16 Eylül 2017 Cumartesi

Hainler mezarlığında sıradan bir gün - ORHAN GÖKDEMİR

Antik Mısır’ın dünya görüşü “yolculuk” üzerine şekillenmişti. Bakın duvar resimlerine, hemen herkes hareket halindedir, bir yerlere ulaşmak için ilerlemektedir.  Antik Yunanlılar yolculuğun yerine “madde”yi geçirdiler. Bizim modern uygarlığımız ise “uzay”ın etrafında dönüp duruyor. Tarihinin de “güneş merkezli evren” modeli etrafındaki kavgalarla başlaması rastlantı değil. Her ne hal ise, bütün bu uygarlıklar boyunca güçlü bir “öte dünya” inancı varlığını sürdürdü. O öte dünya Mısırlılar için elle tutulabilir bir yıldıza, Yunanlılar için gölgelerin arkasında saklı bir bilinmeze, zamanımızda çayırlığın ortasına yerleştirilmiş koca bir alışveriş merkezine benzese de böyle bu.

Mısırlıların güçlü ve somut bir öte dünya inancı olduğu için ölüye verilecek zarar büyük bir suç olarak kabul edilirdi. Zaman zaman arızi vakaların ortaya çıkmasına engel değildi tabii bu. “Kâfir Kral” Akhenaton’un mumyasını parçalandığı iddia ediliyor mesela. Sebebi, Amon dinini yasaklayıp tek tanrılı bir din kurmaya kalkışması. Çok sert bir kavga yani Akhenaton’un cesedine saldırılmasının sebebi. Mezar soyguncularını saymazsak yaygın bir davranış değil bunlar ama. Mısırlılar dâhil, öte dünyaya inananlar topluluklarda ölüye, gömüye saygı esas. Onun için Anadolu’nun pek çok yerinde çeşitli inançlara ait mezarlıklar yan yana, hatta bazen iç içedir.

Kaldı ki inanç ve anlayış ne olursa olsun ölüm eşitler hepimizi. Ölünün ne serveti olur, ne hırsı, ne aidiyeti, ne inancı. Haliyle kabahati veya suçu da olmaz. Yargılayamazsınız ölüyü, varsa davası düşürürsünüz. Varsa hakkı helal edersiniz. Yakınlarına saygı gösterirsiniz, baş sağlığı dilersiniz. Sevmiyorsanız gitmezsiniz cenazesine, mezarına bir tas su dökmezsiniz. Müslümansanız hele, denklem daha sadedir; Her ne günah işlediyse fani öte dünyada sigaya çekilecek, hesap verecektir. Zaten mezarlıklar da ölüler için değil, geride kalan diriler içindir. Kaybettiğimizin orada olduğunu bilmek, zaman zaman ziyaret etmek ölümü diriler için daha katlanabilir hale getirir, hepsi bu…


                                                                               ***

Fakat tuhaf bir dönüşümün içinden geçiyor dünya. Açlıktan, yoksulluktan, savaşlardan kaçmaya çalışan binlerce kişi Batının zenginliğine açılan denizlerde boğuluyor, cansız bedenleri savurup kıyılara atıyor dalgalar. Aylan bebeyi çoktan unuttuk. 1990’lı yıllardan bu yana sadece Irak’ta binlerce insanı öldürdü emperyalist saldırganlar. Suriye’de olup bitenler ortada. Libya’da, Filistin’de, Afrika’nın artık çetelesini tutmadığımız yoksul ülkelerinde insanların boğazlanmasına dayalı utanç verici bir ritüel kesintisiz sürüyor. Güya huzur ve güven içinde sanılan ülkemizde 7 Haziran seçimlerinden bu yana kaç yurttaşımızı bombalarla parçaladılar düşünün. Kanıksadık ölümü.

 Zıvanadan çıkmış bir emperyalist iştah, sonsuz hırsından beslenen ürkütücü piyasa düzeninin tasallutu altındayız. Doğrudan saldırılarının yanında her türlü karanlık ideoloji ve inancı besleyip kışkırtarak iktidarlarını yaymaya çalışıyorlar. Bu cehennemi iklimin sorumluluğunun aslan payı onlarda.

Cehalete ve dogmatizme tutunarak Ortaçağ’a geri dönmeyi hayal eden inançlar ve ideolojiler de işte bu cehennemi iklimden besleniyor, feyz alıyor. El Kaide’den IŞİD’e, İhvan’dan Hamas’a bin türlü tuhaf, karanlık örgüt dolaşıyor bu bataklıkta. Dünyanın banliyölerinin inancı artık İslam. O banliyölerdeki yoksulluk, sefalet, derin kaybetmişlik duygusu hepsi birlikte yan yana gelip bu inançla yeniden yoğruluyor, zehirli bir senteze dönüşüyor. İslam’ın hüküm sürdüğü sanılan o ülkelerde gerçekte hükmünü sürdüren sınırsız bir boğazlaşma, kin, öfke. Müslüman Müslümanın kurdu artık, yoksul yoksulun düşmanı. Onlar boğazlaşırken, tepelerinde emperyalistlerin kucağında yer bulmuş, piyasanın sonsuz güçlerine iman etmiş, tuzu kuru öteki “Müslümanlar” hüküm sürüyor.

Ve işte sonuç ortada. Cennete gitmeyi umut eden insanlar kendi elleriyle inşa ettikleri gerçek, somut, yakıcı bir cehennemde yanıp tutuşuyor. Ruhları azapta, bedenleri azapta. Ve bitiyor öte dünyaya inançları yandıkça. Dünyevileşiyor her şey.
                                                                            ***

Artık ne diriye ne ölüye saygıları var haliyle. “Şehremini” Kadir Topbaş 15 Temmuz dincinin dinciye darbe girişimi üzerine İstanbul’a hainler mezarlığı kurmaya kalkıştı hatırlayacaksınız. Hatta kapısına tabela bile diktirmişti. Diyanet İşleri mahcup, “bari tabelayı kaldırın” dedi ve böylece bu rezalete son verilmiş oldu. Fakat talihinin cilvesi, damadının da o hainlerden olduğu anlaşıldı sonra. Şimdi sesi sedası çıkmıyor.

İki yıl önceydi. Çağlayan Adliyesi baskınında öldürülen DHKP-C'li Şafak Yayla'nın cesedinin mezarlığa gömülmesine izin vermedi civar köylüler. Annesi de evinin bahçesine gömdü oğlunun cesedini. O milli histerisi gelişkin köylüler bunun üzerine annenin evine saldırdılar, taşladılar. Cesedi çıkarıp dereye atmakla tehdit ettiler. Anne, üzerine beton dökerek korumaya aldı oğlunu. Sonra da elinde fener sabahlara kadar nöbet tutu ölüsünün başında, “acımı yaşatmadılar bana” diye ağıtlar yaktı. Dedi ki soranlara; "Ne olur ne olmaz diye, mezarın yanlarını ve üstünü betonla kapattık, üzerine de toprak döktük. Gece oğlumu oradan mezardan çıkarıp alırlarsa ne yapacağız? Dinimizde mezarı yaptırmak için 6 ay geçmesi lazım. Ama korkudan, ne olur ne olmaz diye bu tedbiri aldık. Sabaha kadar balkonda el feneri ile mezara bakıp oğlumu bekliyorum. Ben bir anayım, acılıyım. İçim yanmış. Aslan gibi 24 yaşındaki oğlum gitmiş. Niye gitmiş, ne olmuş? Niye bu hale geldiler? Onun için mezara beton döktürdük?" Baba ne desin bunun üzerine…”Bu yaşta ölümü seçmişse saygı duyuyorum” diye mırıldanabildi ancak.

Bir milletvekilinin, Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesini gömdürmediler geçen gün. Gömülmüş anne mezarından çıkarılıp taa Tuncelilere taşındı. Sanki Tunceli başka ülkenin ili, başka ülkenin toprağı.
                                                                            ***

Ne söylüyorlarsa yalan. Ne ölenler hain, ne kalanlar kahraman. Çürümüş bir düzenin kurbanlarıyız hep birlikte. Öyle bir koku ki üzerimize bulaşan, kendimize olan saygımızı yitirdiğimizden ölülerden çıkarmaya çalışıyoruz hıncımızı.

Hatun Tuğluk ne yapmış olabilir ki ölüsüne saldıran barbarlara? Kızı suç işlediyse öder bedelini, zaten mahpusta. Ayrıca insanlık ailesi suçu şahsileştirmeyi başaralı çok uzun zaman oluyor. Hem babasının ölüsüne saygı gösterdiği oğluna sen kimsin ki saygısızlık edeceksin? Tek açıklaması var bunun: Yeniden kabile toplumuna dönüşüyoruz. Bu barbarlığın nüksetmesi ondan.

Ortada hiçbir kışkırtıcı sebep yokken, sırf gücü var diye başkalarına zarar verenlere barbar demiş Romalılar. İlkellikle eş anlamlıdır. İlkel barbarlarız artık.

                                                                              ***

Şair Adonis, “kötülük yapmamasının tek nedeni inancı olan insanlardan korkarım” demişti bir keresinde. Bunların inancı da artık kötülük yapmalarını engellemiyor. AKP cehenneminde yanıyoruz, yarımız ölü yarımız diri. Ateşi körüklemekten başka çıkar yol kalmadı bize…

Ne ölenler hain, ne kalanlar kahraman. Ne diyorlarsa yalan. Eğer direnmezsek bu çürümeye, bu ahlaksızlığa, bu ilkelliğe, hepimizi toplayıp hainler mezarlığına defnedecekler yakında.

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder