Erdoğan ve arkadaşlarının Gülen cemaatine karşı operasyon üzerine
operasyon yaptıkları günlerde AKP çevresini bir korku sarmıştı. Bu
adımların toplumda genel bir tarikat ve cemaat düşmanlığını
körüklemesinden endişe ediyorlar, ısrarla Gülenciliğin kötü yola sapmış
bir tür cemaatçilik olduğunu söylüyorlardı.
Endişelerinin yersiz olduğu kısa sürede anlaşıldı. Ana muhalefet dahil düzen siyasetinden hiç kimse Gülen vakasından yola çıkarak bir bütün olarak tarikat ve cemaatleri karşıya almadı.
AKP'nin tarikatlar ve cemaatler olmaksızın yapamayacağı doğru elbette. Ama eksik... Yalnızca AKP değil bir bütün olarak bu düzen gerici örgütlenmelere ihtiyaç duyuyor. Sadece AKP'nin değil, düzen siyasetinin bütün unsurlarının yolu bir şekilde bu çetelerle çakışıyor.
Şu ya da bu tarikattan rahatsız olan var elbette. Şu ya da bu cemaate düşman olan da... Ama bu gerici örgütlenmelerin bir bütün olarak ortadan kaldırılması kimsenin işine gelmiyor.
Türkiye işte bundan dolayı her gün yeni bir tarikat rezilliğine tanık oluyor. Yobazlığın, sapıklığın, kadın düşmanlığının sonu gelmiyor. Tablo daha karanlık hale gelip rezillik arttıkça tarikatların nasıl çalıştıkları, güçlerini nereden aldıkları gerçeği unutuluyor. Yobazlık o denli korkunç ki, bu korkunçluk gerici örgütlenmelerin maddi temelini örtüyor.
Oysa bu tarikatların hemen hepsi bir şirket gibi çalışıyor ve büyük ve sözü geçen çetelerin tamamının muazzam bir ekonomik güçleri var. Gülen de, Menzil de, diğerleri de büyürken hem dışarıdan hem içeriden kurumsal destek aldılar... Ancak bu desteği iktisadi alanda da kullanmasalardı, farklı alanlara yayılmış bir servet biriktirmeselerdi, ne Gülen bu güce erişebilirdi, ne de Menzil bugünkü Menzil olabilirdi.
Şeyhlerin ve diğer liderlerin lüks otomobillerine bakıp zenginliklerini görmek yetmiyor. Onları yalnızca dinsel sömürünün zenginleştirdiğini düşünen de yanılıyor. Bu tablonun yalnızca bir yüzü... Belki daha doğru bir ifadeyle ilkel birikim safhası... Çünkü ilk birikim sonrasında bu düzenin ve piyasanın kuralları işliyor. Bu kurallar Koç, Eczacıbaşı için neyse, tarikatlar için de o. Zaten zenginlik arttıkça, holding patronlarıyla tarikat şeyhleri veya liderleri arasındaki fark belirsizleşiyor.
Bunlar pazarda karşı karşıya gelseler ve birbirlerine rakip olsalar da, hatta zaman zaman tarikatların ellerindeki gücü kullanarak aldıkları ihaleler veya kullandıkları yayılma yöntemleri diğerlerini rahatsız etse de aralarında bir çelişki yok. Dolayısıyla modern görünenin gerici olanı temizleyeceği beklentisinin maddi temeli de yok... Kimi zaman rekabet, kimi zaman uyum içinde ama öyle ya da böyle paranın kurallarına tabi bir şekilde faaliyet gösteriyorlar. Rekabet ve çekişmeleri de, uyumlu birliktelik ve yardımlaşmaları da düzenin belirlediği sınırlar içinde.
Tarikat şirketleşip şeyh zenginleşirken, patronların sınıfı yeni üyeler kazanıyor. Düzen bu şekilde işliyor, laiklik böyle ölüyor.
Türkiye'de laikliğin ölümünü tarikatlardan daha iyi anlatan bir başka olgu daha zor bulunur. Çünkü bu örgütlenmeler dinin siyasete ve toplumsal yaşantıya müdahale etmesini sağlamak için var. Tarikatlar ve cemaatlerin varlığı laikliğin anti-tezi ve laik bir ülkede tüm faaliyetleri kesinlikle yasak olmalı.
Ancak Türkiye'nin geldiği noktada artık tarikatları durdurmak için de dinsel olana karşı çıkmak yetmez. Dinsel olanın siyasete ve toplumsal yaşantıya müdahalesi paranın belirlediği kanallardan yapılıyorsa, paranın kurallarına karşı çıkmadan bu müdahaleyi engelleyemezsiniz.
Şeyhlerin bindikleri lüks arabalar herkesin dikkatini çekiyor, ne iyi... Şeyhlerin, dinsel liderlerin güçlerini aldıkları zenginlikleriyle uğraşmadan tarikatlarla mücadele edilemez, bu da tamam... Ama o zenginliği bu düzenin kuralları içinde ediniyor, ona tabi olarak zenginleşiyorlar. Öyleyse bu düzeni karşıya almadan o zenginlikle nasıl uğraşacaksınız? Bir tanesinin mallarına el koydunuz, diğerinin faaliyetlerini engellediniz diyelim. Ama o tarikattan boşalan yeri diğerlerinin doldurmasını önlemek için bu piyasanın kurallarını tümden değiştirmek zorundasınız.
Parayla hesaplaşamayan tarikatla da hesaplaşamaz. Paranın hüküm sürdüğü düzen de en sonunda ülkeyi bir tarikatlar cumhuriyetine dönüştürür. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi de bunun somut kanıtıdır.
İşte bu yüzden şeyhin arabasına, tahtına bakıp kızmak yetmiyor. Türkiye'de lüks arabalara yalnızca tarikat şeyhleri mi sahip?
Milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında ay sonunu zor getirirken şeyhlerle patronlar el ele o arabaları kullanabiliyorlarsa, daha çok taht kurup oturan çıkar bu ülkede.
Özgür Şen / SOL
Endişelerinin yersiz olduğu kısa sürede anlaşıldı. Ana muhalefet dahil düzen siyasetinden hiç kimse Gülen vakasından yola çıkarak bir bütün olarak tarikat ve cemaatleri karşıya almadı.
AKP'nin tarikatlar ve cemaatler olmaksızın yapamayacağı doğru elbette. Ama eksik... Yalnızca AKP değil bir bütün olarak bu düzen gerici örgütlenmelere ihtiyaç duyuyor. Sadece AKP'nin değil, düzen siyasetinin bütün unsurlarının yolu bir şekilde bu çetelerle çakışıyor.
Şu ya da bu tarikattan rahatsız olan var elbette. Şu ya da bu cemaate düşman olan da... Ama bu gerici örgütlenmelerin bir bütün olarak ortadan kaldırılması kimsenin işine gelmiyor.
Türkiye işte bundan dolayı her gün yeni bir tarikat rezilliğine tanık oluyor. Yobazlığın, sapıklığın, kadın düşmanlığının sonu gelmiyor. Tablo daha karanlık hale gelip rezillik arttıkça tarikatların nasıl çalıştıkları, güçlerini nereden aldıkları gerçeği unutuluyor. Yobazlık o denli korkunç ki, bu korkunçluk gerici örgütlenmelerin maddi temelini örtüyor.
Oysa bu tarikatların hemen hepsi bir şirket gibi çalışıyor ve büyük ve sözü geçen çetelerin tamamının muazzam bir ekonomik güçleri var. Gülen de, Menzil de, diğerleri de büyürken hem dışarıdan hem içeriden kurumsal destek aldılar... Ancak bu desteği iktisadi alanda da kullanmasalardı, farklı alanlara yayılmış bir servet biriktirmeselerdi, ne Gülen bu güce erişebilirdi, ne de Menzil bugünkü Menzil olabilirdi.
Şeyhlerin ve diğer liderlerin lüks otomobillerine bakıp zenginliklerini görmek yetmiyor. Onları yalnızca dinsel sömürünün zenginleştirdiğini düşünen de yanılıyor. Bu tablonun yalnızca bir yüzü... Belki daha doğru bir ifadeyle ilkel birikim safhası... Çünkü ilk birikim sonrasında bu düzenin ve piyasanın kuralları işliyor. Bu kurallar Koç, Eczacıbaşı için neyse, tarikatlar için de o. Zaten zenginlik arttıkça, holding patronlarıyla tarikat şeyhleri veya liderleri arasındaki fark belirsizleşiyor.
Bunlar pazarda karşı karşıya gelseler ve birbirlerine rakip olsalar da, hatta zaman zaman tarikatların ellerindeki gücü kullanarak aldıkları ihaleler veya kullandıkları yayılma yöntemleri diğerlerini rahatsız etse de aralarında bir çelişki yok. Dolayısıyla modern görünenin gerici olanı temizleyeceği beklentisinin maddi temeli de yok... Kimi zaman rekabet, kimi zaman uyum içinde ama öyle ya da böyle paranın kurallarına tabi bir şekilde faaliyet gösteriyorlar. Rekabet ve çekişmeleri de, uyumlu birliktelik ve yardımlaşmaları da düzenin belirlediği sınırlar içinde.
Tarikat şirketleşip şeyh zenginleşirken, patronların sınıfı yeni üyeler kazanıyor. Düzen bu şekilde işliyor, laiklik böyle ölüyor.
Türkiye'de laikliğin ölümünü tarikatlardan daha iyi anlatan bir başka olgu daha zor bulunur. Çünkü bu örgütlenmeler dinin siyasete ve toplumsal yaşantıya müdahale etmesini sağlamak için var. Tarikatlar ve cemaatlerin varlığı laikliğin anti-tezi ve laik bir ülkede tüm faaliyetleri kesinlikle yasak olmalı.
Ancak Türkiye'nin geldiği noktada artık tarikatları durdurmak için de dinsel olana karşı çıkmak yetmez. Dinsel olanın siyasete ve toplumsal yaşantıya müdahalesi paranın belirlediği kanallardan yapılıyorsa, paranın kurallarına karşı çıkmadan bu müdahaleyi engelleyemezsiniz.
Şeyhlerin bindikleri lüks arabalar herkesin dikkatini çekiyor, ne iyi... Şeyhlerin, dinsel liderlerin güçlerini aldıkları zenginlikleriyle uğraşmadan tarikatlarla mücadele edilemez, bu da tamam... Ama o zenginliği bu düzenin kuralları içinde ediniyor, ona tabi olarak zenginleşiyorlar. Öyleyse bu düzeni karşıya almadan o zenginlikle nasıl uğraşacaksınız? Bir tanesinin mallarına el koydunuz, diğerinin faaliyetlerini engellediniz diyelim. Ama o tarikattan boşalan yeri diğerlerinin doldurmasını önlemek için bu piyasanın kurallarını tümden değiştirmek zorundasınız.
Parayla hesaplaşamayan tarikatla da hesaplaşamaz. Paranın hüküm sürdüğü düzen de en sonunda ülkeyi bir tarikatlar cumhuriyetine dönüştürür. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi de bunun somut kanıtıdır.
İşte bu yüzden şeyhin arabasına, tahtına bakıp kızmak yetmiyor. Türkiye'de lüks arabalara yalnızca tarikat şeyhleri mi sahip?
Milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında ay sonunu zor getirirken şeyhlerle patronlar el ele o arabaları kullanabiliyorlarsa, daha çok taht kurup oturan çıkar bu ülkede.
Özgür Şen / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder