Devletlerin sağlığı ve gücü, doğa yasalarına göre
işler. Bağışıklık sistemi zayıf düşen devlet de tıpkı insan gibi hem
dışarıdan gelecek mikrop ya da virüs saldırılarına açıktır, hem de
içeride sağlıklı hücrelerini yiyen ölümcül hastalıklara…
Devlete böyle bakıldığında, Türkiye’nin dış politikası yakın ya da uzak yabancı devletlerle küresel dengeleri gözeterek ülkeyi dışarıya karşı korumak üzerine kurulu olmalıdır. Keza iç politikalar da devletin bünyesi demek olan toplumsal varlığın bağışıklık sistemini güçlü tutacak uyum, birlik ve barışı koruyup gözetmek zorundadır.
Oysa AKP iktidarının Türkiye’yi yönetip yönlendirdiği 16 yılda, ahı da vahı da gidip zorbalığı kalan devletin hem dış, hem de iç politikalarının iflas ettiğini görüyoruz.
Herkesin herkese ticaret, sanayi, yatırım ve borçlanmayla bağlı olduğu küresel bir dünyada, kimsenin düzeni bozmasına ya da kendisini kuralların üstünde görmesine izin verilmez.
Dış güçlere karşı Türkiye’nin izlediği, NATO
olmazsa Rusya’ya kayarım, AB olmazsa Şanghay Beşlisi’ne yamanırım,
Avrupa para vermezse göçmenleri salarım tarzındaki şantaj politikaları
ve daha nice hatalar; sonuçta elbette tersine döndü, ülkeyi nanik
yapılan dış güçlerin oyuncağı, çok daha vahim şantajlara açık hale
getirdi.
İç politikada da durum farklı değil: Türkiye, artık konuşsa da anlaşamayacak, çünkü aynı mantık ve sözcüklerle düşünmeyen, üstelik birbirine hiçbir zaman olmadığı kadar düşman nüfus gruplarına bölündü. Böyle bir bölünme, devletin dış güçlere karşı direncini azaltmasına paralel olarak tarımının yabancı tohumculara teslimi, üretimin baltalanması ve tüketimin dışarıya bağımlı hale getirilmesiyle, ülkeyi aç nüfus şantajına karşı da korunmasız bıraktı.
Başka bir deyişle Türkiye, AKP’nin uçuk kaçık politikaları sayesinde artık “hasta bir organizma” ve içeriden ya da dışarıdan saldıracak tüm mikroplara, virüslere dayanıksız hale getirildi.
İktidar, bu derdin dermanını bulamıyor. Para açığını tüm varlıklarını satarak, hatta Türkiye’yi adeta Araplara peşkeş çekerek kapatmaya çalışıyor. Toplumsal alanda ise gelecek kuşakları Arapların dini, dili ve gelenekleriyle yetiştirerek Türkiye’yi Araplaştırmaya çalışıyor. Ekleyin bu zoraki kimlik dönüşümüne Suriyeli göçmenlere verilen yurttaşlığı; Yeni Osmanlılık yolunda Ortadoğu’yu fethe giderken, Ortadoğu tarafından fethediliyoruz!
Tabii zaman kaldıysa…
Çünkü yerel otoritenin ülke benim malım, istediğim kadar yağmalar, istediğimi yoktan var, istediğimi vardan yok ederim zorbalığıyla gelinen noktada, sadece T.C’nin hukuku değil, uluslararası konvansiyonlar ve yasalar da delindi.
İşte buna izin verilmez ve bedeli salt yerel otoriteye değil, bütün ülkeye, nüfusa ağır ödetilir.
12 Şubat 2014’te bu sütunda yayımlanan “İki zahit, bir ahit” başlıklı yazım, ABD’nin niçin Babek Zencani ile Rıza Sarraf’ın izini sürdüğüne ve hükümeti hedeflediğine ilişkin önemli bir uyarıydı.
Sarraf tutuklandıktan sonra yayımlanan 22 Ağustos 2016 tarihli ve “Türkiye kokuyor mu?” başlıklı yazım ise “Ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetenler, bilmem haklarında kanıt toplandığının farkındalar mı?” tümcesiyle bitiyordu…
2011 yılında NATO’nun bombardımanıyla devrilip öldürülen Libya diktatörü Kaddafi ve şürekasının, büyük payı Asya ve Ortadoğu ülkelerinde olmak üzere tüm dünyada 200 milyar dolarlık yatırımı vardı. Öldürüldükten sonra bu paranın tek kuruşu Libya’ya geri dönmedi, zaten ailesinden de hak iddia edecek kimse kalmadı!
Kaddafi’nin üstelik başkalarından bile değil, kendi halkından çaldığı bu paralara ne oldu, bilmek ister misiniz?
Gelecek pazar, bu köşede.
Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET
Devlete böyle bakıldığında, Türkiye’nin dış politikası yakın ya da uzak yabancı devletlerle küresel dengeleri gözeterek ülkeyi dışarıya karşı korumak üzerine kurulu olmalıdır. Keza iç politikalar da devletin bünyesi demek olan toplumsal varlığın bağışıklık sistemini güçlü tutacak uyum, birlik ve barışı koruyup gözetmek zorundadır.
Oysa AKP iktidarının Türkiye’yi yönetip yönlendirdiği 16 yılda, ahı da vahı da gidip zorbalığı kalan devletin hem dış, hem de iç politikalarının iflas ettiğini görüyoruz.
Herkesin herkese ticaret, sanayi, yatırım ve borçlanmayla bağlı olduğu küresel bir dünyada, kimsenin düzeni bozmasına ya da kendisini kuralların üstünde görmesine izin verilmez.
***
İç politikada da durum farklı değil: Türkiye, artık konuşsa da anlaşamayacak, çünkü aynı mantık ve sözcüklerle düşünmeyen, üstelik birbirine hiçbir zaman olmadığı kadar düşman nüfus gruplarına bölündü. Böyle bir bölünme, devletin dış güçlere karşı direncini azaltmasına paralel olarak tarımının yabancı tohumculara teslimi, üretimin baltalanması ve tüketimin dışarıya bağımlı hale getirilmesiyle, ülkeyi aç nüfus şantajına karşı da korunmasız bıraktı.
***
İktidar, bu derdin dermanını bulamıyor. Para açığını tüm varlıklarını satarak, hatta Türkiye’yi adeta Araplara peşkeş çekerek kapatmaya çalışıyor. Toplumsal alanda ise gelecek kuşakları Arapların dini, dili ve gelenekleriyle yetiştirerek Türkiye’yi Araplaştırmaya çalışıyor. Ekleyin bu zoraki kimlik dönüşümüne Suriyeli göçmenlere verilen yurttaşlığı; Yeni Osmanlılık yolunda Ortadoğu’yu fethe giderken, Ortadoğu tarafından fethediliyoruz!
Tabii zaman kaldıysa…
Çünkü yerel otoritenin ülke benim malım, istediğim kadar yağmalar, istediğimi yoktan var, istediğimi vardan yok ederim zorbalığıyla gelinen noktada, sadece T.C’nin hukuku değil, uluslararası konvansiyonlar ve yasalar da delindi.
İşte buna izin verilmez ve bedeli salt yerel otoriteye değil, bütün ülkeye, nüfusa ağır ödetilir.
***
Sarraf tutuklandıktan sonra yayımlanan 22 Ağustos 2016 tarihli ve “Türkiye kokuyor mu?” başlıklı yazım ise “Ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetenler, bilmem haklarında kanıt toplandığının farkındalar mı?” tümcesiyle bitiyordu…
2011 yılında NATO’nun bombardımanıyla devrilip öldürülen Libya diktatörü Kaddafi ve şürekasının, büyük payı Asya ve Ortadoğu ülkelerinde olmak üzere tüm dünyada 200 milyar dolarlık yatırımı vardı. Öldürüldükten sonra bu paranın tek kuruşu Libya’ya geri dönmedi, zaten ailesinden de hak iddia edecek kimse kalmadı!
Kaddafi’nin üstelik başkalarından bile değil, kendi halkından çaldığı bu paralara ne oldu, bilmek ister misiniz?
Gelecek pazar, bu köşede.
Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder