16 Ocak 2018 Salı

Daha o zaman söylemiştik - Ali Sirmen

Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkmak gibi bir özellikleri vardır. 

İstanbul 13. ve 26. Ağır Ceza Mahkemeleri’nin, Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın kişisel başvuruları sonucunda haklarında verilen tutukluluk kararlarının hak ihlali olduğu yolundaki Anayasa Mahkemesi kararını tanımamaları, bir gerçeğin yedi buçuk yıl sonra ortaya çıkmasına neden oldu. 
2010 12 Eylül’üne doğru giden günleri anımsayalım. Türkiye’de yeni bir anayasa değişikliğinin referandum kampanyası sürmekteydi.
AKP’nin kampanyadaki sloganı müthişti: 
- 12 Eylül Anayasası’ndan kurtuluyoruz! Askeri vesayeti tasfiye ediyoruz! 
Bir kısım siyasetçi, aydın ve yazar herkesi uyarmak için yırtınıyorlardı: 
- Bunlar kandırmacadır! Kulak asmayın! Amaçları yargıyı ele geçirmektir. 
Bu arada, özgürlüklerin sınırlarını genişletme savıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmasını öngören bir değişiklik hükmü getirirken, onun yanı sıra da zaten var olan kimi hakların yeniden tekrarından başka anlam taşımayan, güya kadın haklarının alanını genişleten yeniliklikler de öneriliyordu iktidar tarafından.

***

Bıkmadan usanmadan uyarmaya çalışıyorduk: 
- Kandırılıyorsunuz! Askeri vesayeti tasfiye ediyoruz derken ondan bin beter bir sivil vesayet getirmeye çalışıyorlar! 
O sırada olaya şaşı bakan sözde liberaller ve de kimi solcular da desteklerini haykırıyorlardı: 
- Askeri vesayetten, Evren Anayasası’ndan kurtuluyoruz; “yetmez ama evet!” 
Onları da uyarmaya çalışıyorduk: 
- Aldanmayın! Halkın aldatılmasına da vesile olmayın! Bu değişiklikler olursa, iktidarın eline geçen yargı sizin de defterinizi dürer! (Nitekim sonradan öyle de oldu.) 
Bütün bu hayhuydan sonra 12 Eylül 2010 günü sandıktan anayasada AKP’nin önerdiği değişikliklere “evet” çıktı. 
AKP kendi isteği doğrultusunda olan sonuçları saygıyla karşıladı. 
Kim demiş AKP milli iradeye ve yargıya saygılı değildir diye? O her zaman istediği doğrultudaki kararlara ve oylama sonuçlarına saygı göstermiştir! 
Aradan yedi buçuk yıla yakın bir süre geçti. AYM’ye kişisel başvuru hakkının tanınmasının nasıl bir boş hüküm olduğu ortaya çıktı. 
Gerçi kişisel başvuru hakkı tanınmıştı. Ama zerre kadar kıymeti yoktu. İktidar ve onun güdümündeki yargı, hak ihlallerinin giderilmesini isteyen AYM kararlarını tanımıyordu. Kararların tanınmaması halinde, kişisel başvurunun ne önemi kalıyordu ki? 
Şimdi o günleri anımsatmak “biz size dememiş miydik” diye böbürlenmek değil, ama bedeli çok yüksek olan yeni aldanışlara düşülmesini önlemek amacına yöneliktir. 
Şimdi bir kez daha uyarıyoruz: 
- AYM’nin hak ihlali kararı doğrultusunda Şahin Alpay ve Mehmet Altan bir an önce tahliye edilmelidirler. Aksi, Türkiye’ye de, iktidara da yarardan çok zarar getirir. 
Gerçekten de öyle olacak. Anayasanın 153. maddesinin açık hükmüne rağmen Şahin Alpay ve Mehmet Altan tahliye edilmezlerse, bu kez kuşkunuz olmasın ki AİHM hak ihlaline karar verecek. 

Anayasanın 90. madde hükmü gereği bu karara Türkiye uymak zorunda olduğundan ilgililerin tahliyeleri şart olacak. Bu durumda, tazminat ödeyerek kararı uygulamamak uyanıklığı da mümkün olmayacak. Çünkü sürmekte olan ihlalin giderilmesi yolunu tutmak zorunludur. 

İktidar, bu gerçeklere de kulaklarını tıkar, bildiğini okumaya devam ederse, içinde debelendiği yalnızlık çukurunun daha da derinleştiğini görecek, Türkiye Avrupa Konseyi’nden de dışlanacak. 

Böyle bir durum, FETÖ ile gerçekten mücadele etmek isteyenler varsa, onların da işine yaramayacak, çünkü ortada görünen, yalnız FETÖ ile mücadele adı altında sürdürülen hukuksuzluklar, haksızlıklar ve zulüm olurken Fethullah Gülen sütten çıkmış ak kaşık misali Pensilvanya’daki köşesinde masum masum oturan bir piri fani olarak algılanacak. 

Korkarım, gerçeğin böyle olmadığını anlatmaya çalışmak da yine bizlere düşecek.

Ali Sirmen / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder