızca emeğin özgürleşmesiyle son bulur. İşçileri, emekçileri, işsizleri, yazarları, aydınları, sanatçıları, gençleri, kadınları ve çocukları birleşip ayağa kalkınca.
-Zor değil mi?
-Zor oyunu bozar.
Orhan Aydın / SOL
Çağlayan adliyesinin önünde toplam 300 kişi var.
Çoğunluğu yabacı gazeteciler, ülkemin boyun eğmeyen basınının tüm genç yürekleri, bazı parti ve STK temsilcileri, vekiller, destek için gelen az sayıda yurttaş ve birkaç sanatçı arkadaş.
Tam 9 ay sonra mahkemeye çıkarılacak 11’i tutuklu 17 gazetecinin duruşması var.
Üst üste açıklamalar yapılıyor.
Mikrofonu alan; adaletsizlikten hukuksuzluktan, yargının yönlendirilmesinden, dosyanın düzmece oluşundan, gazetecilere terörist denmesinin dünyanın başka hiçbir ülkesinde kabul görmediğinden, cezaevlerinde 156 gazetecisi olan tek ülke oluşumuzdan, uluslararası dayanışmadan söz ediyorlar.
Özgürlük istenip rengârenk balonlar uçuruluyor.
Yabancı basının içinde açıklamaları canlı yayın yapanlar var, yerli basından iki kanal, diğerleri sus-pus.
Şu yandaşlık kepazelik.
Gazetecilik mesleğinin onurunu bile bile çiğniyorsun!
Adliyenin önünden gizli-kapaklı TRT ve a TV, gazetecileri teröristlikle yaftalayan yayınlar yapıyorlar, utanmazlık arşa çıkmış.
Kuyruğunu kıstırmış sinsi sinsi sırıtan birkaç tetikçi, fırsat kollayan çakallar gibi ortalarda dolanıyorlar.
İçeri giriyorum, duruşma salonu yetersiz.
57 avukat, yabancı basın, aileler, gözlemciler, vekiller derken salon doluyor, zaten kapıda bir liste var adın yoksa yoksun.
Gazeteciler alkışlarla karşılanıyor, kimlik tespitinden sonra iddianamenin özeti okunuyor.
Kıkırdayarak gülenler var, kopyala-yapıştır yöntemiyle oluşturulan atılı suçlar öyle komik ki bu 600 sayfayı yazanlar bile, işteki bit yeniğini anlamış olmalılar.
Öyle ya bu mesleğin okullarını okumuş insanlar suç nedir, nasıl oluşur biliyorlardır!
Ayrıca bu davanın soruşturmasını yapan savcının, fetöcülükten müebbetten yargılandığı iki davası olduğunu ve halen görevde olduğunu da.
İfadelere geçiliyor.
Murat Sabuncu evraklarına el konduğu için savunma yapmıyor.
Mahkeme heyeti birbirine bakınıyor, tuhaflar, sanki haberleri yokmuş gibi davranıyorlar. Acemi oyuncular hayatın hiçbir yerinde çekilmez oysa.
Savcının iddianameyi okumadığı anlaşılıyor, ‘yuhh’ diyeceğim ama hiç yeri değil!
Komedi, yazsak oyun olur.
Daraldım, çıktım dışarı.
Koridorda içeri alınmayanlar, destekçiler ve çoğunluğu yabancı gazetecilerden bir öbek insan var.
Stajyer bir gazeteci tanıyorum, kiraz çiçeği gibi umutlu hayattan.
Mahkeme kapılarında ve hak arama eylemlerinde yan yana durduğumuz dostlarımla çay içiyoruz.
Hollandalı gazeteci ile sohbete dalıyoruz bir köşede, kaydediyor.
-Faşizmi gördüm, gözleri kinliydi.
Gülüyorum.
-Sen asıl ülkenin meydanlarına, talana, yalana, hırsızlamaya, ötekileştirmeye, düşüncelerini açıkladıkları için suçlu bulunup içeri atılanlara, tecavüzlere, kadın cinayetlerine, işçi ölümlerine, taşeronlaşmaya bak.
OHAL ve KHK ile işlerinden olmuş binlerce insana, ölüm eşiğinde adalet için direnen Nuriye ve Semih’in durumlarına, eğitim ve hayatın her alanındaki dincileştirme zorbalığına, doğanın ve kültürel mirasların yağmalanmasına bak.
Savaş tacirliğine, kan ve kinden intikam üretmeye, kendisinden olmayan her yurttaşı terörist ilan etmeye, sanat ve sanatçı düşmanlığına, cezaevlerinin durumuna, işçi-emekçi haklarının gaspına, basının lağım kokusundan geberişine bak.
-Biraz biliyorum, biraz. Ama sorularımızı yanıtlayacak bir devlet yetkilisi bulamıyoruz.
-Bulamazsınız. Burası Yeni Türkiye. Burada yalnız emir alanlar devlet adına konuşabilirler, birde ‘gazeteci’ kılıklı tetikçiler.
Bu insanlar niye 9 aydır içerideler biliniyor. Dünya insanlığı bilmiyor sanıyorlarsa aldanıyorlar. Tüm uluslararası basın örgütleri, devletler, devletlerin başları, kıçları ortada bir suç olmadığını ve iddianamenin emirle üretildiğini biliyorlar.
-Ne olacak peki böyle, adaletsiz olur mu?
-Olur, ülke susarsa adaletsizliğe, hukuksuzluğa, erdemsizliğe teslim olursa olur.
-Sahi neredeler “Hak, Hukuk, Adalet” diye bağıranlar, niye yoklar?
-Yoklar, anlaşılıyor ki hesaplaşmanın tarafı olmak istemiyorlar.
-O zaman bu hükümet ve başı istediğini yapar.
-Yapıyor zaten, dahasını yapacak. Yeni 170 cezaevi yapılıyor, orada herkes için yer var!
Susuyor.
-Duruşmalar 5 gün sürecekmiş, ne olur sizce?
-RTE ne istiyorsa o olacaktır. Belki, gazetecilerden birkaçını serbest bırakırlar, diğerlerini yine ters kelepçeyle Silivri’ye gönderirler.
-Dünya buna güler.
-Gülsünler, benim ülkemin yandaşlığı, onur ve şerefini pazara çıkarmışları da gülüyor, birlik olsun beraber gülsünler!
-Umut yok yani.
-Var adaletsizlik ve ülkeye ve insanlığa düşmanlık; yalnızca emeğin özgürleşmesiyle son bulur. İşçileri, emekçileri, işsizleri, yazarları, aydınları, sanatçıları, gençleri, kadınları ve çocukları birleşip ayağa kalkınca.
-Zor değil mi?
-Zor oyunu bozar.
Orhan Aydın / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder