Yazının başlığındaki soruyu DİSK Araştırma Dairesi, yeni bir raporunda soruyor ve yanıtlıyor: AKP Yıllarında Emek: İşçiler 16 Yılda Neler Kaybetti? (Mayıs 2018, DİSK-AR).
Türkiye’de emeğin durumunu yakından izlemek isteyenler için DİSK Araştırma Dairesi’nin (DİSK-AR’ın) raporları vazgeçilmez kaynaktır. İstihdam, işsizlik, emekliler, asgari ücretler, yoksulluk sınırı üzerindeki raporları kastediyorum. Veriler güncelleştikçe, raporlar yenilenir; bulgular süreklilik kazanır; dönüşümler rahatlıkla incelenir.
Bu yıl başında yayımlanan Türkiye İşçi Sınıf Gerçeği başlıklı rapor farklıydı. Bir yandan “işçi sınıfının manzarasını” betimlemekte; bir yandan da sınıfın yapısına, dönüşümüne ışık tutan ipuçları sunmaktaydı.
AKP Yıllarında Emek de kapsamlı bir çalışmadır; “günceli izleme” hedefini aşmakta; “emeğin durumu” açısından son 16 yılın bir bilançosunu çıkarmaktadır.
Bu bilançonun ortaya koyduğu bazı bulguları özetlemek, kısaca tartışmak istedim.
Örgütlenme, toplu sözleşmeler, grevler
Örgütlenme yoksa işçi sınıfı yoktur; sadece işçilervardır. Örgütsüz işçilerin toplamı, olsa olsa kendiliğinden (“öylesine”) bir sınıftır; “kıymet-i harbiyesi” yoktur. Ücret düzeylerini, çalışma koşullarını işverenle örgütlü olarak pazarlık edebiliyorlarsa işçi sınıfının asgarî koşulları oluşmuştur. Bu anlamdaki ekonomik örgütlenme, kapitalizmin bugünkü ortamında sendikalaşma, toplu sözleşme yapma ve bunu tamamlayan grev hakları ile belirlenir.
DİSK Raporu, 2017’de sendikalaşma oranının yüzde 12 olduğunu; kayıt-dışı işçiler katılırsa yüzde 10,3’e indiğini belirliyor. Kırk yıl önce yüzde 50 eşiğini aşan sendikalaşma oranının aşınması 12 Eylül rejimi içinde başlamış; AKP döneminde de hızlanmıştır.
Sendikalı işçilerin yüzde 30’u toplu sözleşme hakkından yoksundur. Bu nedenle ücretli-maaşlı emekçiler içinde toplu sözleşme hakkına sahip olanlar oranı yüzde 7,3’e iner. Rapor, bu oranı OECD ülkeleriyle karşılaştırıyor ve Türkiye’nin 30 ülkenin sonuncusu olduğunu belirliyor.
Rapor, AKP’li yıllarda 193000 işçiyi kapsayan grev erteleme kararları alındığını belirtiyor. Bu kararlar 2017-2018’de OHAL kararnameleri ile yoğunlaşmış; 155000 işçiyi (toplamın yüzde 80’ini) kapsamıştır.
Asgari Ücretler
DİSK-AR’ın ücret incelemeleri üzerinde yoğunlaşmasını bekleriz. Yeni milli gelir serileri, ücretlerin GSYH’deki payını veriyor. Bu verilerin incelenmesi, farklı verilerle tutarlılığının sınanması gerekir. Farklı sektörlere, üretim kollarına ait saatlik ücretlerin emek verimi serileriyle birlikte incelenmesi önem taşır. Ücret / verim makaslarının hareketi, sektör katma değerlerinde brüt ücret ve kâr paylarının seyrine ışık tutar.
DİSK raporu, bu çerçevede sadece asgarî ücretlerin AKP’li yıllardaki gelişimini inceliyor.
Bölüşüm ağırlıklı incelemeler, sınıfsal karşıtlıklar üzerine inşa edilirse anlamlı olur. Bu açıdan enflasyondan arındırılmış (“reel”) ücretler değil; bunların diğer gelir türleriyle karşılaştırılması anlamlıdır.
DİSK Raporu da bu yaklaşımı izlemekte ve reel asgari ücretlerin seyrini sabit fiyatlı milli gelir hareketleriyle karşılaştırmaktadır. AKP döneminde reel ücretlerdeki artış temposunun milli gelirin gerisinde seyrettiği belirleniyor.
Ne var ki, asgarî ücret istatistikleri, asgari ücretlerin toplamını değil, işçi başına aylık ücreti vermektedir. Bu nedenle toplam değil, kişi başına GSYH hareketleri ile karşılaştırılmalıdır. Bu karşılaştırma yapıldığında da DİSK Raporu’nun sonucu değişmeyecektir: AKP iktidarını kapsayan 2003-2017’de reel asgarî ücretler, kişi başına sabit fiyatlı GSYH’nin gerisinde seyretmiştir.
Bu bulgu, işçi sınıfının asgarî ücretli katmanının, Türkiye toplumunun diğer sınıfları karşısında göreli durumunun gerilediği anlamına gelir.
İşsizlik
DİSK Raporu, AKP’li yıllarda dar ve geniş anlamda işsizlik oranlarının seyrini inceliyor ve özellikle 2012 sonrasındaki artış eğilimini vurguluyor.
TÜİK’in istihdam ve işsizlik istatistiklerinde kapsam ve tanımlar, zaman içinde değişir; bulguları kesintisiz olarak izlemek güçleşir. Bu nedenle olsa gerek, Rapor, dar anlamda işsizlik oranlarını 2004’ten başlatıyor.
Belli bir hata payını göze alarak geçmiş verileri ve sonraki yıllarla birleştirmek mümkündür. DİSK-AR, verileri 1990’lı yıllara kadar taşıyabilseydi, AKP’nin işsizlik karnesi Rapor’da belirlenenden çok daha kötü çıkacaktı.
AKP iktidarının beş yıl öncesine bakalım: 1998-2002’de ortalama işsizlik oranları, “dar” tanıma göre yüzde 8; “geniş” tanıma göre yüzde 11,3’tür. AKP’li yıllarda bu oranlar belirgin bir üst-eşiğe çıkmış ve küçük dalgalanmalara rağmen yukarıda seyretmiştir.
DİSK Raporu da bu üst-eşiğin (dar anlamda işsizlik için) 2004-2017’de ortalama olarak yüzde 10,7 olduğunu belirliyor. Geniş tanımlı işsizlik 2003-2017 için hesaplansaydı, ortalama işsizlik oranı yüzde 16,8’e çıkacaktı.
Son on altı yılda yedek işgücü ordusu hızla genişlemiştir. Bu olgu, istatistiklere işsizlik oranlarında belirgin artışlar biçiminde yansımıştır.
Çalışma koşulları
Esnekleşen işgücü piyasalarının istatistiklere yansıması işsizlik oranları ile sınırlı değildir; çalışma koşullarında da izlenebilir.
DİSK Raporu, bu bağlamda iş cinayetleri ve çalışma süreleri üzerinde bilgiler içeriyor.
Rapor’un aktardığı SGK verileri, yıllık “iş kazası sonucu ölüm” sayılarını veriyor. Ölümler, ayrıca, “yıllık işçi sayıları”na oranlanmıştır. Kullanılan “işçi sayıları” TÜİK verileriyle tutarsızdır; kaynağı belli değildir. “Ölüm / işçi sayısı oranları” iş cinayetlerindeki ağır tabloyu ortaya koymamaktadır.
Durumun ağırlığı farklı bir hesaplamayla ortaya konulabilirdi: İş cinayetlerinin sayısı 2003’te 811, 2016’da 1405’tir. On dört yılda 16984 emekçi iş kazası sonunda ölmüştür. Yıllık ölüm sayılarında artma eğilimi belirgindir. Bu iki veriden hareketle iş cinayetlerinde yıllık (“üssel”) artış oranı (“eğilimi”) yüzde 4,3 olarak hesaplanır. Aynı dönemde Türkiye’de istihdamın ortalama yıllık artış oranı ise yüzde 1,9’dur.
Demek oluyor ki, “iş cinayetleri”, Türkiye’de istihdam artışının zorunlu bir sonucu değildir. Çalışırken ölme olasılığı (“eğilimi”), çalışanın işçi olması halinde belirgin biçimde artmaktadır. İş cinayetlerinin yükselmesi de, istihdam biçimleri içinde kapitalist ilişkilerin başıboş yaygınlaşmasından; yani “çalışanların iş güvenliğinden yoksun biçimde proleterleşmesinden” kaynaklanmaktadır.
DİSK Raporu’nda çalışma koşullarıyla ilgili diğer çarpıcı bilgi haftalık ortalama çalışma süreleri ile ilgilidir. Rapor, 2016’da 36 OECD ülkesine ait çalışma süresi ortalamalarında Türkiye’nin yerini veriyor.
En uzun çalıma süresi 50,1 saat ile Kolombiya’dadır ve Türkiye haftalık ortalama 49,3 saat ile ikinci sıradadır. OECD ortalaması ise 40,4 saat olarak belirlenmiştir.
Bu yüksek ortalama, bir yandan sendikasızlaşma, bir yandan da kayıt-dışı istihdamla bağlantılı olmalıdır. 2017’de Türkiye’de kayıt-dışı ücretli çalışanların sayısı 3,5 milyon civarındaydı. Bu emekçilerin, fazla mesai ödenmeden ve haftalık 50 saati aşkın sürelerde çalıştırıldığı; Türkiye ortalamasının da bu nedenle yukarı çekildiği söylenebilir. Türkiye işçi sınıfının önemli bir bölümü, insafsızca yukarı çekilen mutlak artık-değer koşullarında varlığını sürdürmektedir.
AKP iktidarı ve işveren çevreleri koro halinde yapısal reform teranesini sürdürüyorlar ve hâlâ ana gündem maddesi olarak işgücü piyasalarında esnekleşme hedefinde ısrar ediyorlar.
İşçilerin sendikalaşma oranını yüzde 10’a, toplu sözleşme haklarını yüzde 7’ye indirdiniz. 2016’da iş cinayetleri 1405 kurban verdi; haftalık çalışma süresini 50 saat sınırına dayadınız. Daha ne istiyorsunuz?
Rapor’da bir gezinti
DİSK-AR Raporu’nun yukarıda değinemediğim öğelerine göz atalım.
- OHAL / KHK sonunda kamudan ihraç edilen 138.186 kişinin kurumlara göre dağılımı.
- Gelir dağılımında eşitsizliğin seyri ve Türkiye’nin OECD ülkeleri içindeki yeri.
- AKP döneminde borç tuzağı: Tüketicilerin borç yükünün gelirlere oranındaki çarpıcı artış.
- AKP yıllarında özelleştirmenin hazin bilançosu.
- Vergi yükünde adaletsizliğin artışı.
- Çalışma hayatında cinsiyet eşitsizliğindeki artış
- Emeklilerin kayıpları.
Rapor, “24 Haziran Seçimleri ve İşçi Sınıfının Talepleri” başlıklı bir bölümle son buluyor. Bunlar, “demokrasi ve sosyal hukuk devleti” çağrısı ve ülkeyi adım adım faşizme sürükleyen rejim değişikliğinden ve OHAL’den vazgeçilmesi istekleri ile başlıyor. Neoliberal dönemde sosyal devlet düzenlemelerindeki kayıpların geri kazanılmasını aşan kapsamlı talepler ile sürdürülüyor.
Emek araştırmalarında eşgüdüm
Bu vesileyle üç yıl önce, DİSK-AR’ın Raporu ile benzer başlık taşıyan bir başka çalışmayı hatırlatmak isterim: Bağımsız Sosyal Bilimciler, AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu (İstanbul 2015, Yordam Kitap).
Yirmi üç sosyal bilimcinin ortaklaşa katkılarından oluşan bu çalışma, önemli bölüşüm bulguları içermekteydi. Kapsamı, tahmin edileceği gibi DİSK Raporu’ndan daha geniştir. Ancak nicel veriler 2014’ten öteye gitmemekteydi.
Sınıf mücadelesinde emek cephesinin etkili ideolojik silahlarından biri, kapitalizmin (dolayısıyla Türkiye’nin) sınıfsal bölüşüm karşıtlıklarının teşhiri, incelenmesi, çözümlenmesi ile başlar. Egemen sınıflar ise, “aynı geminin yolcusuyuz” teranesi içinde bölüşüm incelemelerinden kaçarlar.
Etkili bir mücadele silahı olması için emek cephesinin bölüşüm analizleri, birbirini tamamlayan bir zincirin halkaları olmalıdır. Kullanılan yöntemler, göstergeler, bulgular, sonraki araştırmalara rehberlik etmeli; geliştirilmeli, sürdürülmelidir.
DİSK’in AKP Döneminde Emek başlıklı raporu da bu doğrultuda önemli halkalardan biri olarak yer almaktadır.
Korkut Boratav / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder