2001 kriziyle başladı 2018 kriziyle bitiyor. 2008’de bir ara kriz var, “teğet geçirmeyi” başardılar. Şimdi doğrudan kafamıza kafamıza iniyor her şey. AKP iktidarının sonudur.
Zaten ne yaptılar ki patronların önünü biraz daha açmaktan başka. Neo liberal politikaların en azgın halinde yakalandık büyük krize. Sendikaları ele geçirdiler, çoğunun başında memurları var. OHAL’i bindirdiler indirdiler. Grev yaptırmıyorlar emekçilere. Kafasını kaldıranın kafasını kırıyorlar. Devleti toplayıp, sıkıştırıp sarayın bir odasına tıktılar. Tek kişilik hükumet, tek kişilik, yargı, tek kişilik yasama, tek kişilik yürütme rejimine geçtik bir gecede. Tek kişinin hırsının sonucu sanılmasın bütün bunlar. O tek kişi açıkça söyledi nedenini: Her şey patronlar için!
O patronlar Damat Berat’ın önünde dizildiler dün. Türk lirası pul olurken “yeni ekonomi modeli” açıklanacaktı söylenenlere göre. Modelin yenisi ne? “Bugüne kadar iyi yediniz ama artık deniz bitti. Çaktırmadan faturayı emekçilerin önüne bırakıp kaçalım” politikasıdır o, eskidir, tanıdıktır. Nitekim güzide iş kadınımız Güler Sabancı toplantıdan sonra çıktı, “bakanı tanıyoruz, güvenimiz tam” dedi. Özeti budur. Onların güvenleri tam ve biz ise hiç güvenmiyoruz. Bilmem sınıfsal bakış açısını, sınıf mücadelesini bundan daha iyi nasıl anlatabiliriz?
Ama işte deniz bitti. Damat Berat konuşmasına başlayıp bitirene kadar Dolar karşısında 1 lira daha değer kaybetti Türk Lirası. Yani artık patronlardan başka kimse inanmıyor İslamcı iktidara. Papazı bulmuş imam düzeninin acınası halidir.
2001’de bir darbeyle başladı, 16 yıl sonra bir başka darbeyle bitiyor. AKP iktidarının sonudur.
***
“Yeni ekonomik model” açıklamasından bir gün önce Diyanet’in bütçeden kendisine ayrılan payı tükettiği ve ek bütçe istediği haber veriliyordu. Bu istek üzerine 7,7 milyar olan bütçeleri 8,3 milyar olarak güncellendi. İlavesi 600 milyondur. Peki, nedir güya ruhani bir organizasyonun maddiyata olan bu düşkünlüğünün sebebi. Ne yapıyor olabilirler bu kadar parayla?
Toplum dinselleştirdiler evet. Bir imamlar ülkesi halinde Türkiye. Peki, daha ne? Bu istek sadece dinselleşme ile açıklanamaz öyleyse. Onun da arkasında, devletin bütün organlarını tek adamın organı haline dönüştürme arzusu var. Bu arzu da kişisel bir şey değil. Devleti bir sopa olarak kullanan sınıfın “hız” ihtiyacı ile ilgilidir. Daha hızlı devlet, düzenin gereksinimidir. Tayyip Erdoğan yeni sistemi şöyle açıklamıştı 24 Haziran’dan sonra: “Daha hızlı karar alacağız, tüm hizmetlerde sonuç odaklı olacağız… Devleti adeta bir anonim şirket gibi yöneteceğiz…” Bakın şimdi yeni hükumete; Patronlar doğrudan bakan oldu. “Devletin görece özerkliği” gibi kuramların kocaman bir palavra olduğu ortaya çıktı. Devlet egemen sınıfın sopasıdır ve artık sopa doğrudan patronların elindedir. Öyleyse hep ezilenlerin, yoksulların, emekçilerin kafasına inecektir. Buna yeni Türkiye modeli diyoruz.
Dönelim başa. Daha hızlı devlet istiyorsanız eğer ve hep ezilenlerin kafasına inecekse sopa, daha dinsel bir toplum da istemelisiniz. Diyanet ezilenlerin kafasına inen sopanın acısını katlanabilir kılmak üzere devrede. Afyonlu bir halk yarattılar ve bunun sürdürülebilir olması için dozu her geçen gün arttırmak zorundalar. Ek bütçenin gerekçesidir.
***
Ek bütçe için gerekçeleri vardır ancak kendi varoluşlarının gerekçesi düşmüştür. Diyanet de bunun farkında. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın, "Dinin sivil yapısına gölge düşürmeyecek, özgürlüklere halel getirmeyecek ve din güvenliğini sağlayacak bir kontrol ve rehberlik mekanizması kurulmalıdır" demesinin nedeni varoluşlarına yeni bir gerekçe arayışının ürünüdür. Dediği şu; Çok tarikat var ve kontrolden çıkıyorlar. Onları kontrol etme görevi bize düşüyor. Bu değilse, “din güvenliği”nden kasıt ne olabilir ki? Devlet dinin güvenliğidir sözü edilen ve artık Diyanet’e düşen görev din polisliğinden ibarettir.
Haliyle “Diyanet kapatılsın” talebi acil ve haklı bir taleptir. Sağlam gerekçelerimiz var bunu söylemek için.
Sıralayayım:
Diyanet devletin eskisinin dini kontrol etmek için oluşturduğu bir kurumdu. Artık din devleti kontrol ettiğine göre gerek kalmamıştır. Yoksulların omuzlarında ağır bir yüktür ve vakit geçirmeden derhal kapatılmalıdır.
100 bin cami var ve fakat buna rağmen ahlakı kıt bir toplum olduysak bu denklemde bir sorun vardır. Din ile ahlak arasındaki bağ onarılmaz bir biçimde kopmuştur ve bunda Diyanet’in payı büyüktür. Ahlakla bağı koparılmış bir dini ise kimse koruyamaz. “Din güvenliği” imkânsız bir görevdir.
Açıkken yol açtığı tahribat ortada. Kapatalım, bir de böyle deneyelim. Ayrıca “bonus”u da var. Diyaneti bu gün kapatsak hiçbir şey kaybetmeyeceğimiz gibi 8,3 milyarlık bir bütçe gideri kaleminden kurtuluyoruz. Gürültü kirliliğini önlemek de cabasıdır.
Anlamı şu; İslamizasyon politikasının da sonuna geliyoruz. Devlet, ordu, tarikat, patron örgütleri, düzen partileri hep birlikte yüklendiler. Sonuç ortada; bütün laikleri imam yapmaya çalışıyorlardı, neredeyse bütün imamlar laik olmak üzere. AKP iktidarının sonudur.
***
Sadece Türkiye’de değil, son on altı yılda İslamcılar eliyle bir parçası haline getirildiği Ortadoğu’da bir dönem kapanıyor. AKP, İhvan, Ilımlı İslam, BOP’a ayarlı bütün aktörler bitmiş bir dönemin ölüleri olarak geçmişin çöplüğündeki yerini alıyor. Çünkü Suriye direndi, Mısır’da İhvan düştü. Suriye’de zafer kesindir. Darbeden sonra yaprak kımıldamıyor Mısır’da. Önleri açılmazsa İslamcı İhvanın içi boş bir teneke olduğu anlaşılmıştır. Burada hep tekrarlıyoruz; Suriye direnmiş ve Mısır ayakta kalmışsa, İslamcı Türkiye düşer. Düşüyorlar. İslamcı iktidarının sonudur.
Fakat kendileri yıkılırken ülkeyi de yıktılar. Ayakta kalan sağlam tek bir kurum yok. Kriz kapıda.
Haliyle patronlar Damat Berat’ın önünde dizildiler, yeni ekonomik model açıklanmasını beklediler. Açıklandı mı peki? Modele ne gerek var, yediler içtiler, faturayı her zamanki gibi fukara halkımıza ödetecekler.
Kriz kapıda, sopa patronların elinde, fatura önlerinde. Kafamıza vurup bize ödetmeye hazırlanıyorlar yine.
***
Bedel ödeyeceğiz evet. Yapamadıklarımızın, eksik kaldıklarımızın, beceriksizliklerimizin bedelidir bu. Çürümüş bir düzeni değiştirememenin bedelidir. Akıldışı bir sistemi ezilenlere hakkıyla anlatamamanın bedeli, örgütlenememenin bedeli, birleşememenin bedelidir.
Oyunda olmamak da suçtur, biliyoruz.
Ama işte kriz yine kapıda. Oyuna girme zamanı. Ya ayağa kalkarsın ya altında kalırsın. Gerisi sana kalmış…
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder