İnsan olarak yaşamımızda anımsanacak bazı günler var. Yaşantılarımıza dönüp baktığımızda pek de çok olmadıklarını görüyoruz değil mi? Hani bazen bir film şeridi gibi geçti denen cinsinden bazı ışıltılı anlar kimi kez de kara bulutlarla çevrili karanlık günler. Böyle böyle geçen günler, böyle böyle akan ömür.
Bir dost hatırlattı. 9 yıl olmuş. Az zaman değil. Türkân Saylan’ın cenazesine katıldığımız. Detayları düşündükçe açığa çıkan, bugüne gelen, acı veren. Katmanlı, pek çok anlamlı, hüzünlü, öfkeli. Söylenmemiş sözlerin içimizi doldurduğu. Bir uzun yürüyüşle son yolculuğuna eşlik etmenin ağırlığı. Simgesel. Omuzlarda taşınan, toprağa verilecek olan…
Neydi hakikaten o gün yüreklerimizden söküp çıkararak toprağa emanet ettiğimiz? Cumhuriyet mi? Aydınlanma düşü mü yarım kalmış? Kız çocuklarının okuması ve hayatlarında seçenekleri olan bireylere dönüşme ihtimali mi? Eğitimin Türkiye tarihinde olmadığı kadar dinselleştirilmesinin önündeki tüm bariyerlerin son hızla kaldırılması mı? Bilim düşmanlığından kadın düşmanlığına uzanan yolda “kullaştırma” operasyonunun dizginlerinden boşanmış gibi dört bir koldan yapılması mı? Lepranın, nam-ı diğer yoksulluğun ve perişanlığın kâbus hastalığı cüzzamın, üstüne üstüne gitmesi mi korkmadan? Ama korkuttu. Birilerini fena halde korkuttu. Korkutur. Çünkü tıpkı Aziz Nesin’in ve pek çok yüz akı aydınımızın dediğini dedi Türkân Saylan.
Ne diyor? Aziz Nesin’in dediğini… Evet, bir borçtan söz ediyor. Sorumluluktan. “Bu ülkede üniversite bitirip meslek sahibi olan her kadının Cumhuriyet’e borcu var.”diyor. Aziz Nesin de derdi. Darüşşafaka’da parasız yatılı okumasının yükünü hep taşıdı. Hayatının sonuna kadar, bu halka borcunu ödeme telaşındaydı Nesin, Saylan gibi. “Borç ödenmesi”ne alışık değillerdir ülkemizin her şeye alacaklı olan tayfası. Talancıdırlar, yalancı dolancıdırlar. Korkarlar böyle aydından. Rahatsız olurlar. Bin bir kara çalarlar.
“Anadolu’da cüzzam hastalarının perişan durumda olan çocuklarını okutmaya, onlara okul, burs bulmaya çalışıyordum. Çoğu Kürt kökenli, kırsal alan kökenliydiler. O zaman bazı insanlar bana, ‘Hoca Hanım bu çocukları neden okutuyorsunuz, bunlar büyüyüp bize silah çekecek’ derlerdi. ‘Hayır, onlar okuyup öğretmen olacak, doktor olacak, bu bölgelere hizmet götürecek, bu insanları aydınlatacak. Asıl okumadıkları, bilmedikleri için terörist oluyorlar.” diye yanıtlar, bu önyargılara üzülürdüm…”
Dedim ya, Türkân Saylan’ı uğurlayalı tam 9 yıl olmuş. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve yoksul kız çocukları öksüz kaldı. Öksüzlükleri devam ediyor. Kız çocuklarının okuma oranları gün geçtikçe düşüyor. Çocuk evliliklerinin önü açılıyor. Cehalet alkışlandıkça kıvamlanıyor, coşuyor, taşıyor.
Günler günleri kovalıyor. Anımsanacak günlerle olaylarla yol alıyor ömürler. Yazımı yazarken 18 Mayıs 2009’a Türkân Saylan’ın ölümüne dair o günün basınına bakarken “dostun attığı gül” dehşetli yaralıyor, öfkelendiriyor beni. Yazarı değil ama, yazının çıktığı gazete mideme kramplar salıyor. Melih Altınok’un Birgün Gazetesi’ndeki 19 Mayıs 2009 tarihli yazısı. Dediğim gibi yazarı şaşırtmıyor, sonra Taraf’a geçecektir. Şimdilerde nerededir diye merak edenler bakabilir önemli de değil. Ancak yazı ve yazıya yer verilen platform o günlerin havasını anlamak açısından tarihsel bir belge niteliği taşıyor. Cehenneme giden yolların nasıl nasıl nasıl döşendiğini ibretlik gösteriyor.
Melih Altınok (Amman Metin Altıok’la zinhar karıştırmayın) “Her vesileyi Ergenekon sanıklarının savunmasında kullananların, Türkân Saylan’ın ölümünü ve de cenazesini çeşitli provokasyonlara zemin hazırlayacak bir propaganda malzemesi olarak kullanabileceklerini” söylüyor. “ Türkan Saylan altın da biz tunç muyuz” diye soruyor.
Devam ediyor:
“Kaldı ki ulusalcılar, toplumun bir kesimdeki Ergenekon körlüğünü yaygınlaştırmak için ölüleri de dirileri de fütursuzca kullanıyorlar. Türkan Saylan’ın Ergenekon soruşturması kapsamında yasalara uygun olarak evinin aranması üzerine koparılan fırtınayı anımsayın.”
Cenaze konvoyu, devasa kalabalık üzgün, yorgun, mutsuz ama alabildiğine öfkeli adımlarla Lütfi Kırdar’dan Teşvikiye Camisi’ne oradan da Zincirlikuyu Mezarlığı’na ağır ağır akıyor. Tam 9 yıl önce. 19 Mayıs 2009’da…
Hamiş: Aşağıdaki bağlantılara göz atmayı unutmayınız. Pek ibretliktir. Biri Türkan Saylan’ın 1999’da Siyaset Meydanı’nda yaptığı Fetö’nün örgütlenme yollarına dair çok önemli konuşma diğeri ise malum köşe yazısı…
Ayşe Şule Süzük / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder