İtalyan futbolunun krizini, bundan birkaç yıl
önce bir maç esnasında Roma’nın büyük olimpiyat stadyumunun önünden bir
taksiyle geçerken fark ettim.
“Nasıl ya” dedim şoföre; “Yollar bomboş. Eskiden stadyumun önü adam almazdı. Seyyar satıcılar, arabalar, bayraklar vs… Şimdi terk edilmiş bir görünümü var. Ne oluyor?”
Adam bana aydan gelmişim gibi baktı ve “Yeni mi fark ediyorsunuz” dedi:
“2010’lardan bu yana futbol artık bizde boş stadyumlarda oynanıyor. En son stadyumda ben ne zaman futbol izlediğimi hatırlamıyorum. Statlar çok eski ve altyapısız, biletler oysa çok pahalı. İki çocuklu bir ailenin stadyumda futbol izlemesi bir lüks. Hele de kriz ortamında. Statlardaki şiddeti ve radikal İslam terörü korkusunu bunlara ekleyin. Herkes maçları artık evde büyük ekran TV’lerden ya da tabletten izliyor.”
Bu sözler futbolla hiç arası olmayan beni dahi hüzünlendirdi. Düşündüm de… Değil stadyum, pub’larda bir arada futbol izleyen kalabalıklar bile tenhalaşmıştı. Eskiden İtalyan sokaklarında önemli maç zamanlarında kahvelerden yükselen “Goool!” çığlıkları eksik olmazdı.
“Stadyum futbolu”yla beraber bu toplu ritüelin de nicedir eski canlılığını, coşkusunu, keyfini kısaca folklorunu yitirdiğini düşündüm. “Kahve futbolu” bile vazgeçilmez sosyalliğini kaybetmişti.
Savaş yenilgisi gibi
Pazartesi gecesi 0-0 sonuçlanan İsveç karşılaşmasında İtalya’nın Dünya Kupası macerası sona erince, “sokak” düzeyinde nicedir hissedilen bu değişimi düşündüm.
Geçmişten bugüne 20 Dünya Kupası’nda 4 şampiyonluk alan, olmadı… ya yarıfinale, çeyrek finale kalan ya da 2’nciliklere, 3’üncülüklere yükselen bir “futbol gücü”, Dünya Kupası’nın eşiğine dahi yanaşamadan elenmişti.
Bu ezikliği geçmişinde sadece 1958’de yaşayan ülke bu nedenle hâlâ şokta.
“Hezimet”, “Ulusal utanç”, “Hoşça kal Dünya Kupası: Gök mavililer için kıyamet” başlıkları ile çıkan siyasi gazeteler bile yenilgiye 5-6-7 sayfalık yer ayırıyor. “Milli takım”ın 40 yaşındaki duayen kalecisi Buffon’un sel gibi gözyaşlarına, tüm gazeteler 1. sayfada yer veriyor.
İtalyan medyasındaki yaygın yorumlara göre, yenilgi sırf futbolun yenilgisinden ibaret değil. İtalya’nın özgüven ve inancını yitirdiği vurgulanıyor ve ilişkiler ağından oluşan bir sistemin çöküşünden bahsediliyor. “La Stampa” bu bağlamda Winston Churchill’in tarihe geçen bir cümlesini aktarıyor:
“İtalyanlar savaşları maç gibi kaybederler. Maçları da savaş gibi…”
Çizme’nin bu yenilgisi de gerçekten maç değil bir savaş yenilgisini andırıyor.
Yenilginin başlıca nedeni olarak, futbolun ülkede zaman içinde aşırı derecede sanayileşmesi ve ticarileşmesi gösteriliyor.
Paolo Rossi, Totti, Del Piero, Pirlo gibi yıldız futbolcuların hiçbiri yok artık. Zira genç İtalyan futbolcuları artık yetişmiyor. Kulüpler, İtalyan gençlere yatırım yapmak yerine, Güney Amerika ve Afrika’dan ucuz yetenek kapatmayı yeğliyorlar…
Yeni milat arayışı
Eskiden sokakta tutkuyla gece gündüz top koşturarak futbola çekirdekten başlayan çocuklar, bugün bu spora yüklü meblağlar karşılığında emekli futbolcuların işlettiği kurslarla adım atıyor. Para tuzağından ibaret olan bu kurslar ise yaratıcılığı öldürüyor.
“Milli Takım” ayrıca İtalyan futbolunun önceliği olmaktan çoktan çıkmış durumda. Juventus ve yakın dönemde Çinlilerin satın aldığı Milan, Inter gibi kulüplerin öncelikleri milli takım antremanlarının önüne geçiyor. Kulüpler öncelikli olarak kendi markalarını “pazarlamaya” ve televizyonla servetlerine servet katmaya bakıyorlar.
Dünya Kupası dışında kalmak, İtalya’da bir dönemin sonu.
Sırf bir oyunun değil, bir ülkenin ufkunu, önceliklerini yitirmesi ve kimlik kaybı olarak yaşanan hezimet “top yuvarlaktır” safsatasıyla bu sebeple geçiştirilemiyor...
35 yaşındaki genç spor bakanı Luca Lotti bu yüzden “Futbolda her şeyi sıfırdan baştan sona elden geçirmeliyiz” diyerek moral vermeye çalışıyor. Ama belki de artık çok geç.
Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET
“Nasıl ya” dedim şoföre; “Yollar bomboş. Eskiden stadyumun önü adam almazdı. Seyyar satıcılar, arabalar, bayraklar vs… Şimdi terk edilmiş bir görünümü var. Ne oluyor?”
Adam bana aydan gelmişim gibi baktı ve “Yeni mi fark ediyorsunuz” dedi:
“2010’lardan bu yana futbol artık bizde boş stadyumlarda oynanıyor. En son stadyumda ben ne zaman futbol izlediğimi hatırlamıyorum. Statlar çok eski ve altyapısız, biletler oysa çok pahalı. İki çocuklu bir ailenin stadyumda futbol izlemesi bir lüks. Hele de kriz ortamında. Statlardaki şiddeti ve radikal İslam terörü korkusunu bunlara ekleyin. Herkes maçları artık evde büyük ekran TV’lerden ya da tabletten izliyor.”
Bu sözler futbolla hiç arası olmayan beni dahi hüzünlendirdi. Düşündüm de… Değil stadyum, pub’larda bir arada futbol izleyen kalabalıklar bile tenhalaşmıştı. Eskiden İtalyan sokaklarında önemli maç zamanlarında kahvelerden yükselen “Goool!” çığlıkları eksik olmazdı.
“Stadyum futbolu”yla beraber bu toplu ritüelin de nicedir eski canlılığını, coşkusunu, keyfini kısaca folklorunu yitirdiğini düşündüm. “Kahve futbolu” bile vazgeçilmez sosyalliğini kaybetmişti.
Savaş yenilgisi gibi
Pazartesi gecesi 0-0 sonuçlanan İsveç karşılaşmasında İtalya’nın Dünya Kupası macerası sona erince, “sokak” düzeyinde nicedir hissedilen bu değişimi düşündüm.
Geçmişten bugüne 20 Dünya Kupası’nda 4 şampiyonluk alan, olmadı… ya yarıfinale, çeyrek finale kalan ya da 2’nciliklere, 3’üncülüklere yükselen bir “futbol gücü”, Dünya Kupası’nın eşiğine dahi yanaşamadan elenmişti.
Bu ezikliği geçmişinde sadece 1958’de yaşayan ülke bu nedenle hâlâ şokta.
“Hezimet”, “Ulusal utanç”, “Hoşça kal Dünya Kupası: Gök mavililer için kıyamet” başlıkları ile çıkan siyasi gazeteler bile yenilgiye 5-6-7 sayfalık yer ayırıyor. “Milli takım”ın 40 yaşındaki duayen kalecisi Buffon’un sel gibi gözyaşlarına, tüm gazeteler 1. sayfada yer veriyor.
İtalyan medyasındaki yaygın yorumlara göre, yenilgi sırf futbolun yenilgisinden ibaret değil. İtalya’nın özgüven ve inancını yitirdiği vurgulanıyor ve ilişkiler ağından oluşan bir sistemin çöküşünden bahsediliyor. “La Stampa” bu bağlamda Winston Churchill’in tarihe geçen bir cümlesini aktarıyor:
“İtalyanlar savaşları maç gibi kaybederler. Maçları da savaş gibi…”
Çizme’nin bu yenilgisi de gerçekten maç değil bir savaş yenilgisini andırıyor.
Yenilginin başlıca nedeni olarak, futbolun ülkede zaman içinde aşırı derecede sanayileşmesi ve ticarileşmesi gösteriliyor.
Paolo Rossi, Totti, Del Piero, Pirlo gibi yıldız futbolcuların hiçbiri yok artık. Zira genç İtalyan futbolcuları artık yetişmiyor. Kulüpler, İtalyan gençlere yatırım yapmak yerine, Güney Amerika ve Afrika’dan ucuz yetenek kapatmayı yeğliyorlar…
Yeni milat arayışı
Eskiden sokakta tutkuyla gece gündüz top koşturarak futbola çekirdekten başlayan çocuklar, bugün bu spora yüklü meblağlar karşılığında emekli futbolcuların işlettiği kurslarla adım atıyor. Para tuzağından ibaret olan bu kurslar ise yaratıcılığı öldürüyor.
“Milli Takım” ayrıca İtalyan futbolunun önceliği olmaktan çoktan çıkmış durumda. Juventus ve yakın dönemde Çinlilerin satın aldığı Milan, Inter gibi kulüplerin öncelikleri milli takım antremanlarının önüne geçiyor. Kulüpler öncelikli olarak kendi markalarını “pazarlamaya” ve televizyonla servetlerine servet katmaya bakıyorlar.
Dünya Kupası dışında kalmak, İtalya’da bir dönemin sonu.
Sırf bir oyunun değil, bir ülkenin ufkunu, önceliklerini yitirmesi ve kimlik kaybı olarak yaşanan hezimet “top yuvarlaktır” safsatasıyla bu sebeple geçiştirilemiyor...
35 yaşındaki genç spor bakanı Luca Lotti bu yüzden “Futbolda her şeyi sıfırdan baştan sona elden geçirmeliyiz” diyerek moral vermeye çalışıyor. Ama belki de artık çok geç.
Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder