16 Temmuz’da İzmir-İstanbul yolundayız. Pazar trafiği, haliyle yoğun.
Fakat karşı karşıya olduğumuz şey yoğunluktan çok ötede. İstanbul
trafiği bir anlamda Karacabey’den başlıyor. Arada aşılması gereken bir
büyük bir küçük şehir ve bir deniz daha var yani! Hızlı feribotlarda yer
yok. “Yavaş”ında bekleme süresi bir saatin üstünde. Diyelim karşıya
geçmeyi başardın, hem TEM hem E-5 geçilmesi imkânsız bir demir yığını
şeklinde. Bu karmaşadan kurtulmak için haber almaya çalıştığımız
internet, şehrin öbür girişinde trafiğin Çanakkale’den başladığın haber
veriyor.
Bu, resmi rakama göre 15 milyona ulaşmış bir büyük şehirde karşılaşacağınız sıradan bir hafta sonu krizi. Girersen çıkması, çıkarsan girmesi çok güç bir şehirden söz ediyoruz. Hâlbuki her tarafı köprü, her tarafı otoban şehrin. İşleyen iki havaalanı var, üçüncüsü yolda. Tüp geçitleri, denizaltında ilerleyen raylı sistemi var. Kör topal işlese de metrosu bile var. Fakat yine de hem şehre ulaşım, hem de şehirde ulaşım büyük bir sorun olmayı sürdürüyor.
Bu sorunun aşılamamasının ilk nedeni böylesine küçük bir alana yığılmış olan 15 milyonu aşkın nüfus. Her gün milyonlarca insanın girip çıktığı bir şehirden söz ediyoruz. Sabah İzmir büyüklüğünde bir nüfus İstanbul’a giriyor. Aynı anda Ankara büyüklüğünde bir nüfus şehirden çıkmaya çalışıyor. Bu dünya ölçeğinde bile büyük bir hareketlilik. İlk çözümü bu kadar nüfusu bir şehre yaymamak, ülke sathına yaymak. Bu İstanbul için artık imkânsız. İkinci çözüm şehirde nüfusun daha fazla artmasına engel olmak.
Bu mümkün.
Ama gelişmeler AKP iktidarının bunun tam tersini yapmaya çalıştığını gösteriyor. Üçüncü köprü ve üçüncü havalimanı o uğursuz planın ilk durakları. AKP’nin Kuzey Ormanlarının olduğu yerde 7 milyonluk bir şehir daha kurmak istemesi 10 yıldır bilinen bir şey. Havaalanı o şehrin merkezinde. Yapılaşma ise 3. köprünün bağlantı yollarının etrafında. Böylece İstanbul’un üzerinde kurulu olduğu iki yarımadanın tamamı ormansız, ağaçsız, deresiz, gölsüz, böceksiz, kuşsuz bir çorak alan haline gelecek ve böylece Adnan Menderes ile başlayan şehrin yağmalanma süreci Tayyip Erdoğan ile tamamlanmış olacak.
***
İMP… Açılımı İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi. Bir zamanlar Kadir Topbaş’ın yönetimindeki İstanbul’un gözde kuruluşlarından biriydi. Adı kısa zamanda unutuldu. Bunda şimdi faaliyette olan 3. Köprünün payı büyük. Tuhaf, trajik bir hikâye barındırıyor içinde.
2004 yılında kuruldu İMP. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın bir araya getirdiği 500 bilim insanı iddiaya göre tarihi metropolün gelecekteki yüz yılını planlayacaktı. Şehirdeki çarpık yapılaşmanın önüne geçilmesi, şehrin su havzaları ve yeşil alanlarının korunması, ulaşım akslarının belirlenmesi için neredeyse şehirle ilgili ne kadar uzman ve bilim adamı varsa, Tepebaşı'ndaki 10 bin metrekarelik ofiste bir araya getirilmişti. Prof. Dr. Hüseyin Kaptan başkanlığındaki uzmanlar, İstanbul'un yeni imar ve ulaşım planlarının çıkarılması için çalışmaya başladı. Kendisi de bir mimar olan Topbaş gururluydu; İMP’ye sorulmadan İstanbul’a tek bir çivi çakılmayacaktı.
İMP’nin İstanbul'un yeni imar planları için işe koyulmasının üzerinden henüz birkaç ay geçmemişti ki tuhaf gelişmeler olmaya başladı. Kadir Topbaş İMP’nin planlamadığı bazı büyük projelerden söz ediyordu. Galataport ve Haydarpaşa ve Dubai Kuleleri gibi şehrin siluetini bütünüyle değiştiren bu projeler kentsel planlama merkezi dışında, merkezi hükümet, bakanlıklar ve belediye tarafından oluşturulmuştu. Topbaş, “yedi tepeye yedi tünel” projesinin temelini yakında atacaklarını duyurdu ancak projeyi kavşak ve yol bağlantıları için İMP'ye götürecekler, onların da rızalarını alacaklardı. Rızası alınacak proje şehre 2 milyar Dolar değerinde 68 kilometrelik delik açmak anlamına geliyordu ve bu delik İMP’nin planında yoktu.
Uzmanlar planda olmayan o projelere karşı çıktı. Projeler bütünlüklü bir kent planına göre yapılmamış, kentsel dönüşüm adı altında nokta operasyonlarıyla kente biçim verilmeye kalkışılmıştı. İMP’nin şehir planı bu hayhuy arasında tamamlandı. Merkez hazırladığı planı açıklamaya hazırlanırken zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan helikopterle şehir turu atarak üçüncü köprünün yapılacağı güzergâhı işaret etti. İMP’nin planında üçüncü köprü de yoktu. Hatta plancılar, köprünün bağlantı yollarının geçeceği Kuzey Ormanlarında yapılaşmaya bütünüyle karşıydı. Uzmanlar planı bir yana bırakmış, şehir için son uyarıyı yapmaya çalışıyordu: İstanbul’un akciğeri olarak kalan kuzeydeki yeşilimize sahip çıkmalıyız, eğer sahip çıkmazsak İstanbul’u kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız...
Aradan 10 yıldan az bir zaman geçti… Üçüncü köprü çoktan bitirildi. 3. havaalanı projesi bitti bitecek. Kuzey Ormanlarının yerinde denize kıyısı olan büyük bir çöl uzanıyor şimdi. Köprüden havaalanına uzanan bağlantı yolu etrafındaki araziler iktidar yandaşları tarafından çoktan paylaşıldı. Bu alanda planlanan şehir yükselmek için havaalanı ve yollara son şeklin verilmesini bekliyor. Sonuç ortada. Üzerinden geçilemeyen köprüler, gidilemeyen yollara açılıyor. Tarihi camilerin minareleri arasında onlara nanik yapan gökdelenler yükseliyor. Kendine muhafazakâr diyen bir iktidar döneminde şehrin anıları, belleği, coğrafyasının topografyası, kimliği yerle bir edildi. Ve bu kaotik, kimliksiz, biçimsiz şehir ağırlığının üzerine 7 milyon bir nüfus daha eklemeye hazırlanıyor muhafazakâr İslamcı iktidar.
***
Üçüncü köprü yapılırken tanıdık tartışmalar yapıldı yine. Memlekete tek çivi çakmayan solcular köprüye karşıydı. Ama işte haklı sebepleri vardı köprüye karşı olanların. Bunlar yolun ve köprünün yol açacağı yapılaşmayla da sınırlı değildi üstelik. Diğer ikisi gibi yalnızca lastikli taşımacılığa yönelik yapılacak üçüncü köprü de ulaşım açısından bir çözüm olmayacak, tam tersine yalnızca sorunu büyütecekti. Köprülerden geçen özel taşıtlar trafiğin yüzde 90’ını oluşturdukları halde toplam yolcuların ancak yüzde 30’unu taşıyorlardı çünkü. Bunun anlamı köprü yapılmasının asıl amacının şehrin rantını yağmalamak olduğuydu.
İstanbul’u son altmış yılda biçimlendiren “emlak rantı” dünyadaki en etkin para kazanma yolu. Şehri biçimlendiren temel motivasyon işte bu. Öyle bir kâr hırsı ki bu vaktiyle İMP’nin başkanlığın yapmış olan Prof. Hüseyin Kaptan plan için çalıştıkları sırada üçüncü köprü yapılacağını Amerikalı bir arsa spekülatöründen öğrendiklerini beyan etmişti.
Kuzey Ormanları yağmalandı. Artık ne orman var ne içecek su. Rüzgârı bile kesildi şehrin. Yazın 100 kilometre ötedeki Silivri ile şehir merkezi arasındaki ısı farkı 10 derece. Çünkü dağ taş beton, asfalt. Bu yazıyı hazırlarken 1 saat boyunca yağan yağmur büyük bir şehir seline yol açmıştı.
Ama bütün bunlar “muhafazakâr” iktidarı frenlemiyor. İstanbul’un silueti değişiyor. Her gün yeni yüksek binalar ekleniyor şehre. Sultanahmet Camisi’nin minareleriyle yarış eden 16/9 kulelerini hatırlayın. Kuşatılmış bir şehir artık burası. En sonunda şehrin merkezi sayılan Taksim Meydanını ele geçirdiler ve kısa zamanda tipik bir Ortadoğu şehrinin meydanına benzettiler. Hâlbuki o meydan ve bitişiğindeki küçücük park için bu ülkenin en büyük direnişlerinden biri yaşandı yakın zamanda. Ne gam!
Muhafazakârlar ama muhafaza ettikleri tek bir şey yok. Yeniye tapıyorlar; yıkmaya, yenilemeye bayılıyorlar. Hatta yıktıkları rejimin yerine kurdukları gecekonduya bile “Yeni Türkiye” adını taktılar. Hüseyin Kaptan bunlara bakıp şöyle demişti: “Plancıyım, 75 yaşındayım. Biz önce şunu öğrendik: İstanbul’un siluetine, boğazına bina yapmayacaksın, minarelerin arasına bina sokmayacaksın. Hep de böyle çizdik. Şimdi bir müteahhit bizden daha önemli oluyor. Sonra da utandık diyorlar. Utanın tabii.”
***
İstanbul 1990’lı yıllardan bu yana AKP’nin elinde. Bütünüyle yeniden yaratılmış bir şehir artık burası. Hatta “İslami bir rengi” olduğu bile iddia ediliyor. Bir ara İslamcılar Bağdat, Şam ve Kahire ile birlikte dört önemli İslam şehrinden biridir diyordu İstanbul için. Ama bir şehirden daha çok kasaba kökenli yağmacıların istilasına uğramış uçsuz bucaksız bir beton çölü görünümünde. Karayolu şehri bu şehir. Nüfusu karayollarına yazıldı. Kimliği bu. Kanunsuz şehir. Son kalan yeşilliğinin üzerine 7 milyon daha ekleyecekler, büyük rant yaratacaklar, yağmalayacaklar. Sonra az ilerde kanal açacaklar, kıyısına lüks konutlar yapıp yeniden dağıtacaklar kalanları. 20 yıl önce uydu kentler yaptılar ormanın kıyısına, yeşil alanı bol diye sattılar. Sonra o yeşil alanları imara açtılar, şimdi betonu bol diye satıyorlar. Planla entegre edilemeyen çevre yerleşimler rantla entegre ediliyor şehre böylece.
Hakkını yemeyelim belirsiz de olsa bir “estetik” seziliyor bu yapılaşmada. İslami midir bilinmez ama betona bir tapınma hali olduğu kesin. Suudi Arabistan Krallığı İslamın en önemli merkezi olan Kâbe’nin çevresini otel yatırımlarına açtı mesela. Muhammed’in evinin bulunduğu cadde üzerinde oteller yükseliyor. Kutsal şehrin kutsal merkezi beton yükseltilerle modern bir ucubeye dönüştürülmüş durumda. Bizimkiler de oraya gidiyorlar, şehrin mükemmel biçimi olarak orayı görüyorlar. Çöl, kum ve betondan ibaret bir şehir hayal ediyorlar. İstanbul için hayal ettikleri bu.
İstanbul genişlemesi imkânsız bir şehir oysa. Olsa olsa kopya bir Dubai yaparsınız. Hurma ağacı görünümünde dolgu alanlar yaratırsınız eşsiz güzellikte denizinin üstünde. Sonra o dolgular üzerine tuhaf şekilli gökdelenler dikersiniz.
Şehrin bağrında boy vermiş bir kanserojen ur gibi uzanan Kumkapı çıkıntısı işte ortada. Tarihi yarımadanın şeklini bile yeniledi muhafazakârlar!
Orhan Gökdemir / SOL
*Boyun Eğme’nin 84. Sayısında yayınlanmıştır
Bu, resmi rakama göre 15 milyona ulaşmış bir büyük şehirde karşılaşacağınız sıradan bir hafta sonu krizi. Girersen çıkması, çıkarsan girmesi çok güç bir şehirden söz ediyoruz. Hâlbuki her tarafı köprü, her tarafı otoban şehrin. İşleyen iki havaalanı var, üçüncüsü yolda. Tüp geçitleri, denizaltında ilerleyen raylı sistemi var. Kör topal işlese de metrosu bile var. Fakat yine de hem şehre ulaşım, hem de şehirde ulaşım büyük bir sorun olmayı sürdürüyor.
Bu sorunun aşılamamasının ilk nedeni böylesine küçük bir alana yığılmış olan 15 milyonu aşkın nüfus. Her gün milyonlarca insanın girip çıktığı bir şehirden söz ediyoruz. Sabah İzmir büyüklüğünde bir nüfus İstanbul’a giriyor. Aynı anda Ankara büyüklüğünde bir nüfus şehirden çıkmaya çalışıyor. Bu dünya ölçeğinde bile büyük bir hareketlilik. İlk çözümü bu kadar nüfusu bir şehre yaymamak, ülke sathına yaymak. Bu İstanbul için artık imkânsız. İkinci çözüm şehirde nüfusun daha fazla artmasına engel olmak.
Bu mümkün.
Ama gelişmeler AKP iktidarının bunun tam tersini yapmaya çalıştığını gösteriyor. Üçüncü köprü ve üçüncü havalimanı o uğursuz planın ilk durakları. AKP’nin Kuzey Ormanlarının olduğu yerde 7 milyonluk bir şehir daha kurmak istemesi 10 yıldır bilinen bir şey. Havaalanı o şehrin merkezinde. Yapılaşma ise 3. köprünün bağlantı yollarının etrafında. Böylece İstanbul’un üzerinde kurulu olduğu iki yarımadanın tamamı ormansız, ağaçsız, deresiz, gölsüz, böceksiz, kuşsuz bir çorak alan haline gelecek ve böylece Adnan Menderes ile başlayan şehrin yağmalanma süreci Tayyip Erdoğan ile tamamlanmış olacak.
***
İMP… Açılımı İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi. Bir zamanlar Kadir Topbaş’ın yönetimindeki İstanbul’un gözde kuruluşlarından biriydi. Adı kısa zamanda unutuldu. Bunda şimdi faaliyette olan 3. Köprünün payı büyük. Tuhaf, trajik bir hikâye barındırıyor içinde.
2004 yılında kuruldu İMP. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın bir araya getirdiği 500 bilim insanı iddiaya göre tarihi metropolün gelecekteki yüz yılını planlayacaktı. Şehirdeki çarpık yapılaşmanın önüne geçilmesi, şehrin su havzaları ve yeşil alanlarının korunması, ulaşım akslarının belirlenmesi için neredeyse şehirle ilgili ne kadar uzman ve bilim adamı varsa, Tepebaşı'ndaki 10 bin metrekarelik ofiste bir araya getirilmişti. Prof. Dr. Hüseyin Kaptan başkanlığındaki uzmanlar, İstanbul'un yeni imar ve ulaşım planlarının çıkarılması için çalışmaya başladı. Kendisi de bir mimar olan Topbaş gururluydu; İMP’ye sorulmadan İstanbul’a tek bir çivi çakılmayacaktı.
İMP’nin İstanbul'un yeni imar planları için işe koyulmasının üzerinden henüz birkaç ay geçmemişti ki tuhaf gelişmeler olmaya başladı. Kadir Topbaş İMP’nin planlamadığı bazı büyük projelerden söz ediyordu. Galataport ve Haydarpaşa ve Dubai Kuleleri gibi şehrin siluetini bütünüyle değiştiren bu projeler kentsel planlama merkezi dışında, merkezi hükümet, bakanlıklar ve belediye tarafından oluşturulmuştu. Topbaş, “yedi tepeye yedi tünel” projesinin temelini yakında atacaklarını duyurdu ancak projeyi kavşak ve yol bağlantıları için İMP'ye götürecekler, onların da rızalarını alacaklardı. Rızası alınacak proje şehre 2 milyar Dolar değerinde 68 kilometrelik delik açmak anlamına geliyordu ve bu delik İMP’nin planında yoktu.
Uzmanlar planda olmayan o projelere karşı çıktı. Projeler bütünlüklü bir kent planına göre yapılmamış, kentsel dönüşüm adı altında nokta operasyonlarıyla kente biçim verilmeye kalkışılmıştı. İMP’nin şehir planı bu hayhuy arasında tamamlandı. Merkez hazırladığı planı açıklamaya hazırlanırken zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan helikopterle şehir turu atarak üçüncü köprünün yapılacağı güzergâhı işaret etti. İMP’nin planında üçüncü köprü de yoktu. Hatta plancılar, köprünün bağlantı yollarının geçeceği Kuzey Ormanlarında yapılaşmaya bütünüyle karşıydı. Uzmanlar planı bir yana bırakmış, şehir için son uyarıyı yapmaya çalışıyordu: İstanbul’un akciğeri olarak kalan kuzeydeki yeşilimize sahip çıkmalıyız, eğer sahip çıkmazsak İstanbul’u kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız...
Aradan 10 yıldan az bir zaman geçti… Üçüncü köprü çoktan bitirildi. 3. havaalanı projesi bitti bitecek. Kuzey Ormanlarının yerinde denize kıyısı olan büyük bir çöl uzanıyor şimdi. Köprüden havaalanına uzanan bağlantı yolu etrafındaki araziler iktidar yandaşları tarafından çoktan paylaşıldı. Bu alanda planlanan şehir yükselmek için havaalanı ve yollara son şeklin verilmesini bekliyor. Sonuç ortada. Üzerinden geçilemeyen köprüler, gidilemeyen yollara açılıyor. Tarihi camilerin minareleri arasında onlara nanik yapan gökdelenler yükseliyor. Kendine muhafazakâr diyen bir iktidar döneminde şehrin anıları, belleği, coğrafyasının topografyası, kimliği yerle bir edildi. Ve bu kaotik, kimliksiz, biçimsiz şehir ağırlığının üzerine 7 milyon bir nüfus daha eklemeye hazırlanıyor muhafazakâr İslamcı iktidar.
***
Üçüncü köprü yapılırken tanıdık tartışmalar yapıldı yine. Memlekete tek çivi çakmayan solcular köprüye karşıydı. Ama işte haklı sebepleri vardı köprüye karşı olanların. Bunlar yolun ve köprünün yol açacağı yapılaşmayla da sınırlı değildi üstelik. Diğer ikisi gibi yalnızca lastikli taşımacılığa yönelik yapılacak üçüncü köprü de ulaşım açısından bir çözüm olmayacak, tam tersine yalnızca sorunu büyütecekti. Köprülerden geçen özel taşıtlar trafiğin yüzde 90’ını oluşturdukları halde toplam yolcuların ancak yüzde 30’unu taşıyorlardı çünkü. Bunun anlamı köprü yapılmasının asıl amacının şehrin rantını yağmalamak olduğuydu.
İstanbul’u son altmış yılda biçimlendiren “emlak rantı” dünyadaki en etkin para kazanma yolu. Şehri biçimlendiren temel motivasyon işte bu. Öyle bir kâr hırsı ki bu vaktiyle İMP’nin başkanlığın yapmış olan Prof. Hüseyin Kaptan plan için çalıştıkları sırada üçüncü köprü yapılacağını Amerikalı bir arsa spekülatöründen öğrendiklerini beyan etmişti.
Kuzey Ormanları yağmalandı. Artık ne orman var ne içecek su. Rüzgârı bile kesildi şehrin. Yazın 100 kilometre ötedeki Silivri ile şehir merkezi arasındaki ısı farkı 10 derece. Çünkü dağ taş beton, asfalt. Bu yazıyı hazırlarken 1 saat boyunca yağan yağmur büyük bir şehir seline yol açmıştı.
Ama bütün bunlar “muhafazakâr” iktidarı frenlemiyor. İstanbul’un silueti değişiyor. Her gün yeni yüksek binalar ekleniyor şehre. Sultanahmet Camisi’nin minareleriyle yarış eden 16/9 kulelerini hatırlayın. Kuşatılmış bir şehir artık burası. En sonunda şehrin merkezi sayılan Taksim Meydanını ele geçirdiler ve kısa zamanda tipik bir Ortadoğu şehrinin meydanına benzettiler. Hâlbuki o meydan ve bitişiğindeki küçücük park için bu ülkenin en büyük direnişlerinden biri yaşandı yakın zamanda. Ne gam!
Muhafazakârlar ama muhafaza ettikleri tek bir şey yok. Yeniye tapıyorlar; yıkmaya, yenilemeye bayılıyorlar. Hatta yıktıkları rejimin yerine kurdukları gecekonduya bile “Yeni Türkiye” adını taktılar. Hüseyin Kaptan bunlara bakıp şöyle demişti: “Plancıyım, 75 yaşındayım. Biz önce şunu öğrendik: İstanbul’un siluetine, boğazına bina yapmayacaksın, minarelerin arasına bina sokmayacaksın. Hep de böyle çizdik. Şimdi bir müteahhit bizden daha önemli oluyor. Sonra da utandık diyorlar. Utanın tabii.”
***
İstanbul 1990’lı yıllardan bu yana AKP’nin elinde. Bütünüyle yeniden yaratılmış bir şehir artık burası. Hatta “İslami bir rengi” olduğu bile iddia ediliyor. Bir ara İslamcılar Bağdat, Şam ve Kahire ile birlikte dört önemli İslam şehrinden biridir diyordu İstanbul için. Ama bir şehirden daha çok kasaba kökenli yağmacıların istilasına uğramış uçsuz bucaksız bir beton çölü görünümünde. Karayolu şehri bu şehir. Nüfusu karayollarına yazıldı. Kimliği bu. Kanunsuz şehir. Son kalan yeşilliğinin üzerine 7 milyon daha ekleyecekler, büyük rant yaratacaklar, yağmalayacaklar. Sonra az ilerde kanal açacaklar, kıyısına lüks konutlar yapıp yeniden dağıtacaklar kalanları. 20 yıl önce uydu kentler yaptılar ormanın kıyısına, yeşil alanı bol diye sattılar. Sonra o yeşil alanları imara açtılar, şimdi betonu bol diye satıyorlar. Planla entegre edilemeyen çevre yerleşimler rantla entegre ediliyor şehre böylece.
Hakkını yemeyelim belirsiz de olsa bir “estetik” seziliyor bu yapılaşmada. İslami midir bilinmez ama betona bir tapınma hali olduğu kesin. Suudi Arabistan Krallığı İslamın en önemli merkezi olan Kâbe’nin çevresini otel yatırımlarına açtı mesela. Muhammed’in evinin bulunduğu cadde üzerinde oteller yükseliyor. Kutsal şehrin kutsal merkezi beton yükseltilerle modern bir ucubeye dönüştürülmüş durumda. Bizimkiler de oraya gidiyorlar, şehrin mükemmel biçimi olarak orayı görüyorlar. Çöl, kum ve betondan ibaret bir şehir hayal ediyorlar. İstanbul için hayal ettikleri bu.
İstanbul genişlemesi imkânsız bir şehir oysa. Olsa olsa kopya bir Dubai yaparsınız. Hurma ağacı görünümünde dolgu alanlar yaratırsınız eşsiz güzellikte denizinin üstünde. Sonra o dolgular üzerine tuhaf şekilli gökdelenler dikersiniz.
Şehrin bağrında boy vermiş bir kanserojen ur gibi uzanan Kumkapı çıkıntısı işte ortada. Tarihi yarımadanın şeklini bile yeniledi muhafazakârlar!
Orhan Gökdemir / SOL
*Boyun Eğme’nin 84. Sayısında yayınlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder