Ölümünün ardından Yeni Asya gazetesi dokuz sütuna manşet attı,
“Kitabıyla Said-i Nursi ile alakalı bir tabuyu yıktı, hedef oldu ve
bedel ödedi” dedi. Kimden söz ediyor? Prof. Şerif Mardin’den. Yeni Asya
gazetesi kimin? Nurcuların. Peki, yazarımızın ödediği iddia edilen bedel
ne? Said-i Nursi hakkında kitap yazdığı için Türkiye Bilimler Akademisi
(TÜBA) üyeliğine alınmamış, o. Büyük mağduriyet diyecekler ama OHAL
var, KHK var. Nakşi-Nurcu destekli dinci iktidar sorgusuz sualsiz yüz
bini aşkın insanı kapı dışarı etti. İtiraz etmesine de yasak getirdi
üstelik. Nuriye ve Semih hukuksuz bir şekilde işlerinden edildikleri
için yüz seksen küsur gündür aç. Veli Saçılık bir yılı aşkın bir süredir
direniyor kovucularına. Bir kolunu zaten kopardıkları için kovarken
kollarından bile tutamadılar Veli’nin. Şimdi tek kolundan tutup tutup
tartaklıyor, yerlerde sürüyorlar. Şerif Mardin ebedi mağdur böyle bir
ortamda…
Ama insan ölümlü bir varlık pek hatırlamak istemese de. Öldü Şerif Mardin de, mağduriyetini de beraberinde götürdü. Arkasından söylenenler renkli. Kemal Kılıçdaroğlu, Ahmet Davutoğlu, Tayyip Erdoğan ve bilumum Nurcular gibi ağıt yakanlar var ölüye. Ama “iyi bilmezdik rahmetliyi” diyenlerin sayısı da bir hayli kabarık. Cumhuriyet gazetesinde Tayfun Atay “Prof. Dr. Şerif Mardin, aynı dili konuştuğu çevreler tarafından lânetlenmiş, farklı dili konuştuğu çevreler tarafından yüceltilmiş bir sosyal bilimciydi” diye yazdı mesela. İsabetli bir saptama bu. Yalnız, bu durum sadece onun için değil ülkenin pek çok ünlüsü için de geçerli. Mesela Orhan Pamuk. Aynı dili konuştuğu çevrelerde bir nefret objesi. Halbuki dışarıda büyük edebiyatçı sayılıyor. Nobel ile bile ödüllendiler. Peki, kendi ülkesinde yol açtığı nefretin sebebi ne? Belki ülkesindekilerle aynı dili konuşmuyordur da ondan oluyordur. Orhan Pamuk’la Şerif Mardin’le aynı dili konuşmuyoruz biz. Egemenlerin, kapitalizmin, emperyalizmin dili onların konuştuğu. Sorun bu…
***
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesiydi bir ara. Öğrencileri arasında Halil Berktay ve Ahmet Davutoğlu gibi ünlü simalar var. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü kurmuş. Rastlantı sayılmamalı, siyaset bilimi soğuk savaş döneminde imal edilmiş bir “bilim” dalı. Çevre-merkez kuramının ülkeye taşıyıcılarından. Bir ayağı ABD’de, öbür ayağı İletişim Yayınlarında. Din ve modernleşme üzerine yazıyor. “Yeni Osmanlıcılık”ın mucitlerinden. İslam’a sıcak, modernleşmeci-batıcı hareketlere uzak. Daha ne olsun?
2010’lu yıllarda Batı ve yerli ajanları AKP’yi parlatmaktaydı. Hiç gelememiş demokrasi nihayet AKP marifetiyle gelecek, ülke AB’ye girip Kemalizm’le içine düştüğü makûs talihini yenecekti. Şerif Mardin’in yazıp söyledikleri dönemin ruhuna çuk oturuyordu. Mikrofonlar ve kameralar ona döndü haliyle. Meşhur kanallarımızdan birinde program bile yaptırdılar. Siyasal İslamcı hareketin iktidar olmasında korkulacak bir şey yoktu, dediklerinden bu anlaşılıyordu ama gerisi basmakalıp şeylerden ibaretti.
Prof. Celal Şengör’ün "Bir Bilim Adamının Serüveni" adlı kitabı tam da o günlere yetişti. Prof. Dr. Şengör, Şerif Mardin'in neden Türkiye Bilimler Akademisi’ne kabul edilmediğini de anlatıyordu kitabında. Aktarayım:
"Ben o toplantıya gittim… Bir tarihçi ve yanılmıyorsam bir de sosyolog Şerif Mardin'i takdim etti. Birisi Şevket Pamuk'tu ama diğerini hatırlamıyorum. Şevket Pamuk, Şerif Mardin'in çalışmalarını anlattı, aldığı atıfları filan söyledi. Ama bunları bizim alıştığımız metotlarla söylemiyordu. Bunun üzerine Prof. Dr. Doğan Kuban birtakım şeyler söyledi. Doğan Kuban'ın söyledikleriyle Şevket Pamuk'un verdiği rakamlar birbirini tutmuyordu. Doğan Bey, 'Benim bildiğim Şerif Mardin'in öyle çok ciddiye alınacak bir sürü çalışması yoktur' dedi.
Sonra Prof. Dr. Cengiz Dökmeci söz istedi. Hiç unutmuyorum, Prof. Dr. Erdoğan Şuhubi şöyle bir baktı bana ve 'Şerif Mardin şimdi hapı yuttu' dedi. Cengiz Dökmeci, Şerif Mardin'in bütün akademik tarihini ortaya döktü. Son yirmi senede kaç tane atıfı var, kaç tane yayını var, bunlar nerede yayınlanmıştır, diye bir bir saydı. Bir baktık ki, Cengiz Dökmeci'nin söyledikleri ile Şevket Pamuk'un tahtaya yazdıkları hiç ama hiç birbirini tutmuyor. Sonuçta bir kaç makale dışında Şerif Mardin'in önemli sayıda akademik çalışma yapmadığı ortaya çıktı. Birkaç makale. Birkaç atıf. 'Kusura bakmayın ama böyle bir adam akademiye seçilemez' denildi. Oylandı ve kabul edilmedi."
Dikkat edin, Mardin’i komisyonda parlatan kişi Orhan Pamuk’un kardeşi Şevket Pamuk. İtiraz eden Doğan Kuban ve Cengiz Dökmeci. Alanının iki bilgesinden söz ediyoruz. Tayfun Atay’ın kulakları çınlasın, aynı dili konuşmak yetmez, bilmek de gerekir aynı zamanda.
Peki, sorun nedir? Sorun Türkiye’ye verilmek istenen yeni şekildir. Yalçın Küçük listelemişti yıllar önce. Türkiye’nin İslamizasyonunda, Türkiye’nin Osmanizasyonunda, yeni bir dönemin kurulmasında üç isime rol verilmişti Hocaya göre. Bu üç isim Şerif Mardin, Kemal Karpat ve Metin Heper’di. Haliyle bu isimler söz konusu olduğunda marifetlerinin yeterli olmaması mazeret olarak görülsün isteniyordu.
***
Türkiye Bilimler Akademisi olayından sonra “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” adlı çalışması ile tartışılan Mardin, söz konusu kitabı neden yazdığını şu sözlerle açıklamıştı: "Bildiğiniz üzere, Bediüzzaman Said Nursî'nin düşüncelerini, İslâmî düşünürler kesiminde en önde gelen fikir birikimlerinden biri sayıyorum. Öncelikle, Bediüzzaman'ın fikirleriyle birlikte gelen derin insan hürmetini görmemek mümkün değildir… Bediüzzaman ciddî konular üzerine eğilen, ciddî bir insandır. Fakat bunun yanında sosyal değişimin beraberinde getirdiği sorunları derinlemesine, ‘balon’ların cazibesine kapılmadan ve sorunların özüne giderek inceleyen bir kişiydi…”
“Bediüzzaman”mış, “ciddi konular üzerine eğilen ciddi bir adammış”… Adı geçen kitabı bir Sait şakirdi yazsa başka ne yazabilir?
Artık hatırlatmaya sıkılıyorum, bu topraklarda tarikatlara dayanarak yönetme geleneği taa Osmanlının kuruluşuna dayanıyor. Said-i Nursi’nin içinden geldiği Nakşibendi Tarikatı 1826’dan beri devlettir, devletle iç içedir. Nurculuk devlet olan o tarikattan türemiştir ve neredeyse cumhuriyetle yaşıttır. Özellikle Nakşibendi Tarikatı ve türevleri hep devletle iç içe oldu. Yeniçerilerden emniyet teşkilatına, devletin en açık baskı aygıtını yönetti ve yönlendirdi. “Sivil toplum kuruluşu” oldukları koca bir yalandan ibarettir özetle. Bilim adamımız pek çok çalışmasını bu yalanın üzerine kurmuştur.
Önemi ise şurada: Düzenin yeni ideoloğu, yeni halet-i ruhiyesidir Said-i Nursi. Kemalizm’den çark eden düzen Said-i Nursi limanına demir atmıştır. Gözleri açık kâbuslar gören yarı deli bu adam kapitalizmin yeni halinin birebir yansımasıdır.
Yalnız talebelerinden bir kısmı sorun çıkardı, darbe yapmaya kalkıştı. Haliyle, “toprağı bol olsun”, Şerif Mardin’in Nurculuk övgüsünün altındaki toprağın önemli bir bölümü kaydı. Yoksa büyük bir aziz olarak uğurlanacaktı. Üzerindeki haleyi döken gelişme bu olmuştur.
Büyük bir bilim adamı, büyük bir âlimmiş… İsteyen bunları der. Biz de istediğimizi deriz. Weber'le başlarlar, papazdır. Fethullah'a varırlar, imamdır. Bunlar her zaman hep aynıdır...
***
Şerif Mardin Said-i Nursi’nin yanına uğurlanırken onun da katkısıyla devletin teslim edildiği tarikatlardan biri olan Süleymancıların yurdunda iki erkek çocuğa yurdun müdürü tarafından tecavüz edildiğini haber veriyordu gazeteler. O sırada Adana’da aymazlıktan, yobazlıktan yaktıkları 10 çocuğun dumanı tütmekteydi daha. Süleymancı dedikleri Nakşibendiliğin bir kolu. Tıpkı Nurculuk gibi devletlû bir cemaattir. Şerif Mardin’in Türkiye’nin geleceği diye işaret ettiği İslamcı hareketin son halidir bu.
Ölünün arkasından mı konuşuyoruz?
Üzülerek söylüyorum ama evet. Ortaçağ artığı tarikatların pimini çekip hep birlikte tecavüz ettiler çünkü koca ülkeye.
Hak ettiler yani konuştuğumuz, yazdığımız her kelimeyi.
Konuşacağız elbette.
Hatta teneke çalacağız arkalarından!
Orhan Gökdemir / SOL
Ama insan ölümlü bir varlık pek hatırlamak istemese de. Öldü Şerif Mardin de, mağduriyetini de beraberinde götürdü. Arkasından söylenenler renkli. Kemal Kılıçdaroğlu, Ahmet Davutoğlu, Tayyip Erdoğan ve bilumum Nurcular gibi ağıt yakanlar var ölüye. Ama “iyi bilmezdik rahmetliyi” diyenlerin sayısı da bir hayli kabarık. Cumhuriyet gazetesinde Tayfun Atay “Prof. Dr. Şerif Mardin, aynı dili konuştuğu çevreler tarafından lânetlenmiş, farklı dili konuştuğu çevreler tarafından yüceltilmiş bir sosyal bilimciydi” diye yazdı mesela. İsabetli bir saptama bu. Yalnız, bu durum sadece onun için değil ülkenin pek çok ünlüsü için de geçerli. Mesela Orhan Pamuk. Aynı dili konuştuğu çevrelerde bir nefret objesi. Halbuki dışarıda büyük edebiyatçı sayılıyor. Nobel ile bile ödüllendiler. Peki, kendi ülkesinde yol açtığı nefretin sebebi ne? Belki ülkesindekilerle aynı dili konuşmuyordur da ondan oluyordur. Orhan Pamuk’la Şerif Mardin’le aynı dili konuşmuyoruz biz. Egemenlerin, kapitalizmin, emperyalizmin dili onların konuştuğu. Sorun bu…
***
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesiydi bir ara. Öğrencileri arasında Halil Berktay ve Ahmet Davutoğlu gibi ünlü simalar var. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü kurmuş. Rastlantı sayılmamalı, siyaset bilimi soğuk savaş döneminde imal edilmiş bir “bilim” dalı. Çevre-merkez kuramının ülkeye taşıyıcılarından. Bir ayağı ABD’de, öbür ayağı İletişim Yayınlarında. Din ve modernleşme üzerine yazıyor. “Yeni Osmanlıcılık”ın mucitlerinden. İslam’a sıcak, modernleşmeci-batıcı hareketlere uzak. Daha ne olsun?
2010’lu yıllarda Batı ve yerli ajanları AKP’yi parlatmaktaydı. Hiç gelememiş demokrasi nihayet AKP marifetiyle gelecek, ülke AB’ye girip Kemalizm’le içine düştüğü makûs talihini yenecekti. Şerif Mardin’in yazıp söyledikleri dönemin ruhuna çuk oturuyordu. Mikrofonlar ve kameralar ona döndü haliyle. Meşhur kanallarımızdan birinde program bile yaptırdılar. Siyasal İslamcı hareketin iktidar olmasında korkulacak bir şey yoktu, dediklerinden bu anlaşılıyordu ama gerisi basmakalıp şeylerden ibaretti.
Prof. Celal Şengör’ün "Bir Bilim Adamının Serüveni" adlı kitabı tam da o günlere yetişti. Prof. Dr. Şengör, Şerif Mardin'in neden Türkiye Bilimler Akademisi’ne kabul edilmediğini de anlatıyordu kitabında. Aktarayım:
"Ben o toplantıya gittim… Bir tarihçi ve yanılmıyorsam bir de sosyolog Şerif Mardin'i takdim etti. Birisi Şevket Pamuk'tu ama diğerini hatırlamıyorum. Şevket Pamuk, Şerif Mardin'in çalışmalarını anlattı, aldığı atıfları filan söyledi. Ama bunları bizim alıştığımız metotlarla söylemiyordu. Bunun üzerine Prof. Dr. Doğan Kuban birtakım şeyler söyledi. Doğan Kuban'ın söyledikleriyle Şevket Pamuk'un verdiği rakamlar birbirini tutmuyordu. Doğan Bey, 'Benim bildiğim Şerif Mardin'in öyle çok ciddiye alınacak bir sürü çalışması yoktur' dedi.
Sonra Prof. Dr. Cengiz Dökmeci söz istedi. Hiç unutmuyorum, Prof. Dr. Erdoğan Şuhubi şöyle bir baktı bana ve 'Şerif Mardin şimdi hapı yuttu' dedi. Cengiz Dökmeci, Şerif Mardin'in bütün akademik tarihini ortaya döktü. Son yirmi senede kaç tane atıfı var, kaç tane yayını var, bunlar nerede yayınlanmıştır, diye bir bir saydı. Bir baktık ki, Cengiz Dökmeci'nin söyledikleri ile Şevket Pamuk'un tahtaya yazdıkları hiç ama hiç birbirini tutmuyor. Sonuçta bir kaç makale dışında Şerif Mardin'in önemli sayıda akademik çalışma yapmadığı ortaya çıktı. Birkaç makale. Birkaç atıf. 'Kusura bakmayın ama böyle bir adam akademiye seçilemez' denildi. Oylandı ve kabul edilmedi."
Dikkat edin, Mardin’i komisyonda parlatan kişi Orhan Pamuk’un kardeşi Şevket Pamuk. İtiraz eden Doğan Kuban ve Cengiz Dökmeci. Alanının iki bilgesinden söz ediyoruz. Tayfun Atay’ın kulakları çınlasın, aynı dili konuşmak yetmez, bilmek de gerekir aynı zamanda.
Peki, sorun nedir? Sorun Türkiye’ye verilmek istenen yeni şekildir. Yalçın Küçük listelemişti yıllar önce. Türkiye’nin İslamizasyonunda, Türkiye’nin Osmanizasyonunda, yeni bir dönemin kurulmasında üç isime rol verilmişti Hocaya göre. Bu üç isim Şerif Mardin, Kemal Karpat ve Metin Heper’di. Haliyle bu isimler söz konusu olduğunda marifetlerinin yeterli olmaması mazeret olarak görülsün isteniyordu.
***
Türkiye Bilimler Akademisi olayından sonra “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” adlı çalışması ile tartışılan Mardin, söz konusu kitabı neden yazdığını şu sözlerle açıklamıştı: "Bildiğiniz üzere, Bediüzzaman Said Nursî'nin düşüncelerini, İslâmî düşünürler kesiminde en önde gelen fikir birikimlerinden biri sayıyorum. Öncelikle, Bediüzzaman'ın fikirleriyle birlikte gelen derin insan hürmetini görmemek mümkün değildir… Bediüzzaman ciddî konular üzerine eğilen, ciddî bir insandır. Fakat bunun yanında sosyal değişimin beraberinde getirdiği sorunları derinlemesine, ‘balon’ların cazibesine kapılmadan ve sorunların özüne giderek inceleyen bir kişiydi…”
“Bediüzzaman”mış, “ciddi konular üzerine eğilen ciddi bir adammış”… Adı geçen kitabı bir Sait şakirdi yazsa başka ne yazabilir?
Artık hatırlatmaya sıkılıyorum, bu topraklarda tarikatlara dayanarak yönetme geleneği taa Osmanlının kuruluşuna dayanıyor. Said-i Nursi’nin içinden geldiği Nakşibendi Tarikatı 1826’dan beri devlettir, devletle iç içedir. Nurculuk devlet olan o tarikattan türemiştir ve neredeyse cumhuriyetle yaşıttır. Özellikle Nakşibendi Tarikatı ve türevleri hep devletle iç içe oldu. Yeniçerilerden emniyet teşkilatına, devletin en açık baskı aygıtını yönetti ve yönlendirdi. “Sivil toplum kuruluşu” oldukları koca bir yalandan ibarettir özetle. Bilim adamımız pek çok çalışmasını bu yalanın üzerine kurmuştur.
Önemi ise şurada: Düzenin yeni ideoloğu, yeni halet-i ruhiyesidir Said-i Nursi. Kemalizm’den çark eden düzen Said-i Nursi limanına demir atmıştır. Gözleri açık kâbuslar gören yarı deli bu adam kapitalizmin yeni halinin birebir yansımasıdır.
Yalnız talebelerinden bir kısmı sorun çıkardı, darbe yapmaya kalkıştı. Haliyle, “toprağı bol olsun”, Şerif Mardin’in Nurculuk övgüsünün altındaki toprağın önemli bir bölümü kaydı. Yoksa büyük bir aziz olarak uğurlanacaktı. Üzerindeki haleyi döken gelişme bu olmuştur.
Büyük bir bilim adamı, büyük bir âlimmiş… İsteyen bunları der. Biz de istediğimizi deriz. Weber'le başlarlar, papazdır. Fethullah'a varırlar, imamdır. Bunlar her zaman hep aynıdır...
***
Şerif Mardin Said-i Nursi’nin yanına uğurlanırken onun da katkısıyla devletin teslim edildiği tarikatlardan biri olan Süleymancıların yurdunda iki erkek çocuğa yurdun müdürü tarafından tecavüz edildiğini haber veriyordu gazeteler. O sırada Adana’da aymazlıktan, yobazlıktan yaktıkları 10 çocuğun dumanı tütmekteydi daha. Süleymancı dedikleri Nakşibendiliğin bir kolu. Tıpkı Nurculuk gibi devletlû bir cemaattir. Şerif Mardin’in Türkiye’nin geleceği diye işaret ettiği İslamcı hareketin son halidir bu.
Ölünün arkasından mı konuşuyoruz?
Üzülerek söylüyorum ama evet. Ortaçağ artığı tarikatların pimini çekip hep birlikte tecavüz ettiler çünkü koca ülkeye.
Hak ettiler yani konuştuğumuz, yazdığımız her kelimeyi.
Konuşacağız elbette.
Hatta teneke çalacağız arkalarından!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder