OHAL olmasaydı bu kadar kolay imzalanıp yürürlüğe girebilir miydi Akkuyu Nükleer Santralı? Bu kadar abartılı bir gösteri ile atılabilir miydi temel?
Yanıtı hepimiz biliyoruz.
TMMOB, sol siyasal partiler ve sol, sosyalist ve demokrat basın ve internet portallarının her konuda olduğu gibi bu konuda da sergiledikleri yürekli duruşun dışında önemli sayılabilecek bir toplu kamuoyu karşı çıkışından söz etmek mümkün değil. “Allahın lûtfu” ile gelen darbe girişimi ve onu izleyen OHAL, bölge ve dünya koşullarının da etkisiyle, birçok konuda olduğu gibi yine siyasal iktidarın önünü açtı. Bu kez Türkiye’nin hiç gereksinmediği bir malı, nükleer enerjiyi çok yüksek bedellerle ithal ettik.
70’li yıllarda MTA’da uranyum ve toryum çalışmalarının yürütüldüğü dairede işe başladığımda kurumun Köprübaşı tesislerindeki uranyum zenginleştirme ünitesinde pilot çalışmalar yapılmaktaydı. Türkiye’de yaklaşık 9-10 bin ton civarında yani oldukça düşük miktarda bir uranyum rezervinin bulunduğunu, bunun yanı sıra – teknik özellikleri nedeniyle uranyumun yerini tutamayacak olan - 400 bin tonluk bir toryum rezervinin olduğunu o yıllarda öğrendim.
Nükleere ilişkin tartışmalar o günlerde de yoğun olarak sürmekteydi. Söz konusu tartışmalar, uranyumun yakıt olarak kullanılacağı bir santralın büyük bir dış kaynak bağımlılığı yaratacağı, nükleer santral kazalarının bilinenden çok daha fazla ve yaygın olduğu, gelişmiş ülkelerin bu santrallerden kurtulmaya ve onları az gelişmiş ülkelere pazarlamaya çalıştıkları, santrallerin en ciddi sorunlarından birisi olan nükleer atık sorununun ise henüz çözümden çok uzak olduğu gibi konulara odaklanmaktaydı. O tarihlerde enerji sorununun çözümü için ulusal kaynaklardan yararlanma bağlamında MTA’da geniş kapsamlı kömür arıtma, jeotermal kaynaklardan yararlanma vb. konularında çalışmaların yapıldığını da anımsıyorum.
2000’li yıllarda, ABD, Kanada şirketlerinin başını çektiği nükleer santral teklifleri gündeme geldi. Kamuoyunda günümüzden daha fazla ses getiren tepkilere tanık olduk. Türkiye’nin nükleere ihtiyacı olmadığı, var olan birçok enerji kaynağının henüz değerlendirilmediği, elektrik sistemindeki kayıp- kaçaklar önlendiği takdirde “4-5 adet Akkuyu Nükleer Santralı”nın üreteceği elektriğin sağlanmış olacağı, kurulması plânlanan nükleer santralın var olduğu iddia edilen elektrik açığının sadece yüzde 2’sini karşılayacağı, nükleer santralın normal çalışması sırasında yaydığı veya kaza sonucu ortaya çıkan kanserojen, hücre yapısını bozucu radyasyonun canlılara besin ya da solumayla geçtiği, dünyanın hiçbir bölgesinde nükleer atıkların saklanması ve imhası için “lisanslı nihai bir çözüm ve depolama alanı” bulunmadığı bilimsel verlere dayanılarak yazıldı, çizildi. Yine, bütün bunların ötesinde, santralın kurulması düşünülen Akkuyu’nun Marmara’daki sanayi yük merkezlerine uzaklığı nedeniyle, elektrik taşınması sırasında kayıpların artacağı ve enerji kullanım veriminin düşeceği, saniyede yaklaşık 30 ton deniz suyuyla soğutulacak santralın, Akdeniz’in sıcak bir deniz olması nedeniyle, veriminin azalacağı, turizm açısından da bölgenin zarar göreceği anlatıldı[1].
Bugün Akkuyu’da bir Rus şirketine verilen ihaleyle yapımına başlanacak olan nükleer santralla ilgili olarak yukarıda değinilen tüm sakıncalar sürmektedir. Mevcut elektrik üretimi ile ilgili santrallerin tam verimle kullanılması ve yapım aşamasındaki diğerlerinin de devreye girmesi durumunda, elektrik açığı bir yana, gereksinimi aşan bir kapasitenin söz konusu olduğunu sayılarla kanıtlayan uzmanlar, kurulacak santralın ciddi bir dış bağımlılık yaratacağını ve ülkeye “çağ atlatma” ya da “stratejik” açıdan gerekli olma iddialarının da doğru olmadığını belirtmektedirler[2]. Akkuyu nükleer santralına “stratejik yatırım” kimliği verilmesi ile yatırımcı Rus şirketten tahsil edilmeyecek kamu fonlarının miktarı ise bilinmemektedir[3]. Bunun yanı sıra, Akkuyu’da üretilecek elektriğin yarısı için devletin garanti ettiği fiyat ve bir çok uluslu şirket olan Rosatom’a tanınan diğer ayrıcalıkların tümü Türkiye halkının çıkarlarına ters düşmekte, bir başka ifadeyle halk kazıklanmakta, çok uluslu şirket inanılmaz ölçülerde bu işten nemalanmaktadır. Bir başka önemli sakınca ise, Akkuyu’daki başta olmak üzere yapımı plânlanan santrallerin henüz yeterince denenmemiş nükleer reaktörler olmalarıdır[4].
Yasal açıdan da bir dizi sorun yaşanmaktadır. Akkuyu Nükleer Güç Santralı ile ilgili ÇED Raporu'nun iptali için TMMOB, TTB, TBB ve birçok yerel kuruluş tarafından açılan dava henüz sonuçlanmadığı halde santral ihalesi tamamlanmıştır. Dava sürecinde UAEA (Uluslararası Atom Enerji Kuruluşu) tarafından Türkiye’ye yöneltilen sorular ve Türkiye yönetiminin yanıtları “gizlilik” gerekçesiyle ülke kamuoyundan saklanmaktadır. Üstüne üstlük, nükleer güç santral yatırımlarına izin vermek, izlemek, denetlemekle görevli bağımsız bir düzenleme kurumu kurulmamışken, TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) yasal yetkisi olmadığı halde, nükleer santral kuruluşuna izin vermektedir[5]! Yine, söz konusu santrallerle ilgili ticari sözleşmeler TBMM onayından geçirilmekte ve uluslararası sözleşme niteliği kazanmaktadırlar. Sonuçta, bu sözleşmeler ulusal iç hukukun denetimi dışına çıkarılmakta, bir bakıma “toplum ve ülke çıkarları doğrultusunda değiştirilmesini güçleştirmeye yönelik bir yasal hile”ye başvurulmaktadır.[6]
Görülen odur ki, birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da, sadece AKP iktidarının çıkarlarına dayanılarak, kamu çıkarları gözardı edilerek bir karar alınmıştır. Türkiye’nin siyasal koşulları gözönüne alındığında, ülkede yatırım kararları dahil, tüm alanlarda, kamu çıkarları, kamuoyunun bilgilendirilmesi, yargı süreçlerinin şeffaflığı ve benzeri uygulamaların bu iktidar tarafından yaşama geçirilmesi hayaldir. Ne var ki, önceki iktidarların da soruna yaklaşımları halkın çıkarlarıyla örtüşmemektedir. Bunun nedeni, hepsinin birer sermaye yönetimi olmalarıdır. Sermaye iktidarları halkın çıkarları için değil, sermayenin çıkarları için çalışırlar. Emekçi halkın mücadelesinin ağır bastığı dönemlerde kamu yararına bazı kararların alınması bu gerçeği değiştirmez. Halkta yana çözümler ancak bir emekçi iktidarından beklenebilir.
Kurtuluşun sosyalizmde yani bir emek iktidarında olduğunu gözden kaçırmadan, AKP iktidarının her konudaki piyasacı, neoliberal yani sermaye yanlısı politikalarına karşı, kamu çıkarlarını öne çıkaran mücadeleler vermeliyiz.
Bıkmadan, usanmadan ve yılgınlığa düşmeden…
Serpil Güvenç / SOL
[1] Necdet Pamir “Enerjinin İktidarı” ve Tolga Yarman, “Nükleer Santral Mevkii olarak 'Akkuyu' üzerine Görüş” ve “Türkiye’de Nükleer Enerji Üretimne ilişkin Düşünceler”
[2] Oğuz Türkyılmaz, “Dışa Bağımlı Enerjide Çıkmaz Sokak”, 8.4.2018
[3] MMO’nun “Enerji Yönetimi Ciddiyet İster! Siyasi Güç Gösterileri ve Gösterişli Temel Atma Törenleri ile Nükleer Santral Yatırımlarının Daha da Yoğunlaştıracağı Dışa Bağımlılık ve Yaratacağı Devasa Sorunlar Gizlenebilir mi?” başlıklı açıklaması
[4] O. Türkyılmaz, agy
[5] MMO’nun “Enerji Yönetimi Ciddiyet İster! Siyasi Güç Gösterileri ve Gösterişli Temel Atma Törenleri ile Nükleer Santral Yatırımlarının Daha da Yoğunlaştıracağı Dışa Bağımlılık ve Yaratacağı Devasa Sorunlar Gizlenebilir mi?” başlıklı basın açıklaması
[6] agy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder