Ütüsünden televizyonuna, buzdolabından tost makinesine neredeyse bütün
“dayanıklı” tüketim mallarının, sanki özellikle o günü
bekliyormuşçasına, garanti süresi dolduktan birkaç hafta içinde
bozulduğunu fark etmişsinizdir. Ya da cep telefonu ve yazıcı gibi
elektronik zımbırtıların giderek daha fazla hassaslaştığını…
Teknoloji ilerliyor ama her nasılsa ürünlerin ömürleri kısalıyor ve kaliteleri düşüyor. Vaktiyle evladiyelik diye alınan şeyler günümüzde birkaç yıl ancak dayanıyor. Yatak odası çekmeceleri elektronik çöplüğe dönmüş durumda. Bunun tesadüf eseri ya da mecburiyetten böyle olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü bu tezgâhın ardında “planlı eskitme” denen üretim politikası var.
Phoebus kartelinin rolü
Planlı eskitme ilk kez General Motors CEO’su Alfred Sloan Jr. tarafından, 1920’li yıllarda artık doygunluğa ulaşan Amerikan otomobil sektörü için düşünülmeye başlandı. Çünkü kâr odaklı bir sistemi sürdürmek için şirketlerin her yıl artan miktarda mal ve hizmet satması gerekir. Fakat bir kere alan bir daha almazsa, sistem zamanla doygunluğa ulaşır ve dönemlik satışlar azalmaya başlar.
Mesela Edison’un ilk ticari ampulünün ömrü ortalama 1500 saat kadardı. 1920’lere gelindiğinde, ilerleyen teknoloji sayesinde, ampullerin ömrü 2500 saate kadar çıkartılır. Fakat durumu çakozlayan Osram, General Electric, General Electric Overseas Group, Phillips, Tungsram, AEI ve La Compaigne des Lampes’den oluşan dünyanın en büyük yedi ampul üreticisi 1924 senesinde yaptıkları bir toplantıyla Phoebus kartelini kurup ampullerin ömürlerini, kasıtlı olarak, 2500 saatten 1000 saate düşürme konusunda anlaşır. Buna göre hiçbir şirket 1000 saatten daha uzun ömürlü ampul üretmemeli ve o yönde reklam yapmamalıdır. Hatta, bağlayıcı olması için, bu anlaşmaya uymayanlara ceza kesilir. Bunun üzerine şirket mühendislerinden oluşan bir araştırma timi kısa ömürlü ve dayanıksız ampuller üretmek için testler yapmaya başlar. Zamanla 1000 saat küresel bir standart haline gelir. Yıllar içinde daha kaliteli, hatta birinin ömrü 100.000 (yüz bin) saat olan, ampul patentleri alınsa da bunların hiçbiri yedi büyük firmanın tekelini kırıp piyasaya sürül(e)mez.
Özellikle bozulsun diye üretim yapmak
İlk kez 1940’lı yıllarda satışa sürülen naylon külotlu çorapların tanıtımında arkadaki arabayı öndekine naylon çorapla bağlayıp çekerler. Çorapta tek bir kaçık dahi olmaz. Tabii Amerika’daki bütün kadınlar bu çorabı aldıktan sonra satışlar durma noktasına gelir. Çünkü bir kere alanın bir daha almasına gerek kalmaz. DuPont şirketi, çözüm olarak, kimya mühendislerine daha dayanıksız çoraplar üretmesi için talimat verir. Böylece giyerken tırnağınız değse kaçan çoraplar üretilmeye başlanır ki birkaç ayda bir gidip yenisini almak zorunda kalasınız.
Yazıcı firmaları esas parayı yazıcıdan değil mürekkepten kazandığından yazıcılar genelde çok pahalı olmaz. Ancak HP, Canon ve Epson gibi yazıcı şirketleri, daha fazla kartuş satmak için, yazıcılarının içine baskıların renginin solmasını programlayan bir çip yerleştirir (bkz. The Lightbulb Conspiracy belgeseli). Aynı çip sayesinde daha önce belirlenen bir baskı adedine ulaşıldığındaysa yazıcı kendini kilitlemektedir. Böylece kartuşta hala yeteri kadar mürekkep olmasına rağmen kartuşu değiştirmeniz, 8-10 kartuştan sonra da komple yazıcıyı değiştirmeniz gerekir. Bu artık planlı eskitme falan da değil, direkt düzenbazlık.
Romalıların yaptığı yollar bugün hâlâ sapasağlamdır ama bizim KGM 3-5 senede bir yolları yeniler. Çünkü aynı şirketlerin tekrar tekrar ihale alması için özellikle kalitesiz asfalt kullanılmasına göz yumulur. Böylece vatandaşın refahı inşaat şirketlerine rant olarak aktarılır. Atlantik’in ötesinde durumun daha farklı olduğunu sanmayın zira Amerika’da da yol bakımı bitmez.
Metrobüste dikkat etmişsinizdir, insanların elindeki çoğu telefonun ekranı çatlak. Alır almaz kutusunu açarken düşürüp kıranlar bile var. Yani şuradan beş tane mühendis çevirip ilk düştüğünde kırılacak, her güncellemede yeni sorunlar çıkaracak, şarjı hemen bitecek, bataryası değiştirilemeyecek, tamir edilmesi engellenecek bir telefon tasarlatsak ortaya iPhone çıkardı. Özellikle, dayansın diye değil, bozulsun diye tasarlanmış bir ürün resmen.
Bu gibi düzenbazlıkların incelikleri üniversitelerin MBA programlarında “Strategic Management Techniques” falan gibi janjanlı başlıklarla ders diye anlatılır. Tezgâhı kapitalistler ve yöneticiler kurar; uygulamasını da mühendisler yapar.
Tüketim kültürü ve algısal eskitme
Planlı eskitme işin bir boyutu. Diğer boyutuysa “algısal eskitme.” Kimi zaman kullandığınız ürün materyal olarak eskimemiş ya da bozulmamış olmasına rağmen gidip yenisini alırsınız. Çünkü yeni model daha havalı ve daha gösterişlidir. Bugün birçok insan cep telefonunu, dizüstü bilgisayarını, tabletini sırf yeni çıkan modeli almış olmak için değiştirir.
Bugün elinde aptal bir telefonla görünen bazı insanlar refleks gösterip “öteki telefonu tamire verdim de” gibilerinden bir açıklama yapma gereği duyuyor. Çünkü herkesin son model telefon kullanarak sosyoekonomik statüsünü sergilediği bir ortamda eski bir telefon kullanmanın mutlaka makul bir mazereti olmalı!
Moda sektörü zaten tamamen algısal eskitme üzerine kurulu. Her sezon başka renkler, başka tasarımlar “moda” oluyor. Geçen yaz giydiğiniz kıyafetler, eğer çamaşır makinesinden hâlâ sağlam çıkmayı başarabildilerse, demode ilan ediliyor. Güzel bir film uyarlaması da yapılan Devil Wears Prada romanında sezonluk kıyafet modasının nasıl birkaç şirket tarafından belirlendiği eleştirel bir dille anlatılır, tavsiye ederim. Modası geçen eski kıyafetler de bazen nezaketen Güneydoğu illerimizdeki okullara, ama çoğu zaman da çöpe gidiyor.
Pek çok bilgisayar oyunu da genelde algısal eskitmeyle yeniden satılır. FM 2017’den 2018’e oyunun özünü etkileyen pek bir yenilik olmazken genelde en önemli değişiklik takım kadroları olur. Kimse eski kadrolarla oynamak istemediğinden millet her sene yeni oyuna yüzer lira bayılıp SI Games’i zengin etmeye devam eder. Halbuki her sezon beş liraya resmi bir transfer güncellemesi satılsa…
Aynı yöntem ders kitaplarına da uygulanır. Misal, 1980’lerden beri mikroekonomide üniversite ders kitaplarına giren çok önemli bir yeni bilgi yoktur. Hatta benim bir hocam mikroekonomiyi Alfred Marshall’ın 1890 yılında çıkan asırlık kitabından anlatırdı; üç aşağı beş yukarı aynı fasaryalar. Ama gelin görün ki yayınevleri para kazansın diye her üç senede bir yeni bir edisyon çıkar. Bir iki renkli grafik konulur, birkaç ünitenin yeri değiştirilir, iki kısa ünite tek başlıkta birleştirilir, uzun bir ünite ikiye bölünür, ünite sonlarındaki soruların numaraları karıştırılır ki öğrenciler dersi ve tahtadaki soruları takip etmekte zorluk yaşasın. E zaten piyasanın yüzde 85’i birkaç tane yayınevi ve 8-10 yazarın kontrolünde. Yasal dolandırıcılıktan başka bir şey değil… Fakat liberaller tüm bu düzenbazlıkları “silah zoruyla mı satıyorlar, istemiyorsan alma” diye savunuyorlar. Resmen utanç verici.
Sosyalist alternatif?
Eski İstanbul’da şemsiye tamircileri vardı. Evladiyelik şemsiyeler arıza yaptığında hemen gidip yenisi alınmaz, tamir ettirilirdi. Şimdiyse her yağmur yağdığında çöpler kırılmış şemsiyelerden geçilmiyor. Ya da eskiden, liseliler bilmez, cebimizde bez mendil taşırdık. Kirlendikçe hafta sonu zaten çalışacak olan makineye atar, yıkayıp yıkayıp tekrar kullanırdık. Ama artık kullan-at kâğıt mendiller kullanılıyor. Mesela Küba’da gezerken dikkatimizi otobüs duraklarında çakmak gazı dolumu yapıp çakmak taşı değiştiren yaşlı dayılar çekmişti. Bizdeyse artık ekseriyetle plastik kullan-at çakmaklar kullanılıyor. Bazılarının dolum deliği bile yok, bittiğinde atmak zorundasın. Neden?
Çünkü kapitalizm…
Adam çakmak fabrikasını boşuna mı kurdu oraya?
Kâr etmesi lazım ve kâr etmek için her türlü tezgâh itinayla kurulur.
Bugün bir sürü ürünün tamir edilmesi kasten engelleniyor (bkz Apple ürünleri). Bazılarını tamir ettirmek yenisini almaktan pahalıya geliyor. Kimi ürünlerin yedek parçasını bulmak başlı başına bir dert. Hatta resmi yetkili servisler bile arızalı ürünü tamir etmek yerine size yenisini almanızı tavsiye ediyor. Sistem bunun üzerine kurulu. Günümüz Amerika’sında alınan malların yüzde 99’u altı ay içinde çöpe atılıyor. Ve eğer bütün dünya ortalama bir Amerikalı kadar tüketecek olsa dört tane daha dünyaya ihtiyacımız olurdu.
Şimdi bir de bu sistemin yarattığı atık tepelerini, bu tezgâhı sürdürmek için yapılan reklam ve pazarlama harcamalarını, bu kadar üretimi yapmak için kullanılan enerjiyi, doğaya verilen zararları, kirletilen havayı, kesilen ağaçları, boşuna harcanan onca emeği düşünün…
Sırf ekonomi büyüsün, “yüzde bir” daha da zengin olsun diye şu çevrilen dümenlere bakın. Bundan daha verimsiz, daha ahlâksız, daha fazla israf yaratan bir sistem herhalde isteseniz de tasarlayamazsınız. Yanlış anlaşılmasın; planlı eskitme sistemin bir çarpıklığı falan değil, aksine, serbest piyasa kapitalizminin normal işleyişinin bir sonucu. Kapitalizm ancak bu gibi yöntemlerle varlığını sürdürebilir.
Geçen bir dersimde sosyalizmi konuşurken öğrencilerden biri, biraz alaycı bir tonla, “Hocam öyle diyorsunuz da Sovyetler Birliği’nde de insanlar 30 sene boyunca aynı kazağı giyiyorlarmış” demişti. Ben de “İyi ya işte, demek 30 sene dayanacak kalitede kazak üretmişler demek” diye cevap vermiştim. İnsanlar tüketim kültürünü o kadar içselleştirmişler ki iki yıkadın mı sünen markalı kazakları her yıl yenilemenin bir kazanım olduğunu düşünüyorlar.
Eskiden “Sovyet malı gibi sağlam” diye bir laf vardı. Doğu Almanya’da ve Sovyetler Birliği’nde üretilen ürünlerin çoğu bugün hâlâ çalışır. Dünyanın en iyi oto tamircileri Kübalıdır. Sosyalizmde üretim kâr amaçlı yapılmadığı için planlı ve algısal eskitme gibi dümenler çevrilmez. Mevcut teknoloji, eldeki maddi kaynaklar ve emek gücü doğru optimizasyonla ürünlerin maliyetlerini düşürecek, kalitelerini artıracak ve kullanım süresilerini uzatacak şekilde planlanır. Bunu yaparken doğaya verilen zararlar ve diğer dışsallıklar da hesaba katılır. Hatta halk, üretilen ürünlerin içeriğinde ve kullanım şeklinde söz sahibi olmalıdır. Dolayısıyla “telefon yaptım ama bataryasını değiştiremezsiniz” diye bir dayatma olmaz.
“Sadece büyümüş olmak için büyümek kanser hücresinin ideolojisidir” der Edward Abbey. Kapitalizm tam da bu ideolojiyle dünyayı ve üzerinde yaşayan insanları planlı bir şekilde eskitmeye devam ediyor. Sistem içinde bir çözüm var mı?
Ben göremiyorum, görenler varsa yeşillendirsin. Kapitalizm o kadar çelişkilerle dolu ve o kadar yozlaşmış bir sistem ki düzeltmek mümkün değil. En azından bu zamana kadar düzeltebilen olmadı. Boşuna dönüp İsveç’e bakmayın zira IKEA da işin içinde.
Anıl Aba - Tyumen Üniversitesi İleri Araştırmalar Okulu
BİRGÜN / PAZAR
Teknoloji ilerliyor ama her nasılsa ürünlerin ömürleri kısalıyor ve kaliteleri düşüyor. Vaktiyle evladiyelik diye alınan şeyler günümüzde birkaç yıl ancak dayanıyor. Yatak odası çekmeceleri elektronik çöplüğe dönmüş durumda. Bunun tesadüf eseri ya da mecburiyetten böyle olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü bu tezgâhın ardında “planlı eskitme” denen üretim politikası var.
Phoebus kartelinin rolü
Planlı eskitme ilk kez General Motors CEO’su Alfred Sloan Jr. tarafından, 1920’li yıllarda artık doygunluğa ulaşan Amerikan otomobil sektörü için düşünülmeye başlandı. Çünkü kâr odaklı bir sistemi sürdürmek için şirketlerin her yıl artan miktarda mal ve hizmet satması gerekir. Fakat bir kere alan bir daha almazsa, sistem zamanla doygunluğa ulaşır ve dönemlik satışlar azalmaya başlar.
Mesela Edison’un ilk ticari ampulünün ömrü ortalama 1500 saat kadardı. 1920’lere gelindiğinde, ilerleyen teknoloji sayesinde, ampullerin ömrü 2500 saate kadar çıkartılır. Fakat durumu çakozlayan Osram, General Electric, General Electric Overseas Group, Phillips, Tungsram, AEI ve La Compaigne des Lampes’den oluşan dünyanın en büyük yedi ampul üreticisi 1924 senesinde yaptıkları bir toplantıyla Phoebus kartelini kurup ampullerin ömürlerini, kasıtlı olarak, 2500 saatten 1000 saate düşürme konusunda anlaşır. Buna göre hiçbir şirket 1000 saatten daha uzun ömürlü ampul üretmemeli ve o yönde reklam yapmamalıdır. Hatta, bağlayıcı olması için, bu anlaşmaya uymayanlara ceza kesilir. Bunun üzerine şirket mühendislerinden oluşan bir araştırma timi kısa ömürlü ve dayanıksız ampuller üretmek için testler yapmaya başlar. Zamanla 1000 saat küresel bir standart haline gelir. Yıllar içinde daha kaliteli, hatta birinin ömrü 100.000 (yüz bin) saat olan, ampul patentleri alınsa da bunların hiçbiri yedi büyük firmanın tekelini kırıp piyasaya sürül(e)mez.
Özellikle bozulsun diye üretim yapmak
İlk kez 1940’lı yıllarda satışa sürülen naylon külotlu çorapların tanıtımında arkadaki arabayı öndekine naylon çorapla bağlayıp çekerler. Çorapta tek bir kaçık dahi olmaz. Tabii Amerika’daki bütün kadınlar bu çorabı aldıktan sonra satışlar durma noktasına gelir. Çünkü bir kere alanın bir daha almasına gerek kalmaz. DuPont şirketi, çözüm olarak, kimya mühendislerine daha dayanıksız çoraplar üretmesi için talimat verir. Böylece giyerken tırnağınız değse kaçan çoraplar üretilmeye başlanır ki birkaç ayda bir gidip yenisini almak zorunda kalasınız.
Yazıcı firmaları esas parayı yazıcıdan değil mürekkepten kazandığından yazıcılar genelde çok pahalı olmaz. Ancak HP, Canon ve Epson gibi yazıcı şirketleri, daha fazla kartuş satmak için, yazıcılarının içine baskıların renginin solmasını programlayan bir çip yerleştirir (bkz. The Lightbulb Conspiracy belgeseli). Aynı çip sayesinde daha önce belirlenen bir baskı adedine ulaşıldığındaysa yazıcı kendini kilitlemektedir. Böylece kartuşta hala yeteri kadar mürekkep olmasına rağmen kartuşu değiştirmeniz, 8-10 kartuştan sonra da komple yazıcıyı değiştirmeniz gerekir. Bu artık planlı eskitme falan da değil, direkt düzenbazlık.
Romalıların yaptığı yollar bugün hâlâ sapasağlamdır ama bizim KGM 3-5 senede bir yolları yeniler. Çünkü aynı şirketlerin tekrar tekrar ihale alması için özellikle kalitesiz asfalt kullanılmasına göz yumulur. Böylece vatandaşın refahı inşaat şirketlerine rant olarak aktarılır. Atlantik’in ötesinde durumun daha farklı olduğunu sanmayın zira Amerika’da da yol bakımı bitmez.
Metrobüste dikkat etmişsinizdir, insanların elindeki çoğu telefonun ekranı çatlak. Alır almaz kutusunu açarken düşürüp kıranlar bile var. Yani şuradan beş tane mühendis çevirip ilk düştüğünde kırılacak, her güncellemede yeni sorunlar çıkaracak, şarjı hemen bitecek, bataryası değiştirilemeyecek, tamir edilmesi engellenecek bir telefon tasarlatsak ortaya iPhone çıkardı. Özellikle, dayansın diye değil, bozulsun diye tasarlanmış bir ürün resmen.
Bu gibi düzenbazlıkların incelikleri üniversitelerin MBA programlarında “Strategic Management Techniques” falan gibi janjanlı başlıklarla ders diye anlatılır. Tezgâhı kapitalistler ve yöneticiler kurar; uygulamasını da mühendisler yapar.
Tüketim kültürü ve algısal eskitme
Planlı eskitme işin bir boyutu. Diğer boyutuysa “algısal eskitme.” Kimi zaman kullandığınız ürün materyal olarak eskimemiş ya da bozulmamış olmasına rağmen gidip yenisini alırsınız. Çünkü yeni model daha havalı ve daha gösterişlidir. Bugün birçok insan cep telefonunu, dizüstü bilgisayarını, tabletini sırf yeni çıkan modeli almış olmak için değiştirir.
Bugün elinde aptal bir telefonla görünen bazı insanlar refleks gösterip “öteki telefonu tamire verdim de” gibilerinden bir açıklama yapma gereği duyuyor. Çünkü herkesin son model telefon kullanarak sosyoekonomik statüsünü sergilediği bir ortamda eski bir telefon kullanmanın mutlaka makul bir mazereti olmalı!
Moda sektörü zaten tamamen algısal eskitme üzerine kurulu. Her sezon başka renkler, başka tasarımlar “moda” oluyor. Geçen yaz giydiğiniz kıyafetler, eğer çamaşır makinesinden hâlâ sağlam çıkmayı başarabildilerse, demode ilan ediliyor. Güzel bir film uyarlaması da yapılan Devil Wears Prada romanında sezonluk kıyafet modasının nasıl birkaç şirket tarafından belirlendiği eleştirel bir dille anlatılır, tavsiye ederim. Modası geçen eski kıyafetler de bazen nezaketen Güneydoğu illerimizdeki okullara, ama çoğu zaman da çöpe gidiyor.
Pek çok bilgisayar oyunu da genelde algısal eskitmeyle yeniden satılır. FM 2017’den 2018’e oyunun özünü etkileyen pek bir yenilik olmazken genelde en önemli değişiklik takım kadroları olur. Kimse eski kadrolarla oynamak istemediğinden millet her sene yeni oyuna yüzer lira bayılıp SI Games’i zengin etmeye devam eder. Halbuki her sezon beş liraya resmi bir transfer güncellemesi satılsa…
Aynı yöntem ders kitaplarına da uygulanır. Misal, 1980’lerden beri mikroekonomide üniversite ders kitaplarına giren çok önemli bir yeni bilgi yoktur. Hatta benim bir hocam mikroekonomiyi Alfred Marshall’ın 1890 yılında çıkan asırlık kitabından anlatırdı; üç aşağı beş yukarı aynı fasaryalar. Ama gelin görün ki yayınevleri para kazansın diye her üç senede bir yeni bir edisyon çıkar. Bir iki renkli grafik konulur, birkaç ünitenin yeri değiştirilir, iki kısa ünite tek başlıkta birleştirilir, uzun bir ünite ikiye bölünür, ünite sonlarındaki soruların numaraları karıştırılır ki öğrenciler dersi ve tahtadaki soruları takip etmekte zorluk yaşasın. E zaten piyasanın yüzde 85’i birkaç tane yayınevi ve 8-10 yazarın kontrolünde. Yasal dolandırıcılıktan başka bir şey değil… Fakat liberaller tüm bu düzenbazlıkları “silah zoruyla mı satıyorlar, istemiyorsan alma” diye savunuyorlar. Resmen utanç verici.
Sosyalist alternatif?
Eski İstanbul’da şemsiye tamircileri vardı. Evladiyelik şemsiyeler arıza yaptığında hemen gidip yenisi alınmaz, tamir ettirilirdi. Şimdiyse her yağmur yağdığında çöpler kırılmış şemsiyelerden geçilmiyor. Ya da eskiden, liseliler bilmez, cebimizde bez mendil taşırdık. Kirlendikçe hafta sonu zaten çalışacak olan makineye atar, yıkayıp yıkayıp tekrar kullanırdık. Ama artık kullan-at kâğıt mendiller kullanılıyor. Mesela Küba’da gezerken dikkatimizi otobüs duraklarında çakmak gazı dolumu yapıp çakmak taşı değiştiren yaşlı dayılar çekmişti. Bizdeyse artık ekseriyetle plastik kullan-at çakmaklar kullanılıyor. Bazılarının dolum deliği bile yok, bittiğinde atmak zorundasın. Neden?
Çünkü kapitalizm…
Adam çakmak fabrikasını boşuna mı kurdu oraya?
Kâr etmesi lazım ve kâr etmek için her türlü tezgâh itinayla kurulur.
Bugün bir sürü ürünün tamir edilmesi kasten engelleniyor (bkz Apple ürünleri). Bazılarını tamir ettirmek yenisini almaktan pahalıya geliyor. Kimi ürünlerin yedek parçasını bulmak başlı başına bir dert. Hatta resmi yetkili servisler bile arızalı ürünü tamir etmek yerine size yenisini almanızı tavsiye ediyor. Sistem bunun üzerine kurulu. Günümüz Amerika’sında alınan malların yüzde 99’u altı ay içinde çöpe atılıyor. Ve eğer bütün dünya ortalama bir Amerikalı kadar tüketecek olsa dört tane daha dünyaya ihtiyacımız olurdu.
Şimdi bir de bu sistemin yarattığı atık tepelerini, bu tezgâhı sürdürmek için yapılan reklam ve pazarlama harcamalarını, bu kadar üretimi yapmak için kullanılan enerjiyi, doğaya verilen zararları, kirletilen havayı, kesilen ağaçları, boşuna harcanan onca emeği düşünün…
Sırf ekonomi büyüsün, “yüzde bir” daha da zengin olsun diye şu çevrilen dümenlere bakın. Bundan daha verimsiz, daha ahlâksız, daha fazla israf yaratan bir sistem herhalde isteseniz de tasarlayamazsınız. Yanlış anlaşılmasın; planlı eskitme sistemin bir çarpıklığı falan değil, aksine, serbest piyasa kapitalizminin normal işleyişinin bir sonucu. Kapitalizm ancak bu gibi yöntemlerle varlığını sürdürebilir.
Geçen bir dersimde sosyalizmi konuşurken öğrencilerden biri, biraz alaycı bir tonla, “Hocam öyle diyorsunuz da Sovyetler Birliği’nde de insanlar 30 sene boyunca aynı kazağı giyiyorlarmış” demişti. Ben de “İyi ya işte, demek 30 sene dayanacak kalitede kazak üretmişler demek” diye cevap vermiştim. İnsanlar tüketim kültürünü o kadar içselleştirmişler ki iki yıkadın mı sünen markalı kazakları her yıl yenilemenin bir kazanım olduğunu düşünüyorlar.
Eskiden “Sovyet malı gibi sağlam” diye bir laf vardı. Doğu Almanya’da ve Sovyetler Birliği’nde üretilen ürünlerin çoğu bugün hâlâ çalışır. Dünyanın en iyi oto tamircileri Kübalıdır. Sosyalizmde üretim kâr amaçlı yapılmadığı için planlı ve algısal eskitme gibi dümenler çevrilmez. Mevcut teknoloji, eldeki maddi kaynaklar ve emek gücü doğru optimizasyonla ürünlerin maliyetlerini düşürecek, kalitelerini artıracak ve kullanım süresilerini uzatacak şekilde planlanır. Bunu yaparken doğaya verilen zararlar ve diğer dışsallıklar da hesaba katılır. Hatta halk, üretilen ürünlerin içeriğinde ve kullanım şeklinde söz sahibi olmalıdır. Dolayısıyla “telefon yaptım ama bataryasını değiştiremezsiniz” diye bir dayatma olmaz.
“Sadece büyümüş olmak için büyümek kanser hücresinin ideolojisidir” der Edward Abbey. Kapitalizm tam da bu ideolojiyle dünyayı ve üzerinde yaşayan insanları planlı bir şekilde eskitmeye devam ediyor. Sistem içinde bir çözüm var mı?
Ben göremiyorum, görenler varsa yeşillendirsin. Kapitalizm o kadar çelişkilerle dolu ve o kadar yozlaşmış bir sistem ki düzeltmek mümkün değil. En azından bu zamana kadar düzeltebilen olmadı. Boşuna dönüp İsveç’e bakmayın zira IKEA da işin içinde.
Anıl Aba - Tyumen Üniversitesi İleri Araştırmalar Okulu
BİRGÜN / PAZAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder