Amerika’da başlayan “Reza Sarraf Davası” ile CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği “Man Adası Şirket Hesapları” Türkiye’nin ana gündemi oldu.
Ancak Türkiye’de yaşayanların büyük çoğunluğu bu gelişmeleri, yarısından sonrasını öğrenebiliyor. Hükümet kaynaklı açıklamaların yalanlama bölümlerinden haberdar olabiliyor.
Neden böyle?
Çünkü gazetecilik büyük ölçüde yasaklanmış durumda da ondan!
Hükümete yakın, çok yakın, pek yakın hatta içinde denilebilecek derecede bütünleşmiş bir medya ağı söz konusu. Bu yapı toplam medyanın yüzde 90 ile 95’ini oluşturuyor. (Günlük olarak 42 gazete ülke genelinde yayınlanıyor, bunların 32’si Hükümet ekseninde, 5’i ikinci halka içinde yer alıyor, 5’i de muhalif çizgide…)
Cumhuriyet tarihinde bu denli geniş bir medya desteğine sahip iktidar gelmedi. Türkiye medyası ağırlıklı olarak milli (!) bir çizgide hareket etme yeteneğine eskiden de sahipti. Ama AKP kadar “şanslı” olanı yoktu!..
Hükümetin gör dediğini gören, bakma dediği tarafa bakmayan, ortak manşetlerle okurlarının karşısına çıkan gazetelerin yanında bir de televizyonları eklemek gerekiyor. O saha da ise neredeyse yüzde 99’luk bir rekora ulaştık.
Örneğin adına haber kanalı denilen televizyon kuruluşları haberin merkezinden uzak durmak için her türlü taklayı atma maharetini gösterebiliyorlar.
Ama bu çizgi sadece gazeteciğin kara lekeli tarih sayfalarını oluşturmuyor, emrinde oldukları iktidara da fayda sağlayamıyorlar.
Çünkü etkileri her geçen gün azalarak yeraltına doğru iniyor. Hizmet verdikleri yetkililer de onlardan hoşnut değil. Örneğin geçenlerde AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ülke hakkında durum değerlendirmesi yaparken, gazetecilerden söz etti. Onları köşeleri tutmuş, televizyonlara kurulmuş “vatan haini” olduklarını söyledi.
Eğer çoğunluk medyasındaki “şeylerin” (gazeteci diyemiyorum) hizmetlerinden bekledikleri faydayı görebilseydi şöyle demesi gerekmez miydi?
“Ülkemizin bu zor günlerinde Allah’tan vatansever, ülkesine milletine bağlı, bayrağa ezana saygılı bir medyamız var da, biraz ferahlıyoruz!”
Ama demedi!
Çünkü oralara –iktidarın eteklerine- yapışanlar gazetecilik yapamayan işe yaramazlar ordusu olarak iktidarın nimetlerini sömürüyorlar.
Sahici gazeteciler nerede?
Silivri başta olmak üzere ülkenin cezaevlerinde çile dolduruyorlar.
Diğerleriyse ya medya patronları tarafından iktidara kurban edilerek haber merkezlerinden, köşelerden, gazetelerden, ekranlardan uzaklaştırıldılar, ya da seslerini kısıp karınlarından konuşuyorlar.
Geriye kalan bir avuç gazeteci ise ulaşabildikleri kadar yazıyorlar, çiziyorlar, sesleniyorlar, sosyal medya aracılığıyla meslek namusu adına uğraşıyorlar.
Eğer bu iktidar karşısında sahici gazetecilik yapma imkanları bu kadar kısıtlanmasaydı, iktidar böylesine dolu dizgin gitmez, kendi başına da ülkenin başına da büyük çoraplar örmezdi.
Amerika’daki Sarraf Davasının da İngiltere’ye bağlı Man Adasındaki şirketlerin de tek ilacı var:
-Basın özgürlüğü!
Bunun arkası kendiliğinden gelir. Hukuka bağlı bir iktidar, adalete inanmış bir yargı, milli iradeye saygı!..
Nazım Alpman / BİRGÜN
Ancak Türkiye’de yaşayanların büyük çoğunluğu bu gelişmeleri, yarısından sonrasını öğrenebiliyor. Hükümet kaynaklı açıklamaların yalanlama bölümlerinden haberdar olabiliyor.
Neden böyle?
Çünkü gazetecilik büyük ölçüde yasaklanmış durumda da ondan!
Hükümete yakın, çok yakın, pek yakın hatta içinde denilebilecek derecede bütünleşmiş bir medya ağı söz konusu. Bu yapı toplam medyanın yüzde 90 ile 95’ini oluşturuyor. (Günlük olarak 42 gazete ülke genelinde yayınlanıyor, bunların 32’si Hükümet ekseninde, 5’i ikinci halka içinde yer alıyor, 5’i de muhalif çizgide…)
Cumhuriyet tarihinde bu denli geniş bir medya desteğine sahip iktidar gelmedi. Türkiye medyası ağırlıklı olarak milli (!) bir çizgide hareket etme yeteneğine eskiden de sahipti. Ama AKP kadar “şanslı” olanı yoktu!..
Hükümetin gör dediğini gören, bakma dediği tarafa bakmayan, ortak manşetlerle okurlarının karşısına çıkan gazetelerin yanında bir de televizyonları eklemek gerekiyor. O saha da ise neredeyse yüzde 99’luk bir rekora ulaştık.
Örneğin adına haber kanalı denilen televizyon kuruluşları haberin merkezinden uzak durmak için her türlü taklayı atma maharetini gösterebiliyorlar.
Ama bu çizgi sadece gazeteciğin kara lekeli tarih sayfalarını oluşturmuyor, emrinde oldukları iktidara da fayda sağlayamıyorlar.
Çünkü etkileri her geçen gün azalarak yeraltına doğru iniyor. Hizmet verdikleri yetkililer de onlardan hoşnut değil. Örneğin geçenlerde AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ülke hakkında durum değerlendirmesi yaparken, gazetecilerden söz etti. Onları köşeleri tutmuş, televizyonlara kurulmuş “vatan haini” olduklarını söyledi.
Eğer çoğunluk medyasındaki “şeylerin” (gazeteci diyemiyorum) hizmetlerinden bekledikleri faydayı görebilseydi şöyle demesi gerekmez miydi?
“Ülkemizin bu zor günlerinde Allah’tan vatansever, ülkesine milletine bağlı, bayrağa ezana saygılı bir medyamız var da, biraz ferahlıyoruz!”
Ama demedi!
Çünkü oralara –iktidarın eteklerine- yapışanlar gazetecilik yapamayan işe yaramazlar ordusu olarak iktidarın nimetlerini sömürüyorlar.
Sahici gazeteciler nerede?
Silivri başta olmak üzere ülkenin cezaevlerinde çile dolduruyorlar.
Diğerleriyse ya medya patronları tarafından iktidara kurban edilerek haber merkezlerinden, köşelerden, gazetelerden, ekranlardan uzaklaştırıldılar, ya da seslerini kısıp karınlarından konuşuyorlar.
Geriye kalan bir avuç gazeteci ise ulaşabildikleri kadar yazıyorlar, çiziyorlar, sesleniyorlar, sosyal medya aracılığıyla meslek namusu adına uğraşıyorlar.
Eğer bu iktidar karşısında sahici gazetecilik yapma imkanları bu kadar kısıtlanmasaydı, iktidar böylesine dolu dizgin gitmez, kendi başına da ülkenin başına da büyük çoraplar örmezdi.
Amerika’daki Sarraf Davasının da İngiltere’ye bağlı Man Adasındaki şirketlerin de tek ilacı var:
-Basın özgürlüğü!
Bunun arkası kendiliğinden gelir. Hukuka bağlı bir iktidar, adalete inanmış bir yargı, milli iradeye saygı!..
Nazım Alpman / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder