Olay geçen hafta Eskişehir’de meydana geliyor.
Eskişehir ADD, ÇYDD ve Eğitim-İş’in Lozan’ın 94. yılını kutlama töreni
ile ilgili duyuruları meçhul kişiler tarafından üzeri boyanarak,
değiştiriliyor, “kutlu olsun” ibaresi “lanet olsun” şekline sokuluyordu.
“Lozan Antlaşması’nın 94. yılı lanet olsun” deyimi bir biçareliğin itirafından başka bir şey değildir.
Her zaman, ilerlemenin karşıtlarının ve laik Cumhuriyet düşmanlarının onun kurucularını karalamak ve küçümsemek için saldırdıkları ana hedeflerden biri olmuştur Lozan.
Lozan’ın bir zafer olmayıp bir hezimet olduğunu ileri süren aklıevvellere dikkatle bakın, göreceksiniz ki onlar laik Cumhuriyete de karşı oldukları için Türkiye’nin tapusuna saldırmaktadırlar.
Aslında barış antlaşmalarını zafer veya hezimet olarak nitelemek saçmadır.
Barış antlaşmalarında aranması gereken husus onların, tarafların hepsinin varlık ve yaşamsal çıkarlarını güvenceye alan adil ve kalıcı (sürdürülebilir) bir barışı sağlayacak öğelere sahip olmalarıdır.
Eğer bir barış antlaşması bu özelliklere sahip değilse, daha imzalandığı andan itibaren gelecek savaşın tohumları atılıyor ve her iki tarafın da varlıklarını koruyacak asgari koşullar sağlanana kadar sürecek çatışma daha o andan itibaren filizlenmeye başlıyor demektir.
Böylelikle her savaşın kendi barışını, her çarpık barışın da kendi savaşını doğurduğu savaş- barış diyalektiği oluşur.
Bunun en güzel örneği de, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra galip İtilaf Devletleri’nin mağluplara dayattığı barış koşullarıdır. İtilaf Devletleri’nin, Versaille’da Almanya’ya dayattıkları koşullar sürekli bir barışı sağlayamadığından, milyonlarca insanın canına mal olan 2. Dünya Savaşı patlak verdi.
Lozan, Sevres’in koşullarını kabul etmeyen Türkiye’nin silaha sarılarak, verdiği mücadeleden sonra kendi varlığını ve gelişmesini sağlayacak koşulları elde ettiği için başarılı sayılır. Ve bu başarı İtilaf Devletleri dayatmasını kıran ilk barış antlaşması olması açısından da evrenseldir.
Barış antlaşmalarına alınan veya verilen toprak açısından bakmak, köhnemiş bir tarih anlayışının ürünüdür ve saçmadır. Lozan’ın tarihimizin en fazla toprak kaybedilen anlaşması olduğu safsatası, hem yanlış bir bilginin hem de yanlış bir yaklaşımın ürünüdür. Sevres’in getirdiği dayatmalar, Anadolu’da Türk insanına kendi varlığını sürdürüp geliştirmek imkânını vermiyordu. Ama Lozan, ulus devletin varlığını sürdürüp geliştirmesinin bütün koşullarını sağlıyordu. Emperyalist emeller gütmeyen, zaten gütmesine de imkân olmayan bir toplumun da, bundan fazlasını beklemesinin anlamı yoktur.
Lozan görüşmeleri çok eşitsiz koşullar altında
cereyan etti. Bir yanda dünya savaşının galiplerinin lideri İngiltere
vardı, (Amerika yine Monroe doktrinine dönerek, bir süre için Avrupa ile
ilgisini kesmişti) öbür tarafta ise koskoca bir imparatorluğun enkazı
üzerinde ayakta durmaya çalışan çok güç koşullardaki Türkiye.
Bütün elverişsiz koşullara karşın Türkiye kendini 1. Dünya Savaşı’nın mağlubu değil, Kurtuluş Savaşı’nın galibi eşit bir taraf olarak kabul ettirmeyi ve varlığı ile gelişmesi için elzem olan koşulları elde etmeyi başarmıştır.
Bugün Lozan’ın 94. yılında eğer Türkiye milli eğitimiyle, kültür ve sanatıyla, tarımı ve sanayii ile, demokrasisi, basın özgürlüğü ve adil olmayan yargısı ile göğüs kabartacak bir durumda değilse, bunun nedenlerini Lozan’da ne yaptığımızda değil, Lozan’dan sonra ne yaptığımızda araştırmak gerekir.
Çünkü Lozan bize bugün her açıdan çok daha ileri bir düzeyde olmamızı sağlayacak imkânları temin etmişti.
İşin ilginci, Lozan’ı lanetleyecek kadar kendini kaybetmiş laik Cumhuriyet düşmanları o imkânların yeterince değerlendirilememesinin baş sorumlularıdırlar.
Lozan’ı lanetleyenler, şimdi hem suçlu hem de güçlü rolündedirler.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
“Lozan Antlaşması’nın 94. yılı lanet olsun” deyimi bir biçareliğin itirafından başka bir şey değildir.
Her zaman, ilerlemenin karşıtlarının ve laik Cumhuriyet düşmanlarının onun kurucularını karalamak ve küçümsemek için saldırdıkları ana hedeflerden biri olmuştur Lozan.
Lozan’ın bir zafer olmayıp bir hezimet olduğunu ileri süren aklıevvellere dikkatle bakın, göreceksiniz ki onlar laik Cumhuriyete de karşı oldukları için Türkiye’nin tapusuna saldırmaktadırlar.
Aslında barış antlaşmalarını zafer veya hezimet olarak nitelemek saçmadır.
Barış antlaşmalarında aranması gereken husus onların, tarafların hepsinin varlık ve yaşamsal çıkarlarını güvenceye alan adil ve kalıcı (sürdürülebilir) bir barışı sağlayacak öğelere sahip olmalarıdır.
Eğer bir barış antlaşması bu özelliklere sahip değilse, daha imzalandığı andan itibaren gelecek savaşın tohumları atılıyor ve her iki tarafın da varlıklarını koruyacak asgari koşullar sağlanana kadar sürecek çatışma daha o andan itibaren filizlenmeye başlıyor demektir.
***
Bunun en güzel örneği de, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra galip İtilaf Devletleri’nin mağluplara dayattığı barış koşullarıdır. İtilaf Devletleri’nin, Versaille’da Almanya’ya dayattıkları koşullar sürekli bir barışı sağlayamadığından, milyonlarca insanın canına mal olan 2. Dünya Savaşı patlak verdi.
Lozan, Sevres’in koşullarını kabul etmeyen Türkiye’nin silaha sarılarak, verdiği mücadeleden sonra kendi varlığını ve gelişmesini sağlayacak koşulları elde ettiği için başarılı sayılır. Ve bu başarı İtilaf Devletleri dayatmasını kıran ilk barış antlaşması olması açısından da evrenseldir.
Barış antlaşmalarına alınan veya verilen toprak açısından bakmak, köhnemiş bir tarih anlayışının ürünüdür ve saçmadır. Lozan’ın tarihimizin en fazla toprak kaybedilen anlaşması olduğu safsatası, hem yanlış bir bilginin hem de yanlış bir yaklaşımın ürünüdür. Sevres’in getirdiği dayatmalar, Anadolu’da Türk insanına kendi varlığını sürdürüp geliştirmek imkânını vermiyordu. Ama Lozan, ulus devletin varlığını sürdürüp geliştirmesinin bütün koşullarını sağlıyordu. Emperyalist emeller gütmeyen, zaten gütmesine de imkân olmayan bir toplumun da, bundan fazlasını beklemesinin anlamı yoktur.
***
Bütün elverişsiz koşullara karşın Türkiye kendini 1. Dünya Savaşı’nın mağlubu değil, Kurtuluş Savaşı’nın galibi eşit bir taraf olarak kabul ettirmeyi ve varlığı ile gelişmesi için elzem olan koşulları elde etmeyi başarmıştır.
Bugün Lozan’ın 94. yılında eğer Türkiye milli eğitimiyle, kültür ve sanatıyla, tarımı ve sanayii ile, demokrasisi, basın özgürlüğü ve adil olmayan yargısı ile göğüs kabartacak bir durumda değilse, bunun nedenlerini Lozan’da ne yaptığımızda değil, Lozan’dan sonra ne yaptığımızda araştırmak gerekir.
Çünkü Lozan bize bugün her açıdan çok daha ileri bir düzeyde olmamızı sağlayacak imkânları temin etmişti.
İşin ilginci, Lozan’ı lanetleyecek kadar kendini kaybetmiş laik Cumhuriyet düşmanları o imkânların yeterince değerlendirilememesinin baş sorumlularıdırlar.
Lozan’ı lanetleyenler, şimdi hem suçlu hem de güçlü rolündedirler.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder