6 Ocak 2018 Cumartesi

Türkiye kadar bir fotoğrafçı: Birol Üzmez - AHMET BÜKE

“Genel Maden-İş grev kararı aldı. 30 Kasım 1991 sabah 08.00’de makinemi kaptığım gibi Gedik Ocakları’na koştum. ‘Bu İş Yerinde Grev Vardır’ pankartının önünde haykıran işçileri hafif eğilerek kadraja aldım. Grevin ilk fotoğrafıydı”

İzmir’de, Kemeraltı’nın içinde, pek bilinmeyen bir çıkmazda, çoğunlukla önünden geçenlerin neşeyle keşfettiği Mirkelam Hanı durur. İşte o hanın hemen girişinde iki kişinin ancak sığabileceği, müzik taşan, tertemiz bir plak dükkânı göze çarpar. Tezgâhın ardında oturan beyaz saçlı, her zaman meşgul adamın ismi Birol Üzmez’dir. Herkes onu Plakçı Birol diye tanır ama çok az insan bilir ki, Üzmez ülkenin en iyi fotoğrafçılarından birisidir. Aldığı ödüller nedeniyle söylemiyorum bunu. Birol Üzmez, hayatını adadığı fotoğraf serüveninde Türkiye’nin unutulmaz tarihsel kırılma anlarına da tanıklık etmiştir.

“Doğduğum yer Akçakoca. 1960 senesinden fındık zamanı doğmuşum yani ağustos ayında. Tüm aile Akçakocalı ama köklerimizi sorarsan Gürcistan Lazlarıyız biz. Osmanlı Rus savaşından kopup gelmişiz Anadolu’ya. Büyük dedelerimden birisi Sinop Şehitliği’nde yatıyor. Öteki büyük dedemin İstiklal Madalyası bize en güzel mirastır.”

Akçakoca’da fındık bahçesi işleyen aile büyüdükçe, darlaşan geçim yüzünden, yeniden parçalanmaya başlamış. İlk gidilen yer bölgenin en büyük ekonomisine sahip Zonguldak olmuş.


“Önce annemin tarafı yani dayılarım gitmiş Zonguldak’a. Maden ekonomisi çekmiş onları. Büyük Dayım Necdet, Gedik Kömür İşletmesinde torna ustası olunca kalan fertleri yavaş yavaş Zonguldak’a çekmeye başlamış.”

O yıllarda Üzmez’in annesi Nuran Hanım ve babası Niyazi Bey, Akçakoca’da aynı mahalleden arkadaşlar.

“Annem sık sık Zonguldak’a ağabeylerinin yanına gidiyor. Babam da taşra kasabasından biraz olsun çıkmak, nefes almak istiyor. Ama Akçakoca’dan Zonguldak’a varmak kolay değil öyle. Kara yolu yok!” diyor Üzmez.

Tek ulaşım aracı İstanbul Zonguldak seferini yapan Kadeş Vapuru.

“Eğer hava patlamazsa Kadeş Vapuru Akçakoca açıklarına demir atıyor çünkü liman da yok. Yolcular kıyıdan sandallarla vapura ulaştırılıyor.”

Bu seferlerin birinde Nuran Hanım ile Niyazi Bey yine birlikte Zonguldak’a giderler. Sütliman olan deniz dönüşte köpürür adeta. Zavallı Kadeş Vapuru mecburen Akçakoca’yı pas geçerek İstanbul’a dümen kırar. Dönüş seferi ise bir hafta sonradır. İşte bu mecburi yolculuk, İstanbul’da geçen bir hafta Nuran Hanım ile Niyazi Bey’in aşkıyla sonuçlanır. Akçakoca’ya varışlarının ardından çok geçmeden evlenirler.

“Annemlerin aşkı büyük ama fındık bahçesi küçük! Geçim zorlaşınca yeni çareler aramaya başlıyorlar. İşte o zaman Zonguldak’ta yaşayan başka bir aile büyüğü bizimkileri yanına çağırıyor.”

Nuran Hanım’ın ağabeylerinden birisi askerde öğrendiği yeni mesleği, fotoğrafçılığı yapmak için Zonguldak’ı seçmiştir. 1960’lı yıllar Türkiye’de orta sınıfların yeni yeni sevdiği bir sektörün yıldızını parlatmaktadır: Stüdyo fotoğrafçılığı.

“Zonguldak’ın en iyi fotoğrafçılarından birisi olmuştu babam. Dükkânımızın ismi Foto Film’di. Aslında ben gözümü fotoğrafın içine açtım sayılır. İlk anılarım hep fotoğraf üzerine. Fotoğraf eskiden dükkânda çekilir, basılır; kurutma işlemi içinse eve getirilirdi. Evin bir odasına fotoğrafları sererdi babam. İlk geceyi bizimle geçirirlerdi. Başkalarına ait anlar, anılar evimize misafir olurdu. Basit bir konukluk değildi bu. Adeta bizim de bir parçamız haline gelirlerdi.”

Birol Üzmez Türkiye toplumsal hayatının yeniden alt üst olmaya başladığı bir zaman kesitinde, göbeği adeta fotoğrafla kesilmiş gibi büyür. Ailesi Zonguldak’ın giderek zenginleşen sosyal hayatının önemli parçalarından birisi olur. Fotoğrafhanenin yanı sıra açık ve kapalı iki sinemayı da işletmeye başlarlar.

“Ortaokul ve lisede fotoğrafçılık kolunu kurdum. Makine elimden hiç düşmezdi. Fotoğrafı iş olarak çok sevsem de hep başka bir şey yapmak istiyordum. Adını koyamıyordum ama galiba zanaat değil sanat olarak fotoğraf ile uğraşmak istiyordum. Tabii o zaman bunu bilince çıkaramıyordum.”

Birol Üzmez’in arzuladığı o birikme ve taşma zamanı ironik de olsa askerliğinde gelip çatacaktır.

“Askerlik kuramın çıktığı Ankara sanatın da başkentiydi o yıllarda. Her hafta sonu iznini sinemalar, klasik müzik konserleri, tiyatrolar, opera, bale gösterilerinde geçiriyordum. Bütün resim ve fotoğraf sergilerini izliyordum. Hele Dost Kitapevi bir kültür evi gibi olmuştu benim için. Çok okudum, çok izledim, çok düşündüm. Bu iki yılda sanatsal olarak olgunlaştım. Dolu dolu döndüm memlekete.”

Birol Üzmez dönüşte yine babasının fotoğrafhanesinde iş başı yapar ama fotoğraf onun için dört duvar arasında bir uğraş değildir artık. Yeteneğini geliştirmek için günü birlik yolculuklar yaparak İstanbul’da İFSAK’ın kurslarına katılır.
Üzmez, yerel yönetimi ikna ederek, Zonguldak’ın ilk sergi salonunun kurulmasında öncü olur. Her ay İstanbul’dan fotoğraf, resim sergileri getirtir. Ayrıca eski fotoğrafhanelerin arşivlerinde adeta kazı yapar.

“Büyük şans eseri Zonguldak’ın ilk fotoğrafçısı Nazım Baysal’ın kişisel arşivini buldum. Bir depoya atılmış binlerce negatif duruyordu. Babamla birlikte bütün fotoğrafları elden geçirdik, seçtiklerimizi yeniden bastık. Zonguldak’ın 1910-1930 dönemine ait yüzlerce dış mekân fotoğrafı vardı elimizde. Adeta bir şehrin hafızasını yeniden bulmuştuk.”

Sergi büyük olay olmuştur Zonguldak’ta. İnsanlar köylerden, kasabalardan akın akın gelip dedelerinin, ninelerinin eski anılarının yeniden gün yüzüne çıkmasına tanıklık ederler.

Birol Üzmez’in fotoğraf tutkusu her geçen gün artar ama sancılar da birlikte gelir. Nasıl bir fotoğraf sanatçısı olacaktır? Nasıl bir yön çizecektir kendine?

“Böyle elimde fotoğraf makinesi, aklım karmakarışık yürürken bir maden ocağının vardiya düdüğünü duydum. Bir aydınlanma anı gibiydi benim için. Memleketin en büyük maden şehrinde yaşıyordum, altımız kömür, etrafımız işçi emeğiyle doluydu.”
Üzmez böylece adını sonradan öğreneceği belgesel fotoğrafçılık alanına işçileri konu alarak başlamış olur. Onlarla ocaklara iner, kömüre bulanır, yemeklerini paylaşır, kahvelerinde oturur, evlerine, sofralarına konuk olur. Aynı zamanda madenciler gibi hissedip düşünmeye başlamıştır.

“Zonguldak’ta 12 Eylül sonrası ilk toplumsal kabarma 1989 yılında yapılan İnsana Saygı Mitingi ile fark edildi aslında. Alandaki işçilerin yumruklarının sıkışından bir şeylerin birikmeye başladığı belliydi. Sonra 1990 yılı geldi. Madenlere ne zaman gitsem yüzlerdeki gerginliği, huzursuzluğu görüyordum. Bir şeyler olacaktı ama ne?”

Birol Üzmez büyük bir öngörüyle o yıl şiddetli bir fırtınanın kopacağını hisseder. Olacakları sadece fotoğraflamak değil dünyada duyurmak gerektiğini düşünür. Bir akşam İstanbul otobüsüne atlar, doğruca Cumhuriyet Gazetesi’ne yollanır. Yurt Haberler Servisi Müdürü Yalçın Bayer’e çıkar. Zonguldak’ta yıl içinde büyük hadiselerin olacağını, bunları haber yapmak istediğini söyler.
“Beni Zonguldak muhabiriniz yapın diye yalvardım. Yalçın Bayer şaşırdı. Genç bir çocuk gelmiş tuhaf şeyler anlatıyordu. Yine de ilgilendi ve beni işçi haberleri yapan Şükran Ketenci’ye yolladı. O tamam derse alırız seni, dedi.”

Şükran Hanım, Üzmez’in anlattıklarını ilgiyle dinler. Sonunda olmuştur. Artık Cumhuriyet Gazetesi Zonguldak muhabiridir.
“Döndükten birkaç ay sonra Büyük Grev patladı. Genel Maden-İş grev kararı aldı. 30 Kasım 1991 sabah 08.00’de makinemi kaptığım gibi Gedik Ocakları’na koştum. Ortalık mahşer yeri gibiydi. Şemsi Denizer grev konuşmasını yaptı. O anda bir kare çektim. ‘Bu İş Yerinde Grev Vardır’ pankartının ö nünde haykıran işçileri hafif eğilerek kadraja aldım. Grevin ilk fotoğrafıydı.”
Üzmez bu fotoğrafı hemen gazeteye yollar. Ertesi gün Cumhuriyet gazetesinin manşetinde yer alır o kare. Zonguldak Grevi’nin ilk anları Üzmez tarafından dünyaya duyurulmuştur.

“Germinal filminin içine düşmüş gibiydim. Grev konuşmasından sonra herkes dağılacak sanıyorduk ama Denizer yürümeye başladı birden. İşçiler de onu takip etti. Binlerce işçi dalga dalga Gedik’ten Zonguldak merkeze doğru ilerliyordu. 20-25 kilometrelik yol boyunca haberi alan ocaklardan çıkan işçiler bir nehre katılan dereler gibi kitleye aktı, aynı anda atılan sloganlar tepeleri inletti. Durmadan fotoğraf çekiyordum.”



O günden sonra Zonguldak’ın rutini bu yürüyüşler olur. Her sabah binlerce işçi ocaklarından; halk köylerinden, evlerinden çıkarak kent merkezini işgal eder.

“Ankara’ya yürüyüş kararı alınınca Cumhuriyet’ten Şükran Ketenci de geldi Zonguldak’a. Artık o haber yazıyor, ben fotoğraf çekiyordum. Elbette yürüyüş de inanılmazdı. Önce kadınların katılmasını istemediler. Bunun üzerine Zonguldaklı kadınlar inadına kortejin en önüne yerleşti.”

Üzmez yürüyüş boyunca bütün detayları yakalamak için kortejin en önünden son safına kadar mekik dokur.

“Günde 20-25 kilometre yürünüyordu. Benim yaptığım yol bunun neredeyse iki katıydı. Herkes dinlenmeye çekildiğinde bir araba bulup Zonguldak’a koşuyordum. Filmleri yıkayıp, İstanbul otobüsüne teslim ediyor, doğru düzgün dinlenmeden kimi günler yemek bile yiyemeden yeniden korteji yakalıyordum.”

Büyük Madenci Yürüyüşü’nün yenilgisini fotoğraflamak da Üzmez’e düşer.

“Dönüş yolu çok kötüydü. Herkes sanki cenaze evinde gibiydi. O anları anlatmam olanaksız ama şunu söyleyebilirim, Zonguldak işçisi yalnız kaldığı için yenildi aslında. Eğer İstanbul, Kocaeli, İzmir gibi başka işçi kentlerinden de yürüyüşler başlasaydı geri dönülmezdi. ”

Üzmez’in kaderinde ertesi yıl, 1992 Kozlu Kömür Madeni faciasının tanıklığı da vardır. Yaşarken çektiği, sohbet ettiği işçilerin şimdi göçükten çıkarılışlarını fotoğraflamaktadır.

“Bu bana artık çok ağır geldi. Ölüm hep aramızdaydı ama bu bir katliamdı.”

Birol Üzmez bu faciadan sonra Zonguldak’ta ayrılır. İzmir’e gelir. TARİŞ emekçisi olur. Bu defa da zeytini, zeytinyağını, zeytin ağaçlarını, toprak işçilerini konu alır kendine. İzmir’in roman mahallerinde aylarca fotoğraf çalışması yapar. İzmir’in en yoksullarının yaşadığı aile evlerini fotoğraflar.


Eğer yolunuz Mirkelam Hanı’na düşerse, o meşhur plak evinde oturan adama bakın. Şimdi fotoğrafa küsmüş gibi dursa da aslında içten içe kaynayan bir volkan var orada. Kim bilir, Ahmet Telli’nin dediği gibi belki de “doğayı ve hayata sarsacak” başka bir saati sakinlikle bekliyordur.

Ahmet Büke / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder