Doğan grubu satışı, siyasi iktidarın önemli bir hamlesi. Hiç kuşku yok. Aydın Doğan’ın tüm eğilme, bükülmelerine, 15 Temmuz’da CNN Türk yayınıyla elde ettiği “kredi”ye rağmen Erdoğan’ın özel nefretine mazhar olduğunu düşünmek için de çok fazla neden var.
Ancak siyasi iktidarın hamlesi, medya üzerindeki kontrolü artırmaktan daha fazlasının hedeflendiğini, sermaye sınıfına yönelik bir ayar amacı taşındığını da düşündürüyor. Dış politikada kaygan bir zeminde kalkışılan büyük numaralar, üç seçimli 2019, ipleri germe ihtiyacını artırıyor. Sadece seçimler bile düzen içi alternatif arayışlarının güçlenmesi, sermaye sınıfının birden fazla seçeneğe yatırım yapması için yeterliyken dış politika dengeleri -daha doğrusu dengesizlikleri- de Erdoğan’ın tehdit algısını artırıyor. Aslında tasfiyesi büyük ölçüde gerçekleşmiş, önemli bir siyasi ya da ekonomik sarsıntıya neden olmayacak, ama gözdağı etkisi yine de olacak, kullanışlı bir isim Aydın Doğan.
Türkiye kapitalizminin taşıdığı kırılganlıkların, artan uluslararası belirsizliklerin büyük sermaye gruplarının huzurunu kaçırdığına şüphe yok. Garantiye alınmış tatlı kârlar siyasi iktidardan mutlak memnuniyet duymak için yeterli değil. Kaldı ki patronların önemlice bir bölümü Erdoğan’la açık ya da örtük özel gerilim de taşıyor. Birbirinin arkasından iş çevirme, dağılmış uluslararası dengeler içinde bugüne kadarki teamüllerin ötesine geçen ilişkiler kurma, her şey mümkün…
Doğan grubunun özellikle 1990’lar ve 2000’lerde üstlendiği rolde, siyasi iktidarlardan aldığı vizede, kendi gücünün çok ötesine geçen bir etki yaratmasında, büyük sermaye gruplarının desteği vardı. Koç, Sabancı, İş Bankası ile iş ortaklıkları, aile bağları bir tür tetikçiliğin karşılığının misliyle alınmasını sağladı. Tofaş bayiliğinden gazete sahipliğine, tek bir gazeteden medya patronluğuna, medya patronluğundan Petrol Ofisi ve başka sanayi şirketlerinin ortaklığına Türkiye tarihinin en büyük çıkış hikayelerinden biri oldu Aydın Doğan’ınki. Kazanma biçimi yani bir tür sermaye tetikçiliği tabii aynı zamanda kaybedişinin de nedeni oldu. Özel olarak AKP iktidarı genel olarak medyanın dünya ölçeğindeki dönüşümü, sözünü ettiğimiz türden bir tetikçiliğin habercilik dolayımıyla, görece inceltilmiş yöntemlerle icra edilmesi ihtiyacını ortadan kaldırdı.
Evet Aydın Doğan’ın tasfiyesinin medyanın dönüşümü anlamında bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. 12 Eylül sonrasında haberciliğin ideolojik, siyasi manipülasyonlar için kullanılması, basının bu doğrultuda dönüşüp “medyalaşması” konusunda Doğan grubu özel bir rol üstlenmişti. Ama görünen o ki halka gerçekleri taşımak yerine manipüle etmeye odaklı medya anlayışı, gittikçe erimiş olsa da ana omurgası gazetecilik olduğu oranda gereksizleşmiş durumda. Doğan grubunun fişini siyasi iktidar çekmiş olmakla birlikte aynı zamanda sermaye sınıfı için büyük hizmetler verip kendi kendini tasfiye ettiklerini söylemek de mümkün. Tabii kenara kuşaklarca yetecek bir servet koyup.
Peki siyasi iktidarın Dinç Bilgin ve Aydın Doğan “medya geleneği”nden devralıp en uç noktasına kadar taşıdığı manipülasyondan, açık bir linç enstrümanından mı ibaret olacak Türkiye’de basın? Bu kadar dolayımsızlaşma toplum üzerinde, emekçiler üzerinde yeni bir tahribat dalgası yaratıyor ve bugün halka gerçekleri taşıma çabasının kendisi önemli bir siyasi mücadele başlığı. Yıllarca sadece ekonomik anlamda değil insani olarak da ağır koşullarda habercilik yapmaya çalışan basın emekçilerinin daha doğrudan, daha güçlü bir şekilde parçası olması gereken bir mücadele.
Gülay Dinçel / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder