13 Şubat 2018 Salı

Liberalin son yolculuğu - ORHAN GÖKDEMİR

Christopher Caudwell 1907’de doğdu. Eğitim gördüğü Papaz Okulu’nu on altı yaşında terk etti. Bir gazetede üç yıl muhabir olarak çalıştı. Sonra Londra’ya döndü ve bir havacılık yayınları şirketine yazar olarak girdi. Oradaki yazarlığı sırasında devamlı değiştirilebilen bir vites icat etti. Havacılık üzerine ders kitaplarının yanı sıra, polisiye romanlar, şiirler, hikâyeler yayımladı. Daha yirmi beşinde değildi bunları yaparken.
Yirmi yedisinde Marksizm’le tanıştı. Yirmi sekizinde ilk önemli romanı, “This My Hand”i yazdı. İngiliz şiiri üzerine kapsamlı bir inceleme olan “Yanılsama ve Gerçeklik”i yazmaya girişti sonra. O sırada Komünist Partisi’nin Poplar örgütüne girdi. Bir yandan işçi olarak çalışıyor, bir yandan durmaksızın yazıyordu. “Fiziğin Krizi” de o günlerin getirisi oldu.

Yirmi dokuzuna bastığında İspanya İç Savaşı patlamıştı. Partinin Poplar örgütü, kısa sürede bir cankurtaran arabası satın alacak kadar para toplamayı başardı. Satın alınan arabayı İspanya’ya götürüp direniş hareketine teslim etmek üzere genç Caudwell’i görevlendirdiler. Caudwell görevi tamamladıktan sonra gönüllü savaşçılardan oluşan Uluslararası Tugay’a katıldı. Makinalı tüfek eğitmeniydi. Yoldaşlarına geri çekilmek için zaman kazandırmak için makinalının başında tek başına direnişe geçti. Faşistler tarafından öldürüldüğünde 30 yaşındaydı.

Caudwell bir komünist olarak yaşadı ve öldü. Kısacık yaşamına sığdırdığı romanları ve havacılık üzerine yazdığı ders kitapları dışında yazdıklarının tamamı ölümünden sonra yayımlandı. “Yanılsama ve Gerçeklik” ve “Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler” Türkçede var. “Fiziğin Krizi” ne yazık çevrilmiş değil.

Yaşamı ve eserleri Türkiye’de iki kitaba ilham verdi. Biri benim ilk kitabım “Ölen Bir İdeoloji Üzerine İncelemeler”dir. Adı Caudwell’in “Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler”ine bir saygı duruşudur.  İkincisi Murat Belge’nin “Marksist Estetik-Christopher Caudwell Üzerine Bir İnceleme”sidir. Doçentlik tezidir ve Caudwell’e bir reddiyedir. Hayat çoğu zaman işte bu kadar nettir!

                                                                 ***

Weberyan bir terimi ödünç alarak söylüyorum; Murat Belge, Türkiye’deki liberal zihniyetin “ideal tip”idir. Laikliğe ve cumhuriyete düşmandır. Devrimlerden ve devrimcilerden nefret eder. İşçi sınıfı onun için bir karikatürden ibarettir. O bir aydın değil, entelektüeldir. Bilgisini bir aydın gibi değil, bir mühendis gibi kullanmaya çabalar. Ama gelin görün ki, kendisi ve dergisi 1970’li yıllardan beri ülkedeki resmi ideolojinin değirmenine su taşımaktadır. Birikim dergisi, devletin sadece solcuları vurmaya ayarlanmış bir gizli silahı gibidir yayınlanmaya başladığı günden bu yana.
Hoşlanmadıkları hemen herkesi jakoben olmakla suçlamalarına karşın gerçek jakobenler onlardır!

Bu dergi 1987’de yayına yeniden başladığında, tuhaf bir şekilde dümeni “Avrupa  solu”ndan “İslamcılığa ve milliyetçiliğe” kırmıştı. “İslamcı aydınlar”ı (Nasıl bir şeyse!) dağarcığımıza sokan onlardır. Yazıp çizdikleri şeyler, 12 Eylül generallerinin topluma yedirmeye çalıştığı “Türk-İslam Sentezi”nin sol için ezilip yutulabilir hale getirilmiş versiyonuydu. Bunların yanı sıra ülke tarihinin çarpıtılmış bir versiyonu üzerine geniş bir azınlık mağduriyeti külliyatı geliştirdiler. Kemalistler darbe yapıp, İslamcı, Kürt, Ermeni kim varsa ezip geçmiş, zulüm yapmıştı. Sosyalizm yıkılıp gitmişti, özgürlüğün ideal hali piyasa mekanizmasıydı ve kaynağı Batıydı. Antiemperyalizm çocukluk hastalığı, Aydınlanmacılık bir ham hayalden ibaretti. Yeni dönemin ruhu “özgürlükçülük”, “İslamcılık” “çok kültürlülük”tü.

Bir umacıya dönüştürdükleri Kemalizm nihayetinde yoksul halka ışık götürme çabası, onunla yakınlaşma hissiyatıydı hâlbuki. Küçümsediler ve karaladılar. Cumhuriyet ve laiklik bu halkın başına gelmiş en büyük şansızlıklardan biriydi, öyle yazdılar.

                                                                   ***
Can Dündar dizaynı Cumhuriyet gazetesi, malum, küçük Murat Belgelerle dolu. Onun gazetenin başına musallat ettiği Nuray Mert’ten uzun uğraşlar sonucu kurtulduk ama başta Aydın Engin ve Ahmet İnsel olmak üzere Cumhuriyet’teki liberal çete hâlâ hükmünü sürdürüyor. Bir ara Murat Belge’ye bile açtılar gazetenin sayfalarını. Yazdı o da hepimizin aklıyla alay eder gibi… 
Türkiye Cumhuriyeti'nin genel olarak gelenekle arası hoş değildi, çünkü çeşitli nedenlerle Osmanlı geçmişinden uzaklaşmanın iyi olacağına inanılmıştı. Bu tavır, İstanbul Ramazan'larını da sekteye uğratmıştı. Hâlbuki Osmanlı'da Ramazanları daha hoşgörülüydü. Bu genel dindarlaşma başka her şey gibi hemen siyasetle buluştuğu için bir süredir “oruç tutmayan filanca dövüldü” türünden haberler okuyor veya dinliyorduk. Ölüm olayı bile görülmüştü ki çok fenaydı bu. Hâlbuki Osmanlıda bambaşka bir özgürlük âlemi hüküm sürmekteydi. Teokratik Osmanlı düzeninde göz önünde oruç yiyeni bekçi alır götürür, falan, olurdu böyle şeyler. İslamcılığı temel siyaset yapmış Abdülhamid zamanıydı netice itibariyle…

Adını Cumhuriyetten alan Cumhuriyet gazetesinde bunları yazma cüreti gösterebilen Belge, yakın zamana kadar AKP'nin önde gelen destekçilerindendi. Cemaatin operasyon gazetesi Taraf yazarı, bugünlere gelmemizin kırılma noktası 12 Eylül referandumunda "evet" kampanyasının şampiyonu, iktidarın "Akil Adam" projesinin aktörü aynı zamanda. Cumhuriyet gazetesini de hedef alan Ergenekon ve Balyoz davalarının şakşakçısı, Cemaatin Abant toplantılarının daimi elemanı. Öldürülen Hopalı öğretmen Metin Lokumcu’ya “Ergenekoncu” demişliği,  Taksim’de 1 Mayıs kutlama girişimini "darbe teşebbüsü" saymışlığı, "yargıyı dedeler yönetiyor" diyerek Alevileri hedef göstermişliği var. İçeriksiz, derinliksiz Cumhuriyet ve Kemalizm nefretiyle yoğurup yazdığı kitap, makale, Birikim-Radikal-Taraf yazıları ile solumuzun önemli bir bölümünü zehirledi, komaya soktu. Müthiş bir başarı hikâyesidir!

                                                                     ***

Yıl 2016. Cumhuriyet gazetesi, "Türkiye nereye koşuyor, çıkış nerede?" başlığı ile bir yazı dizisi başlattı ve mikrofonunu “aydınlara” uzattı. Bu isimlerden biri Murat Belge’nin uzatmalı yoldaşı, Birikim Dergisi kurucularından liberal “yetmez ama evetçi” Ömer Laçiner’di. "Türkiye tam teşekküllü bir diktatörlüğe doğru koşuyordu” dediğine göre. Oysa aynı Laçiner, 2002 yılında AKP'nin iktidara gelişini "Muhafazakâr demokrat İnkılap 1946-1983 ve sonunda 3 Kasım" manşeti ile Birikim Dergisi'nde kapağına taşımıştı. Hem tam teşekküllü diktatörlük olsa ne olmasa ne? 
Biliriz, liberaller birer hacıyatmazdır.
“Hiç mi halkın hayrına işleri yok” diye soracaksınız. Olmaz mı? AKP’nin Mehmet Metiner’ini ve HDP’nin Altan Tan’ını, Yasin Aktay’ını üzerimize salanlar bunlar. Bir söyleşide eskiden sosyalist olduğunu, ancak Ahmet İnsel ve Murat Belge okuduktan sonra AKP'li olduğunu söylemişti; Muhsin Kızılkaya onların eseri. “Başdanışman” Cemil Ertem, “hepdanışman” Hilal Kaplan Birikim’in sayfalarında üretilip üzerimize boca edildi. Saymakla bitmez…

Liberal dediğimize bakmayın, durumu karşılayacak başka bir sözcük icat edemediğimizden ödünç alıp kullandığımız bir kavram bu. “Okuryazar mürtecilerdir” sözünü ettiğimiz. Ülkede düzeni ayakta tutmak için zorunlu olan karşı devrim örgütlenmesinin gönüllü ideologlarıdır. Düzenin solu kirletme, ahlakını ve aklını bozma ajanlarıdır.   

Laikliği elbirliği tepelediler ve cumhuriyetin gerici güruh tarafından yıkılışına destek verdiler. O yıkıntıda din destekli saf bir faşizm yeşeriyor şimdi. Demek ki okumuş mürteciler için sıvışma zamanı. Nitekim Murat Belge’nin de Oxford Üniversitesi'nin “Risk Altındaki Akademisyenler” kadrosuna başvuruda bulunduğunu haber verdiler birkaç gün önce. Okuryazar mürteciinin son yolculuğudur.

                                                                   ***

Bunca kavgadan, bunca zulümden, bunca kayıptan sonra hala böyle yazılar yazmak zorunda kalmak ne acı. Yazıyoruz, çünkü zehirlediler solumuzu. Bunları solcu, şunları muhalif, onları aydın sananlar var aramızda.

Şimdi bir Christopher Caudwell’e bakın gönül gözüyle, bir dönüp ona reddiye yazan Murat Belge’ye…

Bazıları bir komünist gibi yaşar ve ölür, bazıları zoru görünce batan geminin fareleri gibi sıvışır. 

Hayat çoğu zaman bu kadar nettir.

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder