22 Mart 2018 Perşembe

Özelleştirmenin sonuçları ortada - ASLI AYDIN

Türkiye'de özelleştirme tartışmalarının saplandığı dar alan, bu önemli uygulamayı "karlılık", "verimlilik" ve "etkinlik" kavramlarına hapsediyor. Böylesi kısır bir değerlendirme, aynı zamanda özelleştirmenin sosyal ve toplumsal etkilerinin de göz ardı edilmesine neden oluyor. Önce adını doğru koymak lazım, özelleştirme bir elden çıkarıştır, devletin kamuya ait varlıklarını özel sektöre satması yahut devretmesidir. Dolayısıyla, örneğin gerekçelerine bakarken, özelleştirilen kurumun faaliyet alanının neden kamu tarafından yürütülüyor olduğu konusu önemlidir. Yani mesela enerji alanı, haberleşme alanı ve hatta köprü ve otoyollar… Bu alanlar neden kamu eliyle işletilir? Bu sorunun yanıtı şudur: Bu alanlar bizlerin yani tüm vatandaşların nitelikli yaşamları açısından önemlidir; ülkenin gelişimi için, üretimi, kaynak ve istihdamı için öncü olabilecek veya stratejik öneme sahip alanlardır.

Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, enerji, haberleşme gibi alanlar, toplumun en temel ihtiyaçlarıdır. Bu hizmetler kamu eliyle verilmediği zaman, eşitsizlik doğar; bu temel haklar sadece parası olanların hakkı olur, toplumun büyük bir kısmı yoksullaşır, evrensel birçok ölçütün gerisinde kalır. Ödediğimiz vergiler, bizlere bu hizmetlerin sağlanması içindir aynı zamanda.

Ülkemizde ise bu alanlar büyük çapta özelleştirildi. Örneğin, adı konulmasa da eğitim özelleştirildi, özel okullar aracılığıyla satılan bir hizmet haline geldi. Eğitim Sen’in verilerine göre özel okul sayısında yaşanan 10 kat, özel okula giden öğrenci sayısında ise tam 12 kat artış, bu durumun en somut kanıtı. Diğer bir yandan, son halkası ‘şehir hastaneleri’ olan sağlıkta dönüşüm programı zaten başlı başlına bir özelleştirme programı değil mi?

Ekonominin merkezine bakalım… 
Nasıl bir ekonomi? diye tartıştığımızda hepimizin çoğu cümlesinde ‘sanayi’ ifadesi geçiyor. Sanayisi geri kalmış bir ülkenin güçlü bir ekonomiye sahip olma şansının olmadığını, ekonomik gelişmenin baş aktörünün sanayi olduğunu artık bilmeyen, bunu idrak edemeyen sanırım ki kalmamıştır. Bilindiği gibi Türkiye gibi sanayileşme sürecini tamamlayamamış ülkelerde kamu belli başlı sektörlerde öncü işletmeler açar. Bu kalkınmacı bir planın parçası olarak görülür. Öncelikli sektörler belirlenir, kaynakların nasıl tahsis edileceği gelişigüzel değil, plan dahilinde olur. Bu arada toplumun tüm birimleri de bu planı bilir, temsilciler üzerinden müdahale edebilir, üretilen politikaların aktörü değil, öznesi olur. Yani olması gereken budur.

ozellestirmenin-sonuclari-ortada-441881-1.
Türkiye’de ise KİT’ler, ithal ikameci politikaların bir parçası, sanayileşme hamlelerinin ilk adımları olarak kurulmuştur. İstihdam yaratmak ve aynı zamanda nitelikli eleman sağlamak, tarım ve hayvancılığı geliştirmek, dışa bağımlılığı azaltmak, bu işletmelerin en önemli amaçlarıydı. Türkiye sanayisinin öncü kuruluşları olan TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, Erdemir başta kamu işletmeleri böylesi bir amaçla kuruldular. Ve 2003 sonrası dönemde birçok işletme gibi özelleştirildiler. Neden peki? Türkiye’de işsizlik sorunu kalmadı, bölgesel eşitsizliğin giderildi, sanayi aldı başını yürüdü de bu işletmelere ihtiyaç kalmadı diye mi? Tabi ki hayır. Sözde bu kurumlar ‘zarar’ ediyordu, ondan özelleştirildiler. Neden zarar ediyordu peki? Bunu zarar ettirmemek kimin göreviydi? Bu soruların yanıtı elbette yok.

Genel olarak, kamu hizmetleri, sanayi, tarım ve hayvancılıktan başlayarak köprü, otoyol, orman vb doğal varlıklara dek her türlü değerin ve varlığın konu olduğu özelleştirmelere rakamsal bakarsak, 2003 öncesi ve sonrası diye birbirinden farklılaşan iki döneme rastlıyoruz. Her iki dönemde de özelleştirme politikaları gündemde olmasına rağmen, 2004-2017 arası tarihi bir rekor kırıldığını izliyoruz. Bu iki dönemin altını çizmek gerekiyor, nitekim çok ciddi bir özelleştirme dalgası son dönemde karşımıza çıkıyor. Hem de dışa bağımlılığın artması, işsizliğin ve enflasyonun yükselmesi gibi temel sorunlar eşliğinde. Bu da şu anlama geliyor: özelleştirme bir sorun çözmüyor, sorun yaratıyor ve bu sorunları derinleştiriyor.

Son olarak şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, bu tasfiyenin şimdilik son halkası. Başlı başına özelleştirmenin halk sağlığı ve toplum refahına zarar veren sonuçlarıyla gerçek yüzünü ortaya seriyor.

Aslı Aydın / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder