6 Eylül 2017 Çarşamba

Hep kurucu başbakan: Mithat... Tanzimat'ın has çocuğu - YALÇIN KÜÇÜK

Büyük İskender, savaşçı mı kurucu mu, söylemek zor, kırka yakın şehir kurmuştu, bir kısmı bugünlere kaldılar. Kalanlardan en büyüğü “İskenderiye” ve küçüğü “İskenderun”, ben küçük’tenim. Çocuktum, küçük şehrin modern yarısında, iki ilkokul vardı, birisi “Mithat Paşa” ve diğeri “Namık Kemal” idi. Benim ilk, “ilk” okulum “Mithat Paşa” oldu, çok güzel ve büyük bir okul yapısı olarak hatırlıyorum. Biz Fransız sömürgesiydik, Fransızlar’dan kalma güzel bir okulda okuyorduk. Okullarımızın isimleri bizde büyüklerimizi yaşatıyordu, Mithat’ı içimizde ve dışımızda yaşıyorduk. Onu katleden Abdülhamit’ten nefret ediyorduk, öyle yetiştik.

Silivri’de cürüm arkadaşım Veli Paşa’nın kızları Zeynep, Namık Kemal’de okumuşlar, “Barika-i Hakika Müsademe-i Efkardan...” Daha o zamanlardan biliyorduk. “Barika”, “Yıldırım” ya da “Şimşek”, “peygamber’in atıdır ve ismi “Burak” değil ve yanlış isimler var. Ben Mithat Paşa’daydım, kıvanç duyardık. Paşa, İskenderun’da görevliydi ve Dayım belediye başkanı, tanışıyorlar. Biz hapishanede tanıştık.

Sonra bir ilkokul daha kuruldu, eski mahalle’de, adı “Kurtuluş”, bina, Fransızların hapishanesi, zemin katı karanlık, evlerimiz yakın olduğu için bizleri naklettiler. Anne yanımdan dedem, “Yanıç” Teşkilat-ı Mahsusa’dan, Hatay’ın kurtuluşunda en büyük çetenin reisi; ben çocukken hep çete reisi olmak istiyordum, mahalle kavgalarında olurdum. Böyle okuduk ve böyle yetiştik. 29 Nisan 1960 tarihinde, 27 Mayıs’tan bir ay önce, ciddi bir çete reisi oldum.

Daha sonra da ortaokula geçtik, müthiş, bir frer’ler okulu, spor tesisleri çok modern, basket sahası, futbol sahası, birden daha çoktular. Liseyi, Haydarpaşa ve Kabataş’ta okudum, Kadıköy Vapur İskelesi’ni çok severdim, orada Modalı kızlar ve oğlanlar birbirini üç dakikada “tavlarlardı”, benim yaşlarımda çok güzel kızlar ve oğlanlardı, imrenirdim.

Şehir Hatları vapurunda, 25 kuruşa ayrıca lüks bileti alırdım, annem parayı gönderirdi, Falih Rıfkı – Hüseyin Cahit oraya otururdu, sabahları Bab-ı Ali’ye giderlerdi, yakın otururdum, dinlerdim, dillerini öğrenirdim. Falih Rıfkı’nın Türkçesi çok güzeldi, Hüseyin Cahit Yalçın polemikçiydi, ayırırdım. Hep öğrenirdim. Yüksek sesle sohbet ederlerdi ve sanki dinlememi isterlerdi. Dinlerdim.
İskenderun’da babam her gün gazetelerini alırdı. Önce okur sonra iki kardeş bizleri imtihan ederdi. Altı yaşlarındaydım. Sömürge kalıntısı bir yerdeydik, babam özenirdi. Sömürgede kültürlü olmamızı istiyordu, İskenderun’da hâlâ sömürge kültürümüz vardı. Sonra dejenere olduk.

***

Haydarpaşa’yı Abdülhamit yaptırmış, bir hastane havası vardı ve Sultanahmet Cezaevi’nde iken uzaktan Haydarpaşa’yı seyrederdim. Kabataş saraydı ve Sultan Abdulaziz’in intihar ettiği yerdi. Ve çok severdim, kayıkçılar olurdu ve haberliydi, binerdik ve inerdik, yirmi beş kuruş, Ortaköy’e “kaçardık”. Bir küreklik yoldu. Müsyo Mordo’nun kahvesi, şimdi arkadaşım Güngör Uras’ın çalışma dairesinin karşısı, gittikçe, Mordo’yu ararım ve artık yoktur. Giderdim ve ben bilardo oynardım, arkadaşlarım ya pişti oynarlar ya da zengin armatörün güzel kızlarına bakarlardı. İkisi evlendiler. Evlenenler gazeteci oldular. O tarihlerde gazeteci olmak isteyenler üniversite okumazlardı, zengin ailelerin kızlarını bulurlardı. Evlenirler. Bir iştir.

***

Fransızlar çabuk gittiler ve üstelik biz zorlamadık. Ancak yatırımlarına bakacak olursak, daha çok şehircilik, okul ve benzerleri, “Balıkhane” Nice’tekinin aynı, uzun yıllar kalmayı planlıyorlardı. Ancak İngilizler hiç öyle davranmadılar, Toynbee’nin sözüyle ortaklarından çalıyorlardı, Musul’u verdiler ve geri aldılar ve bütün Mezopotamya’ya el koydular, Araplara dört devlet yazdılar; bunları daha sonra ele almak istiyorum ve burada duruyorum.

Fransızlar, dayanamadılar ve tarihimizde zaman zaman Fransızların Türk yanlısı gösterilmesi buradan kaynaklanıyor ve hiç doğru değil. Emperyalist olmuşlar ve çok zayıftılar; İngilizler’in arkasına sığındılar. Hala öyle ve Mitterrand’dan bu yana, Almanya’nın arkasındadırlar.

***

Güzel, benim kendi kendime bir sorum var ve şudur; neden Selanik’i incelemek için bu kadar geç kaldım ve bunu hem anlamıyorum ve hem de kendimi affedemiyorum. Çok öğretici ve üstelik modern Selanik’in kurulmasında Türkler’in rolü çok büyüktür. Modern Selanik’i yangınlar kurmuş, yok etmişler ve 1890 yangını yeni kuruluşu zorlamış, 1917 de var ve 1922 İzmir yangını karşılığıdır. Hepsini yazacağım ve hazırlanıyorum.

Ve sonra Türk Valiler ve başta Tanzimatçı Sultan Abdülmecid ve Tanzimat’ı hazırlayan, büyük reformcu İkinci Mahmut’un oğludur, Selanik’e gittiler ve okunmalıdır. Ben geç kaldım; Cumhuriyet, “Tanzimat” ile başlar ve artık bu alfabedir.

Bir kitap, Gilles Veinstein, çok değerli bir Fransız ve İbrani ve Türkiye uzmanı da sayabiliriz, tarafından düzenlenmiş, ve şunları yazıyor, “la ville sera régénérée dans le cadre plus général de grandes réformes entreprises par l’Empire ottoman a partir de 1839, les Tanzimat.” Ve devamla, Tanzimat’ın ikinci Sultan’ı, İkinci Mahmut’un oğlu Abdülmecid’e ise çok ayrı ve büyük bir rol veriyor. Ve bu ayrı bir soruyu beraberinde getiriyor; peki neden, Sultan Hamid dahil Avrupa’da bir modern “Türk” şehri yapmaya, neden bu kadar önem verdiler. Dahası var, Mithat Paşa’nın Selanik’e vali tayin edilmesi büyük sevinçle kaydediliyor. Ve bu bölümü yazan Alexandre Yorulympos adında Yunan asıllı bir bilim adamıdır.

Neden geç kaldım, galiba kendimi kendime affettirebilmek için ve bir de 1916’dan itibaren Mezopotamya tarihini öğrenmek üzere, tarihten tarihe koşarken hasta düştüm. Bir de, çok hoş, Akepe’ye bakmaktan, akepe’ye benzedim, bilgilerimi kaybettim, bir dönemdir, hep bilgisiz insanlar olduk, gerçekten cahilleştiğimi anladım. Şimdi televizyonlara bakamıyorum. Ayrıca TV’lere profesör olarak çıkarılanlara hiç bakamıyorum. Bunlar neee! Aralarında birisi bizim İlber mi nee! Bir alem insanlar!

Ve şimdi öğreniyorum, Ermeniler ile sınırımız, Doğu Sınırımız, sanki 1915 yılında çizilmek üzeredir. Ve ilk kaybettiğimiz ülke Basra’dır ve yerine bir Hint Devleti vardı.

***

Ne hoş, kaybettiğimiz topraklara “ülke” sadece ben diyorum ve 1961 yılından bu yana “Doğu Birliği” çağırıyorum. İlk parçası Suriye’dir ve İskenderun, limanı’dır. Ve Suriye’de İttihad Terakki kokusu var ve Doğan Avcıoğlu benzer bir parti programıyla yola çıkmıştı, Cemal Madanoğlu ile beraberdiler. Suriye’de bu Parti’nin iki kurucularından birisi bir Hıristiyan’dı, Ermenileri, Kürtleri ve tabii Çerkezler’i çoktular.

9 Mart 1971 yılında durdular.
İkili, 9 Mart 1971 yılında bir müdahale ya da “Devrim” yapıyordu ve yüksek rütbeli subaylar, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları durmayı tercih ettiler. Doğan ve Madanoğlu’nu kısa dönem hapse attılar. Sonra hepsini bıraktılar.

Bir darbe girişimine, bu yakında olana da, “girişim” diyorlar, bütün subaylar katılıyorsa, hepsini cezalandıramıyorlar. Bırakıyorlar. Geçmiş tecrübemiz budur.
Şimdi hapisteki subaylar, generaller, “ben darbe girişiminde vardım” ve ekliyorlar, “Gülen asla” diyorlar. Gülen ile beraber olmayı hakaret sayıyorlar. Ben katılıyorum, Türk Ordusu, Gülen’e katılmaz; alt rütbede birtakım kariyeristler vardır.

***

Kabataş Lisesi’nde değil, bir sarayda okuduk.
Kabataş Lisesi’nde müdürümüzün geniş ve muhterem salon misli odasında Sultan Abdülaziz intihar etmişti, yanından geçerken korkmuyorduk. Müdürümüz Dranas çok disiplinliydi, çekinirdik, ama, bir yemekte bir koyun bitiren, ansiklopedilere göre, “şişman, ablak yüzlü, ak düşmüş çember sakallı” olan Abdülaziz’in cenazesinin bir süre tutulduğu saray odalarından korkmuyorduk. Aslında pek de duymuyorduk. Abdülaziz bize komik geliyordu.

Abdülaziz, İkinci Mahmut ve Abdülmecit’ten sonra, Tanzimat sultanları saydığımız “Tanzimat” dönemi, ki bu dönem Büyük Reşit Paşa ile anılıyor, çok ayrı bir dönemdir, resmen 1839 yılında başlıyor. Kabakçı Mustafa’nın elinden Üçüncü Selim kurtulamamıştı, İkinci Mahmut kıl payı kurtuldu, ölümden dönen adamdı, kırıcı ve devrimciydi, bir ordu ortadan kaldırdı ve yeniçerileri yok etti ve yeniçerilerin cesetlerinden Boğaz artık görülmüyordu. Yeni bir ordu kurdu; tıbbiye, mülkiye, pek çok mektep işte bu zamanda ortaya çıktılar.

Tanzimat, kırma ve kurma dönemidir.

***

Tanzimat dönemine bir anlamda “vezirler dönemi” diyebiliriz. Vezirler, Mithat, Hüseyin Avni, Mütercim Rüştü, vezirler ya da sadrazamlar, ülkeyi idare ediyorlardı ve Sultan Aziz ise Mehmet Memduh Paşa’nın bir eserinde şöyle yazılıyordu: “Hayal ve orta oyunu ile karakucak güreşi altın çağlarını onun döneminde yaşamıştır. Tiyatroyu sevmezdi, köçek oynatmayı, horoz döğüşü ve karagöz oyununu severdi.” Pek bayağı eğlencelere düşkün ve Tanzimat’a göre bayağı bir insandı. Hal etmek zorunluydu ve yaptılar.

Önce indirdiler ve şehzade Murat’ı getirdiler. Yokluğu hiç duyulmadı. Ancak Murat akıl hastasıydı ve sadrazamlara ve bu ara başta Mithat’a bu sultanı da indirmek ve yeni bir sultan bulmak kalıyordu. İkinci Hamit’i buldular ve modern bir prens olarak biliniyordu. İndir-çıkar, Mithat Paşa için zor olmadı ve buradayız.

***

Sultanlar vardır, krallar vardır, imparatorlar vardır, en çok güçlü insanlardan ve en çok bir tür borçlu olduğunu düşündükleri yöneticilerden korkardı. Ve bunlardan kurtulmanın zamanını ararlar ve beklerlerdi. Sultan Hamit, bunlardan birisidir. Beni Mithat yukarı çıkardı ve bir gün o indirecek, güçlüdür, diyordu. Sultan Aziz’in ölümü ya da intiharından yıllar geçti ve yıllar sadece korkusunun artmasına sebep oldu ve beş yıldan sonra harekete geçti. Yıldız Sarayı’nda bir çadır mahkemesi kurdurdu. Mahkeme heyetinin arkasında, Adliye Nazırı Cevdet Paşa, tarihçi Cevdet vardı ve o idare ediyordu. Aslında idare edilecek bir iş yoktu, sonuç belliydi.

Mithat çok şakacıydı ve sonucu belli mahkeme bunu etkilemedi. Mahkeme Başkanı ilk önce İddianame’yi okudu ve sonra Mithat Paşa’ya nasıl bulduklarını sordu. Cevabı şudur: “İki mahallini doğru ve sahih buldum. Onun da birisi başındaki besmelesi ve diğeri nihayetindeki tarihidir, kusur yerleri yalan ve yanlış ve kaideyi menazırdan hariç sözlerden ibarettir.” Güzel, Mithat, korkmaz bir paşadır.

Taif’de boğdular ve 7 Mayıs 1884 tarihindedir. “Bir gece yarısı Mithat Paşa’nın odası gece yarısı kırılarak dokuz nefer dalmıştı. Mithat Paşa, kendini şehit etmeğe gelen güruha karşı mukabele etmeği lüzumsuz görerek, yalnız Allah’tan korkmalarını ve böylece bir cinayete alet olmayı kendilerine yakıştıramadığına dair bazı sözler söylemekle iktifa etmişti. Bu neferler için, beşer riyal, onbaşı ve çavuşlar için, 10 ile 20 riyal ücretle bu cinayete memur edilenlerden yalnız biri, teessür duyarak kaçmış diğerleri Paşa’nın üzerine hücum ederek boğmuşlardı.”

Ruscuk Valisi, İzmir Valisi, Bağdat Valisi, Selanik Valisi ve her yerlerin valisidir. Adı Mithat, şimdi, yanında Enver, yanında Talat ve yanında diğer yoldaşları, Abide-i Hürriyet'te yatıyorlar. Büyük insanlar yan yanadırlar...

Yanındakilere şakaları eksik etmiyorlar.

Abdülhamid mi, bir kanundur. Kanun-ı Esasi’yi tatil eden Abdülhamid için kendini iktidar edenleri bitirmek esas kanun oluyor. Bir kanun-ı esasi daha kaybettik ve şimdi bir Hamid peyda oluyor. İlki trajik idi ve şimdiki şakadır.
Buradayız.

Yalçın Küçük / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder