Yeşil Kuşak’la başlayıp 12 Eylül’den geçerek BOP stratejisinde tarlası
çoktan sürülmüş olanların, söz konusu anti-emperyalizm ve
bağımsızlıkçılıksa söyleyebilecek tek kelimeleri yok
NATO tatbikatında yaşananlar, Rıza Sarraf davası gerilimleri, Rusya’dan S-400 alımı etrafındaki gerilim hatları üzerinden Türkiye’nin eksen değişikliğine ilişkin yeni bir tartışma gündeme geliyor. İktidar, “anti-Amerikancı” söylemiyle bu durumu köpürttüğü ölçüde de bu konuda bir kafa karışıklığının ortaya çıkmaya başladığı görülüyor.
Atatürk hamlesi ve milli blok
AKP, 1 Kasım seçimleri öncesinden başlayarak bir politika değişikliği ile birlikte milliyetçi bir blok oluşturmaya yöneldi. 15 Temmuz’dan 16 Nisan referandumuna kritik eşikleri bu bloklaşmayı yoğunlaştırarak aşmaya çalıştı. Referandumda da bu eksene, zaman zaman Suriye’de Kürtlerin inisiyatifini kırmak ve zaman zaman da Batı ve ABD ile girilen gerilimli ilişki çerçevesinde, sadık kalındı. Belirli bir kuvvet oluşturmakla birlikte, referandumda bunun yetmeyeceğinin görüldüğü kırılmanın ardından, AKP hem içerde hem de uluslararası alanda kriz dinamiklerinin de yoğunlaşması karşısında yeni hamlelerle bu ittifakı tahkim etme siyasetine yöneldi. 10 Kasım’da Atatürk açılımı ile birlikte karşısındaki dinamik toplumsal kesimi bir tür silahsızlandırma aynı zamanda da pasifize ederek dolaylı da olsa milli bloka dahil etme hamlesi yapıldı. Bunun 2019’a giden seçimlerle yakından ilgisi var ve aynı zamanda Sarraf davası üzerinden ilerleyen süreç karşısında AKP’nin acil bir çıkış arayışının da parçası olarak görülüyor. NATO tatbikatında Atatürk ve Erdoğan’ın birlikte hedef yapılması bu hamleye kuvvet vererek, NATO’dan çıkma nidalarıyla AKP ve Erdoğan’ı milli çıkarla eşleştiren bir noktaya doğru taşmaya çalışıldı. Referandumda görülen, yabancısı olmadığımız bu ekseni kuvvetlendirme arayışı aynı zamanda bunun dışında kalanlara yönelik baskıyı da yoğunlaştırması anlamına geliyor.
ABD-Rusya denkleminde AKP
Siyasal İslamcı rejim, içeriye yönelik bu hamlelerine karşın önceki dönemlerde yaptığına benzer bir hegemonik bir merkez olabilme, toplumun ekseriyetini bunun parçası kılabilme kapasitesini büyük oranda yitirdi. Aynı zamanda kendi iç bütünlüğünü de kaybetmiş ve toplumsal tabanındaki çatlamalarla yaşanan zayıflık AKP’nin bu sıkışmayı İslamcı-milliyetçi blokla kesin biçimde aşabilmesine de imkân vermiyor. O yüzden R. Sarraf’ı bir milli mesele olarak sunabilmesi ve onun kirli ilişkilerine tüm Türkiye’nin ortak edilme çabası ancak halen belirli sınırlarda mümkün olabiliyor. İçerdeki bu hamlelerle birlikte siyasal İslamcı rejim dışarıda da yaşadığı krizle baş etmekte zorlanıyor. ABD’nin güdümünde gelişen siyasal İslamcı rejim, Ortadoğu’daki dengelerin değişmesiyle birlikte kurucu olabilme imkânını tümüyle kaybedeli çok oldu. Müslüman Kardeşler’le birlikte Mısır ve Tunus’tan Suriye’ye uzanacak bir siyasal İslamcı iktidar hattının kırılmasıyla birlikte değişen dengeler, Suriye iç savaşının geldiği aşama itibariyle bir başka noktaya da taşınmış durumda. Suriye’de siyasi geçiş sürecinin ilk adımlarının atıldığı bugünlerde hem Rusya hem de ABD nezdinde Kürtlerin bir biçimde etkinliğini korumaya devam edeceği bir kesinlik ortaya çıkmış durumda. Soçi’de Erdoğan’ın şerhine rağmen, Rusya ve Esad’ın Kürtleri tümüyle ABD’nin inisiyatifine bırakmama arzusu, öte yandan ABD’nin PYD-YPG etkinliğine dayanarak Suriye’de yerleşiklik kazanma kararlılığı bu şerhi hızla geçersiz bir noktaya taşıyacak. AKP tam da bu sıkışmayı aşabilmek için, ABD ve Rusya dengesi arasında salınarak, kimi zaman bu kuvvetlerden birisini diğerine karşı koz olarak kullanarak etkinlik kazanmaya çalıştı. Dünya sistemindeki dağılma sonucundaki güç dengeleri ve belirsizlikler de buna imkân tanıyan bir seyirde gelişti. ABD’nin Trump’ın başkan olmasının ardından daha açık görülen devlet içi çelişkileri, Rusya’nın Suriye’de ve bölgede daha etkin bir güç olarak ortaya çıkması ve hatta Avrupa ve ABD siyasetine de müdahale etme çabalarının da tartışıldığı büyük aktör özelliklerini kazanması AKP için bu tür bir politikayı mümkün kılabildi. Öte yandan AKP’nin Körfez ittifakı, Suriye’ye müdahalenin ötesine geçerek rejimin ekonomik ve siyasi müttefikliğine doğru genişletilebilmişti. Ancak, Katar’a yönelik abluka ve şimdilerde Suudi Arabistan’ın ılımlı İslamcılık açılımlarıyla bu da kırılmış durumda. Dışarıdaki bu yalnızlaşma AKP’yi zorunlu olarak Rusya’nın sahasına itiyor. AKP’nin bu doğrultudaki adımları da ABD ile gerilimi tırmandırırken karşı hamleleri de gündeme getiriyor. Sarraf dosyası tam da bu karmaşanın ortasında nereye kadar uzanacağı belirsiz biçimde açılıyor.
Anti-Amerikancılık mı?
Bu gelişmeler Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olağanüstü dalgalanmalara da yol açacak bir muhteva taşıyor. Siyasal İslamcı rejimin tükenişi aynı zamanda ülkeyi de felaketten felakete sürüklemeye devam ediyor. Bu belirsizlikler içinde ilerici muhalefet içinde kimi kafa karışıklıklarının gündeme gelmesi de bir yönüyle doğal görülebilir. ABD ile yaşanan çelişkilerden yola çıkarak AKP’ye hayırhah yaklaşan ya da tersten ABD-Batı ve NATO’yla daha çok bütünleşerek ülkenin bu cendereden çıkabileceğine ilişkin yaklaşımlarla birlikte Avrasyacılık merkezli tartışmalar gündeme geliyor. Bu konudaki yanlışların bir kısmı sürecin belirli yönlerinin abartılmasından kaynaklanıyor. AKP’nin köpürtmeleri de bunu besliyor. Bunlardan birisi AKP’nin anti-Amerikan ya da NATO karşıtı söylemlerinin anti-emperyalizm ekseninde ele alınmasıyla ilgili. Erdoğan liderliğinde emperyalizmden kopuş teorilerinin (!) önceki dönemdeki Erdoğan liderliğindeki demokratik devrim hayalleri kuran yetmez ama evetçilerden hiç de farkı yok. Ortadaki gerilim ve onun sonucundaki hamleler emperyalizmin iç cephe çelişkilerinin bir sonucu olarak gündeme geliyor.
ABD’nin, AKP’yi de içine alan Ortadoğu politikasının çöküşü sonrasında uyumsuzluklar emperyalizmin iç cephesinde yeni bir tahkimat ve düzenlemeyi gerekli kılıyor. Bugün, Sarraf sopası da PYD-YPG ilişkisi de karşısında Rusya ve S-400 çıkışları da bu dağılmanın sonucu olduğu kadar pazarlık unsurları olarak devreye sokuluyor. Böyle bir çelişki alanından anti-emperyalizmi bir yana tutarlı bir Amerikan karşıtlığı dahi beklemek büyük bir yanılgı olur. AKP, anti-Amerikan söylemlerle kendi etrafındaki seti güçlendirmek ve iktidarının hem iç hem dış kaynaklarını yeniden üretecek bir kuvvet kazanmaya çalışıyor. ABD de AKP eliyle ekonomik olarak zayıf düşürülmüş, Ortadoğu bataklığındaki etnik ve mezhepsel dağılmanın içine sürüklenmiş ülkemizin bugünü ve geleceğini belirlemeye çalışıyor. Türkiye’nin özgür ve bağımsız bir geleceği bu çelişki içinde saf tutarak, buradan medet olarak kurulamaz.
Bağımsızlık ve demokratik değişim
NATO’dan çıkış dahil AKP eliyle gündeme getirilen her gündemin arkasında izlenmeye çalışılan bu siyasetler bulunuyor. Asıl gündem NATO’dan çıkış ABD hattından Rusya hattına geçiş boyutundaki tartışmalar değil kendi krizini aşmak için attığı adımların ülkemizi daha büyük bir çıkmaza doğru sürüklemesidir. Bu durumu değiştirmek daha önce de söylediğimiz gibi bu güçlerden birisinin arkasına dizilerek değil, solun Türkiye’nin geleceği için başka bir yolu açabilmesinden geçiyor. Uluslararası planda ABD’nin aynı zamanda Rusya’nın da esiri durumuna düşürülmüş, ekonomisi dışa bağımlı hale gelmiş, emperyalizmin madenlerden topraklara kadar gizli işgalini derinleştirilmiş, Ortadoğu’nun etnik-mezhepsel dağılma dalgası içine sokulmuş bir ülkenin yeniden güç kazanabilmesi ancak demokratik bir değişimi gerçekleştirmesi mümkün olabilir. Solun görevi, bu çelişkiler içinde saflaştırmaya bir tür kendi kirli politikasının aparatı haline getirmeye çalışan her tür akıl karşısında kendi bağımsız politikasıyla toplumsal tepkileri demokratik bir değişim doğrultusunda sevk etmeye çalışmaktan başka bir şey olamaz.
Fidel’e, Mahir’e, Deniz’e…
Bugünlerdeki yeni modalardan birisi de devrimcilere anti-emperyalizm lafı atmak oldu. Hatırlanırsa, bir dönem önce de Ergenekonculuk suçlamaları eşliğinde sola demokrasi ve darbe karşıtlığı dersleri verilmeye çalışıyorlardı. Sonra bunlar darbe üzerine darbe yaptılar! Aynı zihniyet yine yürürlükte. Cici Amerikan karşıtları kâh geçmişe yönelik pişmanlık içinde, kâh sola saldırarak siyasal İslamcı rejimle ittifaka davette bulunuyorlar! Tarlasını sürüp Saray bekçiliği yapamadıklarını, ‘bunların tarlası sürülmüş’ gibi laflarla milli olmamakla itham etmeye çalışıyorlar! Yeşil Kuşak’la başlayıp 12 Eylül’den geçerek BOP stratejisinde tarlası çoktan sürülmüş olanların, söz konusu anti-emperyalizm ve bağımsızlıkçılıksa söyleyebilecek tek kelimeleri yok. Bugün, memleketin dört bir yanı satılmışsa, ülkemiz Amerikan ve NATO üsleriyle doldurulmuşsa, Ortadoğu kaosu ülkemize taşınarak Türkiye emperyalizmin oyun sahasına dönüştürülmüşüşse bunun sorumlusu dün 6.Filo’yu kıble bilip bugün iktidarda olanlardan başkası değildir. Evet, Türkiye NATO’dan çıkmalı ve ABD üsleri kapatılmadır, ekonomisi dışa bağımlılıktan çıkarılmalı satılan tüm kamu kurumları yeniden kamulaştırılmalıdır, ABD ile ekonomik ve askeri ikili anlaşmalar iptal edilmelidir, topraklarımız üzerindeki tüm şirketlere el konulmalıdır… Dün 6.Filo’yu denize dökenler bunu söylüyordu, Fidel Küba’nın onurlu halkıyla birlikte bunu gerçekleştiriyordu… Bugün sorumluluğumuz da emperyalist odakların ve onların güdümünde ülkeyi karanlığa sürükleyen siyasal İslamcı rejimden halkın kendi öz gücüyle kurtaracak bu sesi yükseltmektir.
Önder İşleyen / BİRGÜN
NATO tatbikatında yaşananlar, Rıza Sarraf davası gerilimleri, Rusya’dan S-400 alımı etrafındaki gerilim hatları üzerinden Türkiye’nin eksen değişikliğine ilişkin yeni bir tartışma gündeme geliyor. İktidar, “anti-Amerikancı” söylemiyle bu durumu köpürttüğü ölçüde de bu konuda bir kafa karışıklığının ortaya çıkmaya başladığı görülüyor.
Atatürk hamlesi ve milli blok
AKP, 1 Kasım seçimleri öncesinden başlayarak bir politika değişikliği ile birlikte milliyetçi bir blok oluşturmaya yöneldi. 15 Temmuz’dan 16 Nisan referandumuna kritik eşikleri bu bloklaşmayı yoğunlaştırarak aşmaya çalıştı. Referandumda da bu eksene, zaman zaman Suriye’de Kürtlerin inisiyatifini kırmak ve zaman zaman da Batı ve ABD ile girilen gerilimli ilişki çerçevesinde, sadık kalındı. Belirli bir kuvvet oluşturmakla birlikte, referandumda bunun yetmeyeceğinin görüldüğü kırılmanın ardından, AKP hem içerde hem de uluslararası alanda kriz dinamiklerinin de yoğunlaşması karşısında yeni hamlelerle bu ittifakı tahkim etme siyasetine yöneldi. 10 Kasım’da Atatürk açılımı ile birlikte karşısındaki dinamik toplumsal kesimi bir tür silahsızlandırma aynı zamanda da pasifize ederek dolaylı da olsa milli bloka dahil etme hamlesi yapıldı. Bunun 2019’a giden seçimlerle yakından ilgisi var ve aynı zamanda Sarraf davası üzerinden ilerleyen süreç karşısında AKP’nin acil bir çıkış arayışının da parçası olarak görülüyor. NATO tatbikatında Atatürk ve Erdoğan’ın birlikte hedef yapılması bu hamleye kuvvet vererek, NATO’dan çıkma nidalarıyla AKP ve Erdoğan’ı milli çıkarla eşleştiren bir noktaya doğru taşmaya çalışıldı. Referandumda görülen, yabancısı olmadığımız bu ekseni kuvvetlendirme arayışı aynı zamanda bunun dışında kalanlara yönelik baskıyı da yoğunlaştırması anlamına geliyor.
ABD-Rusya denkleminde AKP
Siyasal İslamcı rejim, içeriye yönelik bu hamlelerine karşın önceki dönemlerde yaptığına benzer bir hegemonik bir merkez olabilme, toplumun ekseriyetini bunun parçası kılabilme kapasitesini büyük oranda yitirdi. Aynı zamanda kendi iç bütünlüğünü de kaybetmiş ve toplumsal tabanındaki çatlamalarla yaşanan zayıflık AKP’nin bu sıkışmayı İslamcı-milliyetçi blokla kesin biçimde aşabilmesine de imkân vermiyor. O yüzden R. Sarraf’ı bir milli mesele olarak sunabilmesi ve onun kirli ilişkilerine tüm Türkiye’nin ortak edilme çabası ancak halen belirli sınırlarda mümkün olabiliyor. İçerdeki bu hamlelerle birlikte siyasal İslamcı rejim dışarıda da yaşadığı krizle baş etmekte zorlanıyor. ABD’nin güdümünde gelişen siyasal İslamcı rejim, Ortadoğu’daki dengelerin değişmesiyle birlikte kurucu olabilme imkânını tümüyle kaybedeli çok oldu. Müslüman Kardeşler’le birlikte Mısır ve Tunus’tan Suriye’ye uzanacak bir siyasal İslamcı iktidar hattının kırılmasıyla birlikte değişen dengeler, Suriye iç savaşının geldiği aşama itibariyle bir başka noktaya da taşınmış durumda. Suriye’de siyasi geçiş sürecinin ilk adımlarının atıldığı bugünlerde hem Rusya hem de ABD nezdinde Kürtlerin bir biçimde etkinliğini korumaya devam edeceği bir kesinlik ortaya çıkmış durumda. Soçi’de Erdoğan’ın şerhine rağmen, Rusya ve Esad’ın Kürtleri tümüyle ABD’nin inisiyatifine bırakmama arzusu, öte yandan ABD’nin PYD-YPG etkinliğine dayanarak Suriye’de yerleşiklik kazanma kararlılığı bu şerhi hızla geçersiz bir noktaya taşıyacak. AKP tam da bu sıkışmayı aşabilmek için, ABD ve Rusya dengesi arasında salınarak, kimi zaman bu kuvvetlerden birisini diğerine karşı koz olarak kullanarak etkinlik kazanmaya çalıştı. Dünya sistemindeki dağılma sonucundaki güç dengeleri ve belirsizlikler de buna imkân tanıyan bir seyirde gelişti. ABD’nin Trump’ın başkan olmasının ardından daha açık görülen devlet içi çelişkileri, Rusya’nın Suriye’de ve bölgede daha etkin bir güç olarak ortaya çıkması ve hatta Avrupa ve ABD siyasetine de müdahale etme çabalarının da tartışıldığı büyük aktör özelliklerini kazanması AKP için bu tür bir politikayı mümkün kılabildi. Öte yandan AKP’nin Körfez ittifakı, Suriye’ye müdahalenin ötesine geçerek rejimin ekonomik ve siyasi müttefikliğine doğru genişletilebilmişti. Ancak, Katar’a yönelik abluka ve şimdilerde Suudi Arabistan’ın ılımlı İslamcılık açılımlarıyla bu da kırılmış durumda. Dışarıdaki bu yalnızlaşma AKP’yi zorunlu olarak Rusya’nın sahasına itiyor. AKP’nin bu doğrultudaki adımları da ABD ile gerilimi tırmandırırken karşı hamleleri de gündeme getiriyor. Sarraf dosyası tam da bu karmaşanın ortasında nereye kadar uzanacağı belirsiz biçimde açılıyor.
Anti-Amerikancılık mı?
Bu gelişmeler Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olağanüstü dalgalanmalara da yol açacak bir muhteva taşıyor. Siyasal İslamcı rejimin tükenişi aynı zamanda ülkeyi de felaketten felakete sürüklemeye devam ediyor. Bu belirsizlikler içinde ilerici muhalefet içinde kimi kafa karışıklıklarının gündeme gelmesi de bir yönüyle doğal görülebilir. ABD ile yaşanan çelişkilerden yola çıkarak AKP’ye hayırhah yaklaşan ya da tersten ABD-Batı ve NATO’yla daha çok bütünleşerek ülkenin bu cendereden çıkabileceğine ilişkin yaklaşımlarla birlikte Avrasyacılık merkezli tartışmalar gündeme geliyor. Bu konudaki yanlışların bir kısmı sürecin belirli yönlerinin abartılmasından kaynaklanıyor. AKP’nin köpürtmeleri de bunu besliyor. Bunlardan birisi AKP’nin anti-Amerikan ya da NATO karşıtı söylemlerinin anti-emperyalizm ekseninde ele alınmasıyla ilgili. Erdoğan liderliğinde emperyalizmden kopuş teorilerinin (!) önceki dönemdeki Erdoğan liderliğindeki demokratik devrim hayalleri kuran yetmez ama evetçilerden hiç de farkı yok. Ortadaki gerilim ve onun sonucundaki hamleler emperyalizmin iç cephe çelişkilerinin bir sonucu olarak gündeme geliyor.
ABD’nin, AKP’yi de içine alan Ortadoğu politikasının çöküşü sonrasında uyumsuzluklar emperyalizmin iç cephesinde yeni bir tahkimat ve düzenlemeyi gerekli kılıyor. Bugün, Sarraf sopası da PYD-YPG ilişkisi de karşısında Rusya ve S-400 çıkışları da bu dağılmanın sonucu olduğu kadar pazarlık unsurları olarak devreye sokuluyor. Böyle bir çelişki alanından anti-emperyalizmi bir yana tutarlı bir Amerikan karşıtlığı dahi beklemek büyük bir yanılgı olur. AKP, anti-Amerikan söylemlerle kendi etrafındaki seti güçlendirmek ve iktidarının hem iç hem dış kaynaklarını yeniden üretecek bir kuvvet kazanmaya çalışıyor. ABD de AKP eliyle ekonomik olarak zayıf düşürülmüş, Ortadoğu bataklığındaki etnik ve mezhepsel dağılmanın içine sürüklenmiş ülkemizin bugünü ve geleceğini belirlemeye çalışıyor. Türkiye’nin özgür ve bağımsız bir geleceği bu çelişki içinde saf tutarak, buradan medet olarak kurulamaz.
Bağımsızlık ve demokratik değişim
NATO’dan çıkış dahil AKP eliyle gündeme getirilen her gündemin arkasında izlenmeye çalışılan bu siyasetler bulunuyor. Asıl gündem NATO’dan çıkış ABD hattından Rusya hattına geçiş boyutundaki tartışmalar değil kendi krizini aşmak için attığı adımların ülkemizi daha büyük bir çıkmaza doğru sürüklemesidir. Bu durumu değiştirmek daha önce de söylediğimiz gibi bu güçlerden birisinin arkasına dizilerek değil, solun Türkiye’nin geleceği için başka bir yolu açabilmesinden geçiyor. Uluslararası planda ABD’nin aynı zamanda Rusya’nın da esiri durumuna düşürülmüş, ekonomisi dışa bağımlı hale gelmiş, emperyalizmin madenlerden topraklara kadar gizli işgalini derinleştirilmiş, Ortadoğu’nun etnik-mezhepsel dağılma dalgası içine sokulmuş bir ülkenin yeniden güç kazanabilmesi ancak demokratik bir değişimi gerçekleştirmesi mümkün olabilir. Solun görevi, bu çelişkiler içinde saflaştırmaya bir tür kendi kirli politikasının aparatı haline getirmeye çalışan her tür akıl karşısında kendi bağımsız politikasıyla toplumsal tepkileri demokratik bir değişim doğrultusunda sevk etmeye çalışmaktan başka bir şey olamaz.
Fidel’e, Mahir’e, Deniz’e…
Bugünlerdeki yeni modalardan birisi de devrimcilere anti-emperyalizm lafı atmak oldu. Hatırlanırsa, bir dönem önce de Ergenekonculuk suçlamaları eşliğinde sola demokrasi ve darbe karşıtlığı dersleri verilmeye çalışıyorlardı. Sonra bunlar darbe üzerine darbe yaptılar! Aynı zihniyet yine yürürlükte. Cici Amerikan karşıtları kâh geçmişe yönelik pişmanlık içinde, kâh sola saldırarak siyasal İslamcı rejimle ittifaka davette bulunuyorlar! Tarlasını sürüp Saray bekçiliği yapamadıklarını, ‘bunların tarlası sürülmüş’ gibi laflarla milli olmamakla itham etmeye çalışıyorlar! Yeşil Kuşak’la başlayıp 12 Eylül’den geçerek BOP stratejisinde tarlası çoktan sürülmüş olanların, söz konusu anti-emperyalizm ve bağımsızlıkçılıksa söyleyebilecek tek kelimeleri yok. Bugün, memleketin dört bir yanı satılmışsa, ülkemiz Amerikan ve NATO üsleriyle doldurulmuşsa, Ortadoğu kaosu ülkemize taşınarak Türkiye emperyalizmin oyun sahasına dönüştürülmüşüşse bunun sorumlusu dün 6.Filo’yu kıble bilip bugün iktidarda olanlardan başkası değildir. Evet, Türkiye NATO’dan çıkmalı ve ABD üsleri kapatılmadır, ekonomisi dışa bağımlılıktan çıkarılmalı satılan tüm kamu kurumları yeniden kamulaştırılmalıdır, ABD ile ekonomik ve askeri ikili anlaşmalar iptal edilmelidir, topraklarımız üzerindeki tüm şirketlere el konulmalıdır… Dün 6.Filo’yu denize dökenler bunu söylüyordu, Fidel Küba’nın onurlu halkıyla birlikte bunu gerçekleştiriyordu… Bugün sorumluluğumuz da emperyalist odakların ve onların güdümünde ülkeyi karanlığa sürükleyen siyasal İslamcı rejimden halkın kendi öz gücüyle kurtaracak bu sesi yükseltmektir.
Önder İşleyen / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder