Böylece son Halife Abdülmecid Efendi’nin adıyla anılan bu tarihi köşkte, FOLIA sergisi açıldı. Sergi koordinatörü Yasemin Ülgen, sergi tasarımı ve uygulama Umut Durmuş’a ait. Sergi hazırlığı iki yıl sürmüş. Bazı eserler gerçekleştirilirken Koç Holding desteği var, bazıları sanatçıların galerilerinden, bazıları özel koleksiyonlardan bazıları ise Ömer Koç koleksiyonundan.
Folia, Latince hem yaprak, botanik ve bir ölçüde doğa demek hem de çılgınlık, delilik demek. Aslında folia iki anlam arasında da gidip geliyor. Doğa hiç durmadan ürüyor, hiç durmadan çürüyor. Böyle bir çılgınlık hali ve döngüselliği. İşte sergi de öyle bir şey, kâh istila ediyor, kâh birbirleriyle konuşuyor, kâh salondan salona, alt kattan üst kata yayılıyor. Küratörlerin beyin fırtınalarından da anladığımız gibi bol yeşillikli bahçeler, bitkiler, hayvanlar, belki av hayvanları, belki doğaya verdiğimiz zararlar... Bütün bu beklentilerle giriyoruz sergiye.
Zaten sergiye henüz girmeden binanın dışından aşağıya doğru sarkan dev bir eğrelti otuyla karşılaşıyoruz, Camila Rocha’nın eseri, kaybolan türlere bir gönderme. Bu eğrelti otunun kökleri birinci kat balkonunda.
Camila Rocha’nın eseri
Camila Rocha’nın eseri
İçeri bir adım attığınızda kuru çiçeklerden bir gökyüzü ile karşılaşıyorsunuz. Rebecca Louise’nin işi. Kutularla kuru çiçek getirmiş ve çelik tellerle tutturduğu kompozisyonu mekanda düzenlemiş. Sosyal medyada en çok rastladığınız görüntüdür eminim, çünkü kapıdan girer girmez sizi çarpıyor. Serginin başlığına ve ruhuna çok uygun.
Rebecca Louise’nin eseri
Köşk’e ana kapıdan girdiğinizde tipik bir Türk evi mimarisi var. Ortada kocaman bir sofa, sağlı sollu odalar, duvarlarda çiniler, şömine... Sofadan şömineli odaya geçişte ise Yaşam Şaşmazer dev, kütlesel yosun yığınlarıyla bizi bir odadan diğerine geçiriyor. Dışarıda olması gerekirken içeride ve istilacı. Ingela Ihrman’ın devasa ibibik tüyleri de mekanın her odasını işgal ediyor. Kuşu görmüyoruz tüylerini bırakmış gitmiş. Nadireler kabinlerinden ilham alarak oluşturulan Gündüz Odası sofanın sağında, Gece Odası solunda yer alıyor. Gece Odası’na girmeden Tamar Kasparian’ın bir pedestal üzerinde yükselen kil, cam ve seramikten toprak örtüsü yer alıyor, oldukça detaylı. Biraz da kuraklığı çağrıştırıyor. Gece Odası’na girdiğinizde aslında karanlık ama raflar, nişler ışıklarla kendini açıyor, sanat eserleri kendini belli ediyor. Gündüz Odası ise aydınlık ve onlarca eserle rengarenk bir dünya var. Her iki odada da birçok sanatçının işleri yer alıyor. Balmumu çiçekler, maskeler, kirpi okları, deniz dibi videoları, deniz kestaneleri, tohumlar hatta gerçek bir yılan iskeleti gibi... Sofadan ilerleyip şömineli odaya girdiğinizde bir avcı tarafından vurulmuş tam göz hizamızda bağırsakları ve iç organları dışarda, seramik anıtsal bir geyik yerleştirmesi sizi karşılıyor. Unutmayalım burası bir av köşkü. Anna Wensel’in işi. Hemen ilerisinde Mehtap Baydu’nun teninden kalıp çıkarıp döktüğü porselen orkide yaprakları, hem uzun saplı bir çiçek bahçesi hem de bir beden bahçesi. Kırılgan yaprakların bir kısmı da sapların dibine dökülmüş. Hemen karşısında bir başka odada hayali bir mimari yapı ancak kat kat folyolardan yani kağıtlardan, mukavvalardan inşa edilmiş. İşte size ‘folia’nın bir alt anlamı daha. Eva Jospin’in işi.
Yukarı çıkmak üzere merdivenlere ilerliyoruz. Burada en göze çarpan Henrique Oliveire’nın üst kata kadar devam eden ve dört parçadan oluşan kontrplak kaplama yerleştirmesi, ağaç gövdesini andırıyor ancak veba salgınında kullanılan sivri uçlu maskeleri simgeliyor.
Henrique Oliveire'nın yerleştirmesi
Üst kat sahanlığında Merve Tuna’nın ‘Isakower Makinesi’ ile karşılaşıyoruz. Hareketli bir heykel diyelim. Yarım saat arayla bu yerleştirmenin pembe balonları inip sönüyor. Freud’un psikolojide algıların genişleyip azalması, bilinç durumları ile ilgili bir makineymiş Isakower. Sanatçı bu makinede eril ve dişil algıları birleştirmek istemiş. Selen Ansen bu işin önünde, “Bunu üretmek ciddi bir mühendislik işiydi. Onca emekten sonra hiçbir işe yaramayan bir makine ürettiler. İşi ne? Balon şişirip söndürmek. Sanat tarihinde bu, sürrealistlerin ürettikleri bir haz makinesi gibi. Üretken bir makine değil, kendini tüketen bir makine” diyor. Sanatçısı Merve Tuna dualiteyi seviyor.
https://www.dailymotion.com/video/x9t1oc6
Bir başka çarpıcı iş Douglas White’ın patlamış tır lastiklerinden ürettiği dev kapkara palmiye ağacı, sanki yakılmış gibi. Muz kabuklarından yarattığı yarasalar da öyle. Dönüşümü simgeliyor bu işler.
Douglas White’ın patlamış tır lastiklerinden ürettiği dev kapkara palmiye ağacı
Bu kattaki bir başka ağaç ise yine devasa at kestanesi ağacı. Odine Lang, metal tellerden bir ağaç iskeleti yapmış ve üzerini pirinç kağıdı gibi ince bir kağıtla kaplamış. Teller paslanmış ve ağacın yapraklarının damarlarını oluşturmuş. Rivayet o ki Osmanlı Viyana kapılarında bu at kestanesi tohumunu bırakmış ve Avrupa'ya da buradan yayılmış.
At Kestanesi Tomurcuğu, Odine Lang
Fatoş İrwen’in ‘Zaman Hasadı’ başlığını verdiği pamuk tarlası odasına giriyoruz. Ne bekliyoruz? Bembeyaz pamuk tomurcuklarının olduğu bir oda değil mi? Diyarbakır Suriçi’nde doğup büyüyen, siyasi görüşleri nedeniyle Diyarbakır Hapisanesi’nde üç yıl yatan, mekan ve beden arasındaki ilişkiyi sık sık işeyen bir sanatçı Fatoş İrwen. Sanatçı pamuk tarlasının toprağını serperken adeta güneş tutuluyor ve her yer kapkaranlık oluyor. Pamuk bitkisinin sapları gerçek, kurumuş pamuk sapları. Ancak pamuk çiçekleri saçlar, topak yapılmış kadın saçları. Saç insan vücudunda hafıza biriktiren ve en yavaş çürüyen bir beden parçası. Bir tür sanatçının imzası. Hafıza unutur mu? Güçlü bir yerleştirme. Hemen eserin üzerine düşen de aynı sanatçının Dicle Nehri videosu.
Zaman Hasadı
Bir başka bölümde Sena Başöz’ün aydınger kağıtlarına bastığı kuşlar bir vantilatörün rüzgarına kapılmış uçuşuyorlar. Aynı salonda yine Merve Tuna’nın haz ve acıya ya da korku ve arzuya gönderme yapan (dualiteyi seviyor demiştik) askıya asılı ‘Dayak Aletleri’ var. Karşıya geçiyoruz, sanatçı Alex Marie’nin yazar Virginia Woolf’un eseri Orlando’ya gönderme ile bir odanın köşesine yığılmış onlarca pembe kâğıt balonları var. Balonların üzerine, dikkatle bakınca çok yakın çekilmiş insan teni, saç, kıl, deri gibi parçalarının fotoğrafları basılmış. Üzerleri de balmumu ile kaplanmış. Bir insan arşivi dağı bu sanki.
Polly Morgan’ın eseri bir çocuk tabutu ve içinden yuvalarından düşen ölmüş ama tahnit edilmiş gerçek kuş yavruları fırlamaya çalışıyor. Önünde insanın içi acıyor. Geliyoruz Canan'ın Şehretün’nar odasına. Payetler, kumaşlar, boncuklar, tel heykeller, yanan sönen ışıkları ile serginin en popüler bölümlerinden biri. Ademden önce ateş ve havadan yaratılan bu mitolojik varlık bedeninde birçok yüz taşıyor. Canan buna ‘cinlerin anası’ diyor. Sanatçı, kullandığı malzemelerle ve renk ışık birlikteliğiyle sizi de bu ortama kolayca sokuyor.
Şehretün’nar, Canan
100’e yakın sanatçı ve 300’e yakın eser arasından bu iki kata yayılan sergiden benim aklıma yer eden eserler böyle. 21 Eylül’de açılan sergiyi bugüne kadar 56 bin kişi ziyaret etmiş. Bir öneri; 300’e yakın eseri, bastırılan kâğıt planlardan değil de eserlerin yanına iliştirilmiş sanatçı ve eser adı künyelerinden bulabilseydik keşke. Hem izleyiciye kolay olurdu hem de kağıt israfını önlerdi.
Sergi pazartesi günleri hariç her gün 11:00-19:00 arası 1 Mart 2026’ya kadar açık.
Sergiye gitmişken korunun içindeki vegan restoran Telezzüz’de önceden yer ayırtarak ve sergi menüsünü istediğinizi söyleyerek mutlaka şef Bahtiyar Büyükduman’ın lezzetli yemeklerini de yiyin. Tadı damağınızda kalacak.
***
Osmanlı'dan günümüze uzanan dava sonuçlandı: Tarabya'daki 200 yıllık tarihi yalı Rus elçilik çalışanının mirasçılarına kaldı
İstanbul Boğazı'nın en değerli noktalarından biri olan Tarabya'daki yaklaşık 200 yıllık yalı ve 10 dönümlük arazisiyle ilgili 17 yıldır süren mülkiyet davası sonuçlandı. Osmanlı döneminden bu yana Rusya'nın diplomatik temsilciliği olarak kullanılan taşınmazla ilgili davada mahkeme, Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Rusya Federasyonu'nun taleplerini reddederek, mülkün 19. yüzyıldaki sahibi Rus elçilik çalışanı Nikola İsveçin'in mirasçılarına ait olduğuna hükmetti.
Maddi değeri 1,5 milyar lirayı bulan taşınmazla ilgili karar, Osmanlı fermanlarından uluslararası hukuk metinlerine kadar yüzlerce belgenin incelendiği, Türk hukuk tarihinin en kapsamlı mülkiyet davalarından biri olarak kayda geçti.
Tarabya sahilindeki yalı, 1868'de İsveçin tarafından 400 bin kuruşa satın alınmış, ölümünden sonra ise uzun yıllar boyunca Rus temsilciliği olarak kullanılmıştı. Ancak mülk hiçbir dönemde Rusya adına tescil edilmedi.
Sabah'tan Atakan Irmak'ın haberine göre mahkeme, yıllar sonra Fransa'da ortaya çıkan İsveçin'in torunlarının soybağını kabul ederek, mülkün Cedric ve Aurelie Lecomte İsveçin kardeşlerle Jean Ivan İsveçin'e ait olduğuna karar verdi.

Tarabya'daki 10 dönümlük arazinin hikâyesi, 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı tahtında Sultan I. Abdülmecid'in bulunduğu dönemde başladı. Fransız Sefareti'nde (elçilik) tercümanlık yapan ve aynı zamanda avukat olan Mösyö Leon Auguste Landevosin'in eşi Madam Yakome'nin kızı Heme Landevoisin, 1841'de yalıyı Rum asıllı Hristaki Efendi'den satın aldı. Tanzimat ve Islahat Fermanı'yla Osmanlı Devleti'nin Batı'ya yöneldiği, yabancıların İstanbul Boğazı'nda gayrimenkul edinmeye başladığı dönemde söz konusu yalı Fransız bir ailenin eline geçti. Landevoisin Ailesi, Fransa'ya dönmeden önce, 1868'de yalıyı Rus elçilik çalışanı Nikola İsveçin'e (Nikolai Ivanovitch Swetchine) 400 bin kuruş bedelle sattı. Nikola İsveçin, İstanbul'da Sultan II. Abdülhamid döneminde 6 Haziran 1903'te vefat etti. Cenazesi yakınları tarafından Fransa'ya götürülerek Nice şehrindeki Caucade Mezarlığı'na defnedildi. Ancak ilginç bir şekilde İsveçin'in ölümü kayıtlara "Mirasçı bırakmadan öldü" şeklinde not edildi.
Nikola'nın ölümünden sonra taşınmaz, Padişah V. Mehmed Reşad'ın uygun görmesine ilişkin ferman ve Evkaf Mahkemesi kararıyla Rus Çarlığı'na kiralandı. Böylece mülk, bir dönem Rus Sefareti'nin evli memurları için lojman ve misafirhane olarak kullanıldı. Ancak mahkeme kararında özellikle vurgulandığı üzere, taşınmaz hiçbir dönemde doğrudan Rusya'ya tescil edilmedi.
Yalnızca bir dönem temsilcilik olarak tahsis edildi. 1917'de Çarlık Rusya'sının şubat ve ekim devrimleriyle yıkılması, ardından 1922'de SSCB'nin kurulması ve 1991'de dağılmasıyla Rusya Federasyonu'nun ortaya çıkması, taşınmazın statüsünü de karmaşık hale getirdi. 1950 yılında yapılan kadastro tespitinde taşınmaz, eski tapu maliki Nikola İsveçin adına kaydedildi ve kayıt kesinleşti.
Nikola İsveçin'in iki oğlundan biri olan Ivan Nikolaevitch, Fransa'da generalliğe kadar yükselmiş bir askerdi.
2004'te Hazine, Nikola'nın mirasçısız öldüğü gerekçesiyle taşınmazın devlete geçmesi için tapu iptali ve tescil davası açtı. Vakıflar Genel Müdürlüğü de taşınmaz üzerinde Sultan Bayezid Vakfı'na ait bir şerh bulunduğunu ileri sürerek mülkiyetin kendisine ait olduğunu savundu.
***
Mısır, dünyanın en büyük arkeoloji müzesini açtı; Tutankhamun'un mezarının tamamı ilk kez sergileniyor!

Dünyanın en büyük arkeoloji müzesi olarak tanımlanan Büyük Mısır Müzesi (GEM), resmen açıldı. 70 futbol sahası büyüklüğünde müze, hanedanlık öncesi dönemlerden Yunan ve Roma dönemlerine kadar ülkenin yaklaşık yedi bin yıllık tarihini kapsayan yüz bine yakın eseri barındırıyor.
Mısır, dünyanın en büyük arkeoloji müzesi olarak nitelendirilen GEM'i Kahire'nin hemen dışında, Giza'daki Büyük Piramitlerin bir mil kuzeyinde açtı. Ülkenin yaklaşık 7 bin yıllık tarihine ait yüz bine yakın eseri barındıran müzenin kurulması diğer ülkelerde bulunan önemli Mısır antikalarının iade edilmesi taleplerini güçlendirebilir.
Bu antikalar arasında, British Museum'da sergilenen ünlü Rosetta Taşı da bulunuyor.
Tutankhamun'un mezarı ilk kez tümüyle sergileniyor
GEM'in en önemli cazibe merkezi, İngiliz Mısırbilimci Howard Carter tarafından keşfedilmesinden bu yana ilk kez bir arada sergilenen çocuk kral Tutankhamun'un bozulmamış mezarının tüm içeriği olacak. Bu içerik, Tutankhamun'un muhteşem altın maskesi, tahtı ve savaş arabalarını da içeriyor.
1922'de mezarın keşfedilmesinden bu yana, mezarın içinde bulunan toplam 5 bin 500'den fazla parçadan yaklaşık 1800'ü sergileniyordu.
Büyük Merdiven dâhil müzenin büyük bir kısmı geçen yıldan beri halka açık
Yılda 8 milyon ziyaretçi bekleniyor
Yaklaşık 1,2 milyar dolar maliyetli devasa müze kompleksinin, bölgesel krizlerden etkilenen Mısır turizmine büyük bir ivme kazandırarak yılda 8 milyon ziyaretçi çekmesi bekleniyor.
***
T-24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder