Gerçekten öyle mi? Trump’ın dış politikasının başındaki adamı koltuğundan kaldırıp yerine bir başkasını oturtması, bırakın yeni gelen kişinin Türkiye hakkında pek hayırlı düşünceleri olmamasını, zaten ateş içindeki bölgemizi ve hatta dünyayı hiç etkilemez mi?
Trump, bir tweetle gönderdiği Tillerson’ın ardından, değişikliğin temel nedenine işaret edercesine, İran konusunda hiç anlaşamadıklarını bir kez daha vurguladı. O İran’la nükleer anlaşmadan hiç memnun değil ve çekilmeyi düşünüyor ve bu konuda da İran’a askeri olarak had bildirmekten yana olan Pompeo ile tamamen anlaşıyorlar.
Suriye’deki çatışmaların bir tür “İran antrenmanı” olduğunu ve ABD’nin bölgedeki asıl hedefinin İran olduğunu düşünüyorsanız, bu değişikliği bölgeye ve İran’a dönük niyetlerin gerçekleştirilmesine en uygun aktörlerin göreve getirilmesi olarak da okuyabilirsiniz.
Başkan’la aralarındaki ortalığa saçılmış farklılıkları göz önüne alırsanız, Tillerson’un görevden uzaklaştırılması sürpriz olmayabilir. Bunun yanına, Trump’ın göreve geldiğinden beri önce atayıp sonra attığı kaç kişi olduğunu ve halen yönetim içinde (yolsuzluk dahil değişik nedenlerle) her an görevden alınacağı konuşulan epey isim olduğunu da koyun… Durum sürpriz olmaktan iyice çıkar.
Düşünün, daha işin başında Tillerson’ın Trump’a “moron” dediği medyaya yansımış, Trump da “Sanırım yalan haber, ama doğruysa IQ testi yaptıralım” demişti. Daha sonra da değişik defalar, Tillerson’ın yaptıklarından memnun olmadığını belirten tweetler attı. Trump’ın M. Gökçek’le yarışan bu Twittercılığı Tillerson’u hedef aldıkça, bazı senatörlerden “Kendi dışişleri bakanını kendi dış politikana zarar vermeden uluorta hadım edemezsin” uyarısı gelmişti.
Tillerson’ın “hadım edildiği” açıktı; o kadar söze hatta bütçesinin önce yüzde 31, sonra yüzde 29 kesilmesine sessiz kalmış, “Bu kesintiler çatışma alanlarında başarılı olup çözüm sağlayacağımız beklentisinin yansıması” diyerek onay bile vermişti. Bu açıklama yüzünden Trump’a yaptığı “moron” yakıştırmasının kendisine dönmüştü: “Bu da moronik değilse, senin moron olduğunu daha ne kanıtlar” dedi bazı gazeteciler.
Bu göreve Exxon Mobil gibi dünyanın en büyük şirketlerinden birinin başından, cebine konulan 180 milyon dolarlık bir “emeklilik paketi” ile gelmişti Tillerson. Belki de o sayede, Trump’a karşı çıkabildiği ve “doğruyu söyleyebildiği” zamanlar da oldu. Şimdi de, o paketle harika bir “sivil hayat” yaşayabilir. Ardından ağlayacak değiliz!
Ama yerine gelen ile yerine gelenin yerine gelen de “bizim için fark etmez” denilebilecek kişiler değil.
CIA’in başından Dışişleri’nin başına gelen Mike Pompeo’nun İran’a askeri olarak had bildirmekten yana bir “şahin” olduğunu not etmiştik. Trump’la sadece İran konusunda değil, Tillerson’ın çekilmeyelim dediği Paris İklim Anlaşması konusunda da aynı düşünüyor.
Guantanamo’daki işkenceleri savunduğu, CIA’in işkenceli operasyonlarını yürütenler için “onlar işkenceci değil vatansever” dediği, CIA icadı su işkencesini (ağzı, burnu, yüzü bir bezle kapatılan insanın yüzüne su dökerek boğulma hissi yaşatmak) işkenceden saymadığı, istihbarat sırlarını ifşa eden Edward Snowden için idam istediği biliniyor.
Onun yerine CIA’in başına gelen Gina Haspel de “erkek kadın”. O da işkence nedeniyle insan hakları örgütlerinin hedefindeki bir isim. Tayland’da yıllarca gizli bir işkence merkezini yönettiği biliniyor. Onun tezgâhından geçen bir sanığın kendisine “bir ayda tam 83 kez suyla işkence uygulandığı” ifadesi de kayıtlarda.
Başlığa boş verin siz; ha A ha B, bizim için fark etmez, hoş geldin işkence diyecek halimiz yok. Dileyelim de, bu atamalar Trump yönetiminin kaotik beceriksizliğinin sonucu olsun. Liyakate dayalı bir işe göre adam atama ise, başta bölgemiz ve bizim için fark eden şeyler olacaktır!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder