Brezilya burjuvazisi, finans kapital ve ABD’nin üç yıldır tezgahladığı “sivil darbe”nin son aşaması tamamlandı.
İlk aşamada, 2014’te ikinci kez Başkanlığa seçilmiş olan Dilma Roussef iki yıl geçmeden görevden alınmştı. Suçu neydi? Seçim kampanyasında devlet imkânlarını kullanmış olması…
İkinci aşamada da bir önceki başkan Lula, “düzmece” bir yolsuzluk davası sonunda dokuz yıl ceza yedi; ilk aşama itirazı reddedildi; mahkumiyeti 12 yıla çıkarıldı. Suçlama neydi? “Pişmanlık affı”ndan yararlanmak isteyen bir yolsuzluk sanığının iddiası: Lula’ya OAS şirketinden rüşvet olarak verilen bir villa… Ama bir sorun var: Konutun mülkiyeti hâlâ aynı şirketin üzerindedir; Lula ve ailesi de burada hiçbir zaman oturmadı.
Temyiz başvurusunun sonuçlanması vakit alacaktı; Ekim 2018 Başkanlık seçimlerinde Lula aday olacağını açıklamıştı ve anketlere göre açık-ara öndedir. Seçilince Lula dokunulmazlığa kavuşacak; Başkanlık Sarayı’na geçebilecekti. Bu felaket senaryosunu önleyecek tek seçenek kalıyordu: Hızla cezaevine atmak… Lula’nın, “temyiz aşamasının sonlanmasına kadar tutuksuzluk” başvurusu 4 Nisan’da Yüksek Mahkeme tarafından 6 / 5’lik oylama ile reddedildi. (Brezilya’da tutukluluk halinin seçilme hakkını önlediği anlaşılıyor.)
Lula bugünlerde cezaevine girecek; Başkanlık seçimi bu tehditten arındırılacak; Brezilya da on altı yıl önce başlayan “solcu Başkanlar kâbusunu” temelli arkada bırakacaktır. Veya öyle umuluyor…
Ben de bu vesileyle, Dilma Rousseff’in görevden alınması sırasında kaleme aldığım (sendika.org sitesinde yayımlanmış) bir yazıdan bazı bölümler aktarmayı düşündüm.
ADALET SERMAYENİN EMRİNDE
Brezilya İşçi Partisi on dört yıldan beri, yani Lula da Silva’nın (2003-2010) ve Dilma Rousseff’in (2011 ve sonrası) başkanlıkları döneminde iktidardadır. Sermaye “artık yeter” demektedir.
Rousseff’in başkanlık süresinin bitimine 33 ay var. Acele ediliyor; erkenden görevden alınması isteniyor. İlaveten, tekrar aday olduğunda seçimi kazanma olasılığı yüksek olan Lula’nın siyasete dönmesi de önlenmeli; İşçi Partisi iktidardan (mümkünse temelli) uzaklaştırılmalıdır. Bu nedenle, Rousseff’in parlamento tarafından azledilmesi; Lula’nın da tutuklu olarak yargılanıp hüküm giymesi gerekiyor.
İşçi Partisi parlamentoda azınlıktadır. Sağcı partiler, görevden alma çoğunluğunu oluşturmaya çalışıyorlar. Bu sürecin polis ve yargı ayağı da belirleyicidir. Brezilya’da federal yargının tutucu-sağcı çevrelerin kontrolünde olduğu ileri sürülüyor. Federal polisin ise FBI ile işbirlikleri biliniyor.
Federal savcılar tarafından yürütülmekte olan kapsamlı bir yolsuzluk soruşturması söz konusudur. Soruşturmanın siyaset ayağında, kamu mülkiyetindeki enerji şirketi Petrobras’tan on yıl boyunca İşçi Partisi’ne 150-200 milyon dolar aktarıldığı iddiası yer alıyor. Madalyonun diğer yüzü de var: Lula’nın, Petrobras aracılığıyla Exxon ve Chevron’un Brezilya’daki faaliyetlerini kösteklediği biliniyor.
Federal polis, sabahın 6’sında Lula’yı gözaltına alıyor; dört saat sorguya çekiyor; militan bir savcının tutuklama isteğiyle mahkemeye sevk ediyor. (Başkan Rousseff’in Lula’yı hükümete atayacağı öğrenilince tutukluluk kararı verilmiyor.)
BURJUVAZİ ILIMLI SOLA DA KARŞI
Bu noktada, Brezilya’da on dört yıllık İşçi Partisi iktidarına dönük soldan gelen eleştirileri hatırlatalım.
Programı sosyalist öğeler içeren İşçi Partisi, zamanla sınıf mücadelesini siyasete yansıtan bir örgüt olmaktan çıkmış; seçimlere öncelik veren geleneksel bir partiye dönüşmüştür.
Daha da kötüsü, yöneticiler, iktidarın maddi nimetlerinden kişisel olarak veya İşçi Partisi lehine yararlanma yöntemlerinde ustalaşmıştır. Yolsuzluk suçlamalarından bireysel olarak arınsalar dahi, Lula ve Rousseff bu yozlaşmadan sorumludur.
İktisat politikaları da “uzlaşmacı” olmuştur: 2003-2014 arasında neoliberal reçetelerin enflasyon hedeflemesi, sıkı para ve maliye politikaları gibi) öğeleri ısrarla izlendi. Devlet bankaları, sermayenin bazı katmanlarına cömert teşvikler sundu.
Ancak, madalyonun diğer yüzü de var: Bu iki siyasetçi, neoliberalizmin bölüşüm reçetelerine itibar etmedi. 2014’e gelindiğinde, Brezilya toplumunun sınıflar arası güç dengesinde emekçiler lehine önemli değişiklikler gerçekleşmişti. İşsizlik oranı çarpıcı boyutlarda düşmüştü. Sosyal harcamaları hızla yükselmiş; finansmanı, burjuvazinin artan vergi yüküyle sağlanmaktaydı.
Dahası, Lula ve Rousseff, ABD’yi dışlayan iki işbirliği örgütünün (Unasur ve Mecrosur’un) liderliğini üstlendi. Başta Venezuela, diğer sol iktidarlarla dayanışmaya öncelik verdi.
Emek lehine etkili yeniden dağıtım öğeleri ve emperyalizmden bağımsız bir dış politika izleyen siyasi iktidar ile Brezilya burjuvazisi arasındaki gerilimler 2014’te kopma noktasına geldi. “Neoliberal teknokrat” Neves’in seçimleri kazanması bekleniyordu. Rousseff, yoksul Kuzeydoğu eyaletlerinin ve kent varoşlarının desteğiyle seçimleri kazandı.
Dört yıl beklenemezdi. Sermayenin karşı saldırısı hızla başlatıldı.
EKONOMİK KRİZ AĞIRLAŞTIRILIYOR
2009’da uluslararası krizi en hafif (aşağı yukarı sıfır büyüme ile) atlatan çevre ekonomilerinden biri Brezilya’dır.
Brezilya nasıl başardı?
Lula, kamu harcamalarını yukarı çekti; bütçe açığı biraz yükseldi; iç talep kamçılandı; dış talepteki gerilemeyi telafi etti. Ekonominin dış dengesi bu önlemlere imkân veriyordu.
2014’te Rousseff ikinci defa iktidara geldiğinde Brezilya 2009’u andıran bir dış şokla karşılaştı. Ana ihracat kalemlerini oluşturan ham madde fiyatları ve dış talep gerilemekteydi. Ekonomi durgunlaşmıştı. Rousseff de 2009’daki genişleyici politikalara başvurmayı hedefliyordu. Ne var ki, uluslararası sermaye, seçimlerden hemen sonra sert bir kemer sıkma reçetesi önerecekti: Faizler yükseltilecek; kamunun harcamaları hızla daraltılacak, borç yükü aşağı çekilecek… Aksi halde sermaye kaçışı hızlanacak; döviz fiyatları tırmanacak; Brezilya uluslararası piyasalardan dışlanacaktı. 2009’daki dış denge kaybolmuştu.
Rousseff hızla teslim oldu. Merkez Bankası, politika faizlerini %14,25’e yükseltti. Maliye Bakanlığı kaskatı bir neoliberal olan Joaquim Levy’ye verildi. Bu zat, sosyal harcamalardan başlayarak bütçeyi tırpanlamaya başladı. Önceki dönemde neredeyse tam çalışma sağlanmış; işsizlik %4,9’a inmişti. Levy, bu duruma hayıflanıyor; sınıfsal pozisyonunu açıkça ortaya koyuyordu: “Emek arzını (yani işsizliği) artırmadan büyüyemeyiz.”
Son darbeyi Standard & Poors (S&P) vurdu: Brezilya’nın uzun dönemli dövizli borçlarının puanını hurda (“junk”) düzeyine indirdi. Bu karar bir skandaldır. Zira, son üç yılın ortalaması alınırsa Brezilya’da dış borçlarının milli gelire oranı %22’dir.
Durgunlaşan bir ekonomiye daraltıcı maliye ve para politikaları uygulanırsa ve sermaye kaçışı tezgâhlanırsa, sonuç bellidir: 2015’te milli gelir %3 düştü; küçülme 2016’ya da taşındı.
BURJUVAZİ MEYDANLARI ELE GEÇİRİRSE...
Ne var ki burjuvazinin asıl önceliği neoliberal program değil, Rousseff’in iktidardan uzaklaştırılmasıydı.
“Kanbersiz düğün olmaz”; sokak desteği (“turuncu”) olmayan silahsız bir darbe eksik kalır. Rousseff’in yeniden başkanlığa seçilmesinden iki ay sonra “beyaz Brezilyalılar”, küçük burjuvalar, profesyonel, eğitimli, diplomalı katmanlar, burjuva çocukları özellikle Güney eyaletlerinde meydanları işgal etti; “Rousseff istifa”, “görevden alınsın” sloganlarıyla sokak gösterilerini başlattı. Orkestra şefliğini büyük medya üstlendi; dış basına “milyonlar yolsuzluklara ve Rousseff’e karşı ayaklanıyor” mesajları aktarıldı.
Gerçekçi gözlemciler gösterileri, “zengin, iyi bakımlı Brezilyalıların protestoları” olarak betimliyor. Yaşam koşullarından yakınma var; ama bunlar özel okul harçlarının, özel sağlık sigorta primlerinin yükselmesi gibi sınıfsal şikayetler içeriyor; sosyal politika talepleri değil…
Aşırı sağın anti-komünist, ırkçı sloganları benimseniyor, hatta askeri darbe çağrıları yaygınlaşıyor. Bazı yorumlara göre, bu hareketleri sürükleyen etken, ayak takımının, yoksulların kazanımları karşısında Brezilya seçkinlerinin hazımsızlıkları, ürküntüleridir.
İşçi Partisi, meydanları burjuvaziye nasıl teslim etti? Yanıt, bir boyutuyla bu partinin militan sınıf mücadelesinden uzaklaşan ılımlı solculuğunda aranabilir. Bir diğer boyutuyla da, kriz yönetiminde neoliberal reçetelerden, sermayenin programından, tamamen kopmayı göze alamamasıyla ilgilidir.
2018'DEN GÖZLEMLER
İki yıl önce bunları yazmıştım. Dilma bir ay sonra parlamento tarafından azledildi. “Sivil darbe” tezgâhçılarından biri olan Başkan Yardımcısı Temer, görevi devraldı. Sağ siyasetten gelen bu zat, katı bir “kemer sıkma” programını hayata geçirdi; özellikle sosyal harcamaları kıstı; emeklilik haklarını tırpanladı. Ekonomi, finans kapitalin vaat ettiği canlanma yerine durgunluğa saplandı. Temer, “Brezilya’nın en sevimsiz, hatta en çok nefret edilen Başkanı” olarak tarihe geçti.
Brezilya’dan bir iktisatçı, Matias Vernengo, “tarihsel olarak oligarşinin siyasî kolu olarak kullanılmış olan yargının” Lula’nın hüküm giymesinde oynadığı rolü hatırlatıyor ve Ekim’deki seçimlere bakarak şunları yazıyor: “Asıl tehlike, Brezilya’nın [yeniden] durgun, ihracata dayalı bir ekonomide rantların az sayıda güçlü aile arasında paylaşıldığı, büyük çoğunluğun dışlandığı oligarşik bir devlete dönüşmesidir.” (NACLA, 30 Mart)
Bu yorum, bence eksiktir; zira, Rousseff ve Lula’ya karşı yapılan “silahsız darbe”nin daha kapsamlı bir saldırının parçası olduğunu göz ardı etmektedir. ABD emperyalizmi, finans kapital ve yerel burjuvazilerin oluşturduğu bir ittifak, son dört yılda Latin Amerika’daki pembe-kırmızı dalgayı topluca ve kalıcı olarak tasfiye etme operasyonuna girişmiştir:
“Yumuşak” yöntemlerle Arjantin, Şili, belki de Ekvator’da; silahlı darbe ile Honduras’ta, belki Venezuela’da; sivil darbelerle Paraguay ve Brezilya’da…
Kapitalizmin ve emperyalizmin dünya çapında meşruiyet krizine saplandığı dönemin Latin Amerika örnekleri… Her yerde olduğu gibi inşayı, yenilenmeyi, dinamizmi değil; yıkımı, karanlığı, gericiliği, giderek faşizmi besleyen dönüşümler.
Tabii ki Orta Doğu’yu ve artık orada yer alan Türkiye’yi kapsayan bir çürüme dönemi…
Korkut Boratav / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder