Mehmet Barlas’tan söz ediyorum elbette. Ve O’nun medya tarihindeki ilginç rolünden…
Aslında Barlas, bir prototip. Ondan söz edince, bugün medyada köşe başlarını tutmuş pek çok ismi anlamış ve anlatmış oluyorsunuz. Tuttukları köşe başlarını bırakmamak için neler yapmaları gerektiğini...
Neler yaptıklarını...
“Görmeme” biçimlerini...
“Dönebilme” hız ve kapasitelerini...
Kısacası bugünün yandaş ve yanaşma isimlerini görüp tanıyorsunuz.
Ben, Mehmet Barlas’ı 1974 yılında TRT’ye girdiğimde tanımıştım. TRT Haber Dairesi Başkanı unvanıyla, kutup yıldızımız gibiydi. Öyle ya! Cumhuriyet gibi bir gazetede, dünyayı anlatan dış politika yazıları yazıyordu. İsmail Cem de, Haber Dairesi’ni ona emanet etmişti.
Ancak, TRT’de İsmail Cem ve program bölümü arkadaşları gibi bir iz bırakamamıştı. Odasından nadiren çıkıyordu. İşleyişi, sürekli Güniz Sokak’la, yani Süleyman Demirel’le temastaki isimlere bırakmıştı. Dolayısıyla gidişi neredeyse fark edilmemişti!
İsmail Cem’in, CHP’nin bu altın çocuğunu kısa süre sonra 12 Eylülcü ve iflah olmaz bir Özalcı olarak gördük. Ayıptır söylemesi, O artık bir “liberal” idi. Özelleştirme havarisi kesilmişti. IMF’nin ekonomik, Beyaz Saray’ın siyasi programının Türkiye’ye biçtiği rolün reklamcısı olmuştu.
Bu “yeni” Barlas ile yolum, ikinci kez atv Haber’de 90’ların ortasında kesişti. Ali Kırca ile başlattığımız yapılanma öncesinde, Güneri Cıvaoğlu haberleri sunuyor, Barlas da TV’de bir “ilk” olarak, günlük “yorum” yapıyordu.
Yeni döneme kadar!
Yeni dönemde Barlas’ın yorum köşesi sona erdirildi. Ama, O bunu bir türlü kabullenmedi. Her akşam stüdyoya girip kayıt yapıyor, sonra da kaseti getirip haber akış masasına koyuyordu. Ali Kırca ise, her akşam o kaseti, kimi zaman Barlas’ın gitmesini beklemeden, masadan alıp kenara atıyordu. Sessiz savaş, herhalde Dinç Bilgin’in uyarısıyla sona erdi. Barlas atv Haber’den uzak durmaya başladı. Bir süre sonra da zaten SABAH Grubu’ndan ayrıldı.
Barlas “ailesi”, bu kopuşu 28 Şubat sürecine bağladı. Ve sonrasında TSK, ailenin bir numaralı hedefi haline geldi. Öyle ki Barlaslar bugün, muhalifleri “Erdoğan düşmanlığı” ile suçlar ve her adımı / haberi / belgeyi bununla açıklarken, “TSK düşmanlığında” sınır tanımaz oldular.
• • •
Mehmet Barlas’ı durup dururken yazmıyorum elbette. Kılıçdaroğlu’nun gündeme taşıdığı MAN ADASI belgeleri üzerine yazdığı yazı için medya tarihine bir not düşmek istedim. TSK düşmanlığında olduğu gibi özel olarak RTE, genel olarak İKTİDAR hayranlığındaki sınır tanımazlığını kaydetmek istedim.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları üzerine kaleme aldığı “başyazı”da şöyle buyurmuş Mehmet Barlas:
“Bu kişinin CHP Grup toplantısında yaptığı konuşmayı dikkatle izledim... Bırakın belge sunmayı, ne olduğu anlaşılmayan ilgisiz isimlerle bezenmiş bir masal okudu... Bu masalın bir bölümünü aynen aktarayım. Bakalım siz ne anlayacaksınız?
“- 1 Ağustos 2011, Man adası devletinde bir şirket kurulur. Evet küçücük bir ada. Burada bir şirket kurulur, Belvev Limited Şirket. Bu şirket 1 Ağustos
-2 Ağustos tarihlerinde yönetim kurulu toplantısı yapar. Bir kişiden oluşmaktadır, Sıddık Ayan. O yönetim kurulu toplantılarının tutanakları da bizde. Ayrıca bu kişinin 1 sterlinlik, yönetim kurulu bir kişi, Sıddık Ayan. 15 Kasım 2011’de bu şirketi Kasım Öztaş’a devreder. Ben Erdoğan’a bir soru soruyorum, tekrar. Sıdkı Ayan kimdir tanıyor musun? Eminim benden çok daha iyi biliyorsun kim olduğunu. Peki bu Kasım Öztaş’ı tanıyor musun?’ Bay Kemal’in anlattığı bumasalın devamını vermeyeyim... Siz de okurken Bay Kemal liderliğindeki CHP’nin her seçimde neden yenildiğini anlamışsınızdır.”
• • •
SABAH Gazetesi başyazarı Mehmet Barlas, okuyucusuna, tanımadığını tahmin ettiği iki isim vererek iddiaları küçültüyor, çarpıtıyor, alenen yanıltıyor.
Hani iddialardaki / belgelerdeki öteki isimler: Erdoğan’ın kardeşi, küçük oğlu, şu meşhur eniştesi, dünürü?
Görememiş mi?
Madem konuşmayı dikkatle izlemiş, duyamamış mı?
Geçiniz!
Yazıdan buram buram zavallılık akıyor. Ne yazacağını, RTE’yi nasıl savunacağını bilememenin şaşkınlığı akıyor. Tıpkı diğer yandaş ve yanaşma kalemler gibi.
Nasıl şaşırmasınlar! RTE, belgeler için önce avukatı aracılığıyla “sahte” dedi. Sonra “gerçek ama ticari vesika, ne var yani!” çıkışı yaptı. Ardından, “para gitmemiş gelmiş” buyurdu. Haliyle yandaş ve yanaşmalarını, ne diyeceğini bilemez hale getirdi.
Ancak belli ki, iktidar kanadı “meseleyi nereye bağlayacağını” hemen çözmüş: FETÖ komplosu!
Mehmet Barlas da, şahane “üslubu” ile ertesi gün aynı yere bağlanıvermiş:
“Eğer bir kişi siyaset yapıyorum gerekçesi ile sürekli aynı haltı yiyor ve bilerek aynı hatayı yapıyorsa, bu serüvenin sonunda seçim zaferi değil hain damgası bulunur. Eğer birileri dışarıdan tezgâhlanan komplolara karşı ülkenin bütünlüğünü ve istikrarını korumaya çalışmak yerine içeride fitne kazanları kaynatmayı yeğ tutuyorsa, başında bulunduğu kurumu da kendisi ile birlikte aşağıya çeker. Evet... Siyasetin FETÖ imamlarını bir kenara bırakarak, siyasetin güncel sorunlarına eğilmemiz daha doğru olur.”
Herhalde belirtmeye gerek yok, “kişi” derken Kılıçdaroğlu’nu kastediyor. FETÖ imamları derken de CHP yönetim kadrosunu.
• • •
Aynı gazetenin yazarı Mahmut Övür’den her televizyonun “yorumcusu” Nagehan Alçı’ya… 15 Temmuz’u aylar öncesinden haber veren Fuat Uğur’dan öteki Pensilvanya yolcularına... Ve elbette AKP’nin değerli vekillerine kadar sayısız isim FETÖ’nün yollarına güller serptiler. Övmelere doyamadılar.
Mehmet Barlas ise daha fazlasını yaptı. “sosyo politik bir gerçek olarak Hocaefendi Sendromu” adıyla bir kitap yazdı. Gülen’i bir çağdaş Türkiye projesi olarak pazarladı. Uzlaşmanın simgesi olarak yüceltti. 172 sayfalık “güzellemeyi” de Gülen’in bir şiiriyle noktaladı:
“Her yanda İsrafil’in gür sadası /
Her ufukta bir diriliş edası /
Ve ruhlarda geleceğin sevdası /
Meşk ediyor yarını avaz avaz..”
Dün Gülen’in önünde eğilip bugün muhalifleri FETÖ’cü diye suçlamak... Okuyucusuna yalan söylemek... Her devrin iktidarına yakın olmak uğruna Ecevit’ten Evren’e, Demirel’den Erdoğan’a ve Gülen’e uzanan bir “çeşitlilikte” hareket edebilmek…
Barlas olmak kolay değil. Böyle dans edebilmek için hafif olmanız gerekiyor.
Çok ama çok hafif!
Ayşenur Arslan / BİRGÜN
Aslında Barlas, bir prototip. Ondan söz edince, bugün medyada köşe başlarını tutmuş pek çok ismi anlamış ve anlatmış oluyorsunuz. Tuttukları köşe başlarını bırakmamak için neler yapmaları gerektiğini...
Neler yaptıklarını...
“Görmeme” biçimlerini...
“Dönebilme” hız ve kapasitelerini...
Kısacası bugünün yandaş ve yanaşma isimlerini görüp tanıyorsunuz.
Ben, Mehmet Barlas’ı 1974 yılında TRT’ye girdiğimde tanımıştım. TRT Haber Dairesi Başkanı unvanıyla, kutup yıldızımız gibiydi. Öyle ya! Cumhuriyet gibi bir gazetede, dünyayı anlatan dış politika yazıları yazıyordu. İsmail Cem de, Haber Dairesi’ni ona emanet etmişti.
Ancak, TRT’de İsmail Cem ve program bölümü arkadaşları gibi bir iz bırakamamıştı. Odasından nadiren çıkıyordu. İşleyişi, sürekli Güniz Sokak’la, yani Süleyman Demirel’le temastaki isimlere bırakmıştı. Dolayısıyla gidişi neredeyse fark edilmemişti!
İsmail Cem’in, CHP’nin bu altın çocuğunu kısa süre sonra 12 Eylülcü ve iflah olmaz bir Özalcı olarak gördük. Ayıptır söylemesi, O artık bir “liberal” idi. Özelleştirme havarisi kesilmişti. IMF’nin ekonomik, Beyaz Saray’ın siyasi programının Türkiye’ye biçtiği rolün reklamcısı olmuştu.
Bu “yeni” Barlas ile yolum, ikinci kez atv Haber’de 90’ların ortasında kesişti. Ali Kırca ile başlattığımız yapılanma öncesinde, Güneri Cıvaoğlu haberleri sunuyor, Barlas da TV’de bir “ilk” olarak, günlük “yorum” yapıyordu.
Yeni döneme kadar!
Yeni dönemde Barlas’ın yorum köşesi sona erdirildi. Ama, O bunu bir türlü kabullenmedi. Her akşam stüdyoya girip kayıt yapıyor, sonra da kaseti getirip haber akış masasına koyuyordu. Ali Kırca ise, her akşam o kaseti, kimi zaman Barlas’ın gitmesini beklemeden, masadan alıp kenara atıyordu. Sessiz savaş, herhalde Dinç Bilgin’in uyarısıyla sona erdi. Barlas atv Haber’den uzak durmaya başladı. Bir süre sonra da zaten SABAH Grubu’ndan ayrıldı.
Barlas “ailesi”, bu kopuşu 28 Şubat sürecine bağladı. Ve sonrasında TSK, ailenin bir numaralı hedefi haline geldi. Öyle ki Barlaslar bugün, muhalifleri “Erdoğan düşmanlığı” ile suçlar ve her adımı / haberi / belgeyi bununla açıklarken, “TSK düşmanlığında” sınır tanımaz oldular.
• • •
Mehmet Barlas’ı durup dururken yazmıyorum elbette. Kılıçdaroğlu’nun gündeme taşıdığı MAN ADASI belgeleri üzerine yazdığı yazı için medya tarihine bir not düşmek istedim. TSK düşmanlığında olduğu gibi özel olarak RTE, genel olarak İKTİDAR hayranlığındaki sınır tanımazlığını kaydetmek istedim.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları üzerine kaleme aldığı “başyazı”da şöyle buyurmuş Mehmet Barlas:
“Bu kişinin CHP Grup toplantısında yaptığı konuşmayı dikkatle izledim... Bırakın belge sunmayı, ne olduğu anlaşılmayan ilgisiz isimlerle bezenmiş bir masal okudu... Bu masalın bir bölümünü aynen aktarayım. Bakalım siz ne anlayacaksınız?
“- 1 Ağustos 2011, Man adası devletinde bir şirket kurulur. Evet küçücük bir ada. Burada bir şirket kurulur, Belvev Limited Şirket. Bu şirket 1 Ağustos
-2 Ağustos tarihlerinde yönetim kurulu toplantısı yapar. Bir kişiden oluşmaktadır, Sıddık Ayan. O yönetim kurulu toplantılarının tutanakları da bizde. Ayrıca bu kişinin 1 sterlinlik, yönetim kurulu bir kişi, Sıddık Ayan. 15 Kasım 2011’de bu şirketi Kasım Öztaş’a devreder. Ben Erdoğan’a bir soru soruyorum, tekrar. Sıdkı Ayan kimdir tanıyor musun? Eminim benden çok daha iyi biliyorsun kim olduğunu. Peki bu Kasım Öztaş’ı tanıyor musun?’ Bay Kemal’in anlattığı bumasalın devamını vermeyeyim... Siz de okurken Bay Kemal liderliğindeki CHP’nin her seçimde neden yenildiğini anlamışsınızdır.”
• • •
SABAH Gazetesi başyazarı Mehmet Barlas, okuyucusuna, tanımadığını tahmin ettiği iki isim vererek iddiaları küçültüyor, çarpıtıyor, alenen yanıltıyor.
Hani iddialardaki / belgelerdeki öteki isimler: Erdoğan’ın kardeşi, küçük oğlu, şu meşhur eniştesi, dünürü?
Görememiş mi?
Madem konuşmayı dikkatle izlemiş, duyamamış mı?
Geçiniz!
Yazıdan buram buram zavallılık akıyor. Ne yazacağını, RTE’yi nasıl savunacağını bilememenin şaşkınlığı akıyor. Tıpkı diğer yandaş ve yanaşma kalemler gibi.
Nasıl şaşırmasınlar! RTE, belgeler için önce avukatı aracılığıyla “sahte” dedi. Sonra “gerçek ama ticari vesika, ne var yani!” çıkışı yaptı. Ardından, “para gitmemiş gelmiş” buyurdu. Haliyle yandaş ve yanaşmalarını, ne diyeceğini bilemez hale getirdi.
Ancak belli ki, iktidar kanadı “meseleyi nereye bağlayacağını” hemen çözmüş: FETÖ komplosu!
Mehmet Barlas da, şahane “üslubu” ile ertesi gün aynı yere bağlanıvermiş:
“Eğer bir kişi siyaset yapıyorum gerekçesi ile sürekli aynı haltı yiyor ve bilerek aynı hatayı yapıyorsa, bu serüvenin sonunda seçim zaferi değil hain damgası bulunur. Eğer birileri dışarıdan tezgâhlanan komplolara karşı ülkenin bütünlüğünü ve istikrarını korumaya çalışmak yerine içeride fitne kazanları kaynatmayı yeğ tutuyorsa, başında bulunduğu kurumu da kendisi ile birlikte aşağıya çeker. Evet... Siyasetin FETÖ imamlarını bir kenara bırakarak, siyasetin güncel sorunlarına eğilmemiz daha doğru olur.”
Herhalde belirtmeye gerek yok, “kişi” derken Kılıçdaroğlu’nu kastediyor. FETÖ imamları derken de CHP yönetim kadrosunu.
• • •
Aynı gazetenin yazarı Mahmut Övür’den her televizyonun “yorumcusu” Nagehan Alçı’ya… 15 Temmuz’u aylar öncesinden haber veren Fuat Uğur’dan öteki Pensilvanya yolcularına... Ve elbette AKP’nin değerli vekillerine kadar sayısız isim FETÖ’nün yollarına güller serptiler. Övmelere doyamadılar.
Mehmet Barlas ise daha fazlasını yaptı. “sosyo politik bir gerçek olarak Hocaefendi Sendromu” adıyla bir kitap yazdı. Gülen’i bir çağdaş Türkiye projesi olarak pazarladı. Uzlaşmanın simgesi olarak yüceltti. 172 sayfalık “güzellemeyi” de Gülen’in bir şiiriyle noktaladı:
“Her yanda İsrafil’in gür sadası /
Her ufukta bir diriliş edası /
Ve ruhlarda geleceğin sevdası /
Meşk ediyor yarını avaz avaz..”
Dün Gülen’in önünde eğilip bugün muhalifleri FETÖ’cü diye suçlamak... Okuyucusuna yalan söylemek... Her devrin iktidarına yakın olmak uğruna Ecevit’ten Evren’e, Demirel’den Erdoğan’a ve Gülen’e uzanan bir “çeşitlilikte” hareket edebilmek…
Barlas olmak kolay değil. Böyle dans edebilmek için hafif olmanız gerekiyor.
Çok ama çok hafif!
Ayşenur Arslan / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder