6 Eylül 2017 Çarşamba

Makineyle aşk ölümsüz mü, ölümcül mü? - TAYFUN ATAY

İnsanlık tarihi, üç büyük “aşk”a tanıklık eder.
İnsanın ilk aşkı “taş”tır! 2 milyon yıl önce karşımıza çıkan taş alet yapımı, doğa karşısında insanı üstün kılan “kültür”ün başlangıcını işaret eder.
Bu, türümüzün “maymunlar arasında bir maymun” olmaktan çıkmasının önünü açan bir devrimdir.
O yüzden “Taş Devri” yerine “Taş Devrimi” demek daha doğrudur!.. 
 
Bunun gibi bir diğer devrim, 10 bin yıl önce gerçekleşen “Tarım Devrimi”, insanı bu defa “toprak”la tutkulu bir aşkın içine soktu. 

Bu aşkın en has dillendirilişine Âşık Veysel’in dizelerinde şahit oluruz:
“Dost dost diye nicesine sarıldım
 Benim sadık yârim kara topraktır”.
Sonra “makine” gelir! 18’inci yüzyıl ortasında buhar makinesinin icadından istim alan “Endüstri Devrimi”, insanı bugün de devam eden bir aşkla makineye bağladı. 
Öyle ki insan, makineyle bir olmak, var olmak, “makineleşmek” istedi. 
 
Bu “aşk”ın da yine bu topraklardan müthiş bir ifadesi için bu defa Nâzım’a kulak verelim:
“trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!
her dinamoyu
altıma almak için çıldırıyorum!
tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor
 oto-direzinler lokomotifleri!
trrrrum,
 trrrrum,
trrrrum,
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!”
 
Nâzım’ın endüstriyel sosyalizme inançla harmanlanmış, 1920’lerin başına giden bu “iyimser” dizelerini elbette sorgulamaksızın zikretmek olmaz bugün... Makine ile “aşk”, sorunsuz değil ve pek çok soruyu beraberinde getiriyor: Makineleşme nereye varacak? İnsanlar makineleşirken, makinelerin insanlaşma ihtimali ve imkânı da var mı? İnsan zihninden daha randımanlı ve üstün çalışabilecek makineler üretildiğinde, bunların insanlarla ilişkisi nasıl olacak? Yapay zekâ, doğal insan zekâsını aşacak, bastıracak, ezecek mi?..

Yani insanın makineyle hâlâ büyük tutkuyla devam edegelen “aşk”ı ölümsüz mü olacak, ölümcül mü olacak?! 

Tüm bu soruların cevapları üzerine düşünme yolunda bir yapım, geçen pazar günü National Geographic ekranında seyrimize sunuldu. 

Kanalın 6 bölümlük yeni belgesel dizisi “Geleceğe Doğru” (“Year Million”), yukarıda belirttiğimiz 2 milyon yıllık insanlık tarihinin ötesinde, önümüzdeki “Milyon Yıl”a bakma teklifiyle geliyor karşımıza. Bir milyon yıl sonra insanın nasıl bir dünyada nasıl bir hayat yaşayacağını sorgulayarak...
Belgesel kurgusunda “sıradan bir Amerikan ailesi” karşımızda… Sıradanlığın ölçüsünü netleştirmek için ailenin android bir kızları olduğunu belirtelim!.. 

Bu, bizim “yeni-normal”imiz! Bir yandan, makine ile aşkın evliliğe dönüşüp “meyve” verdiğinin fantezisi denilebilir, ama dizinin akışı bunun çok yakında “gerçek” olmasına ramak kalmış bir fantezi olduğunu düşünmeye kışkırtıyor.
 
İlk bölümden hareketle açalım: Diyelim ki bir trafik kazasında trajik şekilde çocuğunuzu kaybettiniz, ama hayır, kaybetmediniz!.. 

Çünkü eğer 5 dakika içinde çocuğunuzun beynini dijital kopya için taratıp yükletirseniz, 72 saat sonra o, aynı görünüm, davranış ve mizaçla yapay zekâlı bir android olarak karşınızda olacaktır! Üstelik bu, dünyanın tüm bilgisine sahip, yürüyen, kanlıcanlı bir bilgisayardır da artık!..

Dolayısıyla, makine sizi artık ölümü yenme noktasına taşımayı vaat etmektedir; bir “yeni tanrı”nın yeni bir insan vaadidir aslında bu!.. 

Dizinin ilk bölümünün adı, bu vaadi yansıtırcasına çarpıcı, heyecan verici ve tabii ürpertici: “Homo Sapien 2.0”, yani teknoloji, yani “Makine” (artık büyük harfle yazmak gerek!) marifetiyle yeni, daha geliştirilmiş sürümüyle İnsan!.. 

Meşhur bilimkurgu dizisi “Black Mirror”u hayli yankılayan bir dizi-belgesel bu, ama onun gibi “distopik”, yani gelecekten ümidini kesmiş bir içerikle karşımıza çıkmıyor. 
 
Fakat öte yandan Nâzım’ın makineleşme arzusuna, adeta ona “Müjdeler olsun” diye seslenircesine karşılık veren bir iyimserlik de havasına hâkim değil!.. 
 
Sonuçta izlemeye değer, “gerçekçi” bir “gelecek öyküsü” bu.


Tayfun Atay / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder