Devlet tarafından kendilerine verilen gri renkli hizmet pasaportlarını havada sallayarak kameralara neşeyle bakan...
Sponsorlar desteğiyle Endülüs’e doğru bir yolculuğa çıktıkları için sevinçten ayakları yere değmeyen...
Bu arada devlet katında gördükleri ilgiden de başları göğe eren muhtarların havaalanında çekilen görüntülerine iyice bakın.
Ve sorun:
Muhtarların bu sevinçlerinin kaynağı ne?
Neden bu kadar sevilip kollanıyorlar?
Bu halleriyle neyi temsil ediyorlar?
Bu özel ilgiyi hak etmek için ne yaptılar veya yapacaklar?
Muhtarlar bu ülkede nihayetinde nasıl bir işe imza atacaklar?
Bu soruların cevaplarını çok derinde değil, ülkenin yakın tarihinde, hemen yüzeyde, kolayca bulabilirsiniz.
Yapılan ilk muhtarlar toplantısını anımsayın.
2015 yılında ocak ayında...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden tam beş ay sonra...
Kendi küçük muhtarlıklarından belki de ilk kez çıkan...
Dev Cumhurbaşkanlığı sarayında krallar gibi ağırlanan...
Ve ülkenin en yüksek makamındaki liderden, yaptıkları işin değerine dair o güne kadar hiç duymadıkları kadar güzel sözler duyan muhtarların...
O gün orada dinledikleri o dramatik hikâyeyi hatırlayın.
Hikâyenin iki kahramanından biri Cumhurbaşkanı’nın kendisi, diğeri zamanın en çok satan gazetesi Hürriyet’ti.
1998 yılında henüz genç bir politikacı olan ve o sırada İstanbul Büyük Şehir Başkanlığı yapan Erdoğan, Siirt’te okuduğu bir şiirdeki dizeler yüzünden DGM’de yargılandığında...
Ve hakkında “Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle açılan davanın sonunda 10 ay hapis cezası aldığında gazete şu manşeti atmıştı:
“Artık muhtar bile olamaz”.
O gün Erdoğan muhtarlara bu hikâyeyi anlattı.
Sonra onlara uzun uzun ülkenin kibrinden bahsetti.
Muhtarları küçümseyen anlayıştan girdi, kendi politik yolculuğunda maruz kaldığı hakaretten çıktı.
Muhtarların aklını aldı.
Muhtarlar toplantısı orada kalmadı.
Aradan geçen üç yılda tam 46 kez topluca Cumhurbaşkanı’nın karşısına çıktılar.
Ve politik bir liderin kişisel bir travmadan yola çıkarak muhtarlara yüklediği büyük ilginin şanslı odağı oldular.
Bu süreçte...
Muhtar akademisi adı altında verilen seminerlere katılan birtakım muhtarlara sanki üniversiteden mezun oluyorlarmış gibi cüppe ve kep giydirildi;
Bir başka muhtar grubu, ellerine kalaşnikoflar, tabancalar verilip atış poligonlarında talimlere davet edildi.
Şimdi de iktidara sadakati tescilli olanlar ödüllendiriliyor ve Avrupa seyahatine gönderiliyorlar.
Zamanında Erdoğan için “Muhtar bile olamaz” manşetini atan gazetenin ipinin resmen çekildiği günlerle;
Muhtarların ödüllendirildiği günlerin aynı zamanlara denk gelmesi tesadüf değil.
Bu ülkede Cumhurbaşkanı’nın yaptığı ilk kişisel devrimlerden biri, makamının olmazsa olmazı olan tarafsızlık ilkesini kale almamasıydı.
Diğeri de mahallenin muhtarlarını bizzat baş tacı yapması.
Ülkeyi her bakımdan yeniden şekillendiren ve bugünkü haline getiren iktidar, nihayetinde medyayı tekeline; muhtarları da avcuna aldı.
Muhtemelen, devletin imkânlarıyla Endülüs’e gönderdiği muhtarlar sayesinde önümüzdeki seçimlerde yeni bir destan yazmayı hayal ediyor.
Ve destanın adını da “Zil, şal ve muhtar” koymaya hazırlanıyor.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder