Ahmet ağabeyi görmeyeli çok uzun zaman geçti. Son yüz yüze ve uzun uzun konuşmamızın tarihi 1993 bile olabilir. Ama öncesinde yaklaşık yedi yıl boyunca o kadar sık görüşürdük ki, ölümünden sonra hakkında yazmayı kendime görev bilebiliyorum.
Görüşürdük; çoğunlukla Göztepe Çimenzar’daki evinde. Sabah sabah pipo dumanı altında. Çok ama çok nadiren, o da hiç olmazsa akşam üstü saatleri geldiğinde, rakısına bir tekle eşlik ederek…
Hakkında ölümünden birkaç gün önce Ulvi Oğuz’la konuşuyorduk. Ulvi ağabey yürüttüğümüz bir tarih çalışması kapsamında anlatırken kendisini yetiştirenlerin başında TİP Zonguldak örgütünün yöneticisi Ahmet Hamdi Dinler’i sayıyordu… Bir iki hafta sonra cenazesindeydim.
Gelenek’te “konuk yazarlıktan” Sosyalist İktidar Partisi Genel Yönetim Kurulu üyeliğine uzanan politik birlikteliğimiz, yaş olarak ona bizlerden daha yakın eskilerin bu partiden ayrılmasına paralel biçimde son buldu. İçine sinmiyordu partinin nasıl devam edeceği. İstifalardan sonra toplantıları izledi, konuşmadı, canı sıkkın ayrıldı. Birikimli ve zeki bir Marksistti. Gidenlerin liberal sapma gösterdiklerini algılamamış, anti-Leninist fikirlerine eğilim göstermiş olamazdı… Örgütlü pratik anlamında kenara çekti kendini, bildiğim kadarıyla. 1993 sonbaharında, belli ki, biz doğruyduk, ama beceremeyecektik.
Bu yaklaşım bizim en yaygın rastladığımız “eski kuşak” tepkisidir. Ağabey ve ablalarımız arasında saflara katılanlar az, not vermeyi seçenler çoktur… Canları sağ olsun…[1]
Burada “bizim rastladığımız” derken doğum tarihi 1960’lara yayılan Gelenek “kurucularını” özel olarak kast ettiğimi eklemek durumundayım. Biz “kuşak” denebilecek kadar kalabalık değiliz. Dolayısıyla yaptığım belirlemeyi abartmanın, derin analizlere bağlamanın -en azından Ahmet Hamdi Dinler’i anmak için yazılan bu yazıda- gereği yok.
Ahmet Hamdi ağabey bizden sonra iki kitap daha yazdı. [2] Bu kitaplar uluslararası komünist hareketteki likidasyon dalgasına ve onun Türkiye’deki yansılarına karşı verilen mücadele külliyatında yerlerini alırlar. Dinler sınıf mücadelesini örtmek ve sosyalist devrimi gömmek için baş tacı edilen “bilimsel teknolojik devrim”, “yeni düşünce”, “yeni açılım”, “yeni tipte parti” ve benzeri tezlerle kavgalıydı. “Aslında iyi olabilir, derdi, bunlar sayesinde bizim de bir sosyal demokrasimiz olacak.” [3]
Bu kitaplarda ne yazacağını biliyordum. ’93 öncesi çok sohbet etmiştik. Diyeceğim, ideolojik yaklaşımlarıyla bizden uzaklaşma kararı arasında bir ilinti yoktu. Ahmet ağabey yalnızlığı tercih eden bir entelektüeldi.
İlk kitabını biz basmıştık. TİP TarihindenKesitler’i,Gelenek’te aynı adla yayınlanan makalelerden sonra kitap haline getirmeyi düşündü. Yazılar hakkında olduğu gibi kitap hakkında da uzun uzun tartıştık. Sol tarihin uzmanı değil meraklısı sayılırdım olsa olsa. Ama TİP dahil parti programları üstüne yazdığım bir makale [4] sayesinde Ahmet ağabeyden kitabına editörlük yapma hakkını kazanmış olduğumu sanıyorum. İlk kitap çalışmasını yayıncı olarak kendisinden teslim alan bendim desem, yalan olmaz.
Ama ilişkimiz yayın değil, örgüt konuluydu. Ahmet Hamdi Dinler örgütlü mücadeleden yana, ama kendi adına örgütlü mücadele enerjisini Birinci Türkiye İşçi Partisi’nde kullanmış bir komünistti.
Zor beğenirdi. Yukarıdaki şakayı hatırlatırsam, kimseye kolay kolay geçer not vermezdi. Bu “eli sıkılık”, bir bakıma meşrudur. Meşruiyetini sosyalizm mücadelesine kişisel olarak yaptığı katkılardan alır.
Diğer yandan, biliriz ki, en güçlü kişisel katkıları yapmış bir devrimci bile, pekâlâ çevresine, gençlere, sonradan yetişen ve gelenlere pozitif yaklaşabilir. Hatta bana sorarsanız, olgunlaşmış veya eskimekte olduğunu hisseden her devrimcinin görevi etrafına iyimserlikle, cesaretlendirerek, pozitif bir bakışla yaklaşmaktır. İlle hataya düşülecekse beğenmeyerek değil beğenerek düşülmelidir. Dolayısıyla katkı yapmış olmak tek başına zor beğenmeyi açıklamaz. Ahmet ağabeyin beğenmezliği kişisel, yapısal bir özellikti. Kimi aydınların yalnızlığı tercih etmelerinin bir nedeni midir bu özellik, yoksa tercihlerini savunmanın yöntemi mi? Belki ikisi birden…[5]
Ahmet ağabeyin içinde yetiştiği, tarafı olduğu TİP’e yönelik eleştirisine de beğenmezlik damga vurur. Kitabına TİP’in aslında “köylü partisi” olduğunu anlatan bir kapak istiyordu. Bunu bana ve Tunç’a (Tatoğlu) kabul ettirememişti. Dinler’e göre Mehmet Ali Aybar köylücü denecek ölçüde popülistti. Bu tartışılabilir bir tez olsa bile, kitapta merkeze yerleştirmediği hatta bu netlikte geliştirmediği bir formülasyonu kapağa basmak doğru olmazdı. Teknik gerekçelerimiz de vardı hem… Sonuçta kabullendi.
TİP Tarihinden Kesitler erken bir sol tarih çalışmasıdır ve değerlidir. Başka analiz ve aktarımlarının öneminin yanı sıra, Dinler demokratik merkeziyetçiliğin biçimsel kurallar manzumesi olarak içinin boşluğunu öğretir. Benim için çok öğretici olan bu somut değerlendirmeye göre, parti üyeleri kolektif yaşama katılmıyorlarsa, katılacak bir formasyondan yoksunlarsa herhangi bir kuralla bu eksikliği gideremezdiniz. TİP’te ne formasyon ne niyet, dolayısıyla işlemeyen kurallar vardı…
Böyle düşünüyordu ve buradan hareketle kendisine yeniden dahil olacağı partili mücadelede özel olarak “eğitimciliği” yakıştırdı. Sosyalist Türkiye Partisi’nde merkez yöneticiliği ve Eğitim Bürosu üyeliği yaptı. Bu tür merkezi fonksiyonların, daha dar olan Merkez Yürütme Kurulunda bir sorumlusu, daha geniş Genel Yönetim Kurulunda bir ikinci sorumlusu olurdu. Kısa süre beraber çalıştık. Tartışmasız çok disiplinli bir çalışma arkadaşı, çok iyi bir öğretmendi.
TİP’lilik denince öncelikle anlaşılması gereken Birinci TİP’tir. 1975 TİP’i, öncülünün Leninizm, enternasyonalizm, program gibi başlıklarda bir dizi kimlik zaafından kurtulmuş, ama siyasal ve toplumsal önem ve ağırlık açısından yanına bile yaklaşamamıştır. Ahmet Hamdi birinci TİP’liydi. Onu o yapan ve kıyasıya eleştirdiği de o partidir.
Ahmet ağabey, Gorbaçovculukla anılan likidasyonla, “parti olmayan parti” safsatalarıyla mücadeleyi merkeze koydu. Arada seçimlerden uluslararası sermayenin işleyişine, emperyalizmden özelleştirmelere bir dizi başlıkta üretti. Kütüphanesinin üst raflarındaki klasörlerde henüz yazıya dönüşmemiş çalışmaları hep olurdu. Herhalde aradan geçen zaman içinde raf sayısı katlanmıştır.
Dinler’in bütün bunları yapmasının temel motivasyonu sosyalist devrim bilinci ve inancıdır. Birinci TİP’in, Emek dergisi gibi, Behice Boran gibi adı kayıtlara geçmese de ilk sosyalist devrimcilerinden biri olduğunu, onu tanıyan, emek verdiği, yetiştirdiği ve kavga ettiği herkes kabul edecektir.
Sosyalist devrimciler içinde bir işçi gazetesi çıkartan ilk kişi olduğunu ise kesinlik derecesinde dile getirebilirim. Zonguldak’ta 1967 Ekim ayından Nisan 1971’e kadar Ahmet Hamdi’nin sorumlu müdür sıfatıyla yönettiği Sömürücüye Yumruk’tan söz ediyorum. Parti organıdır, işçi gazetesidir ve sosyalist devrimcidir, maden ocaklarındadır, vardiya girişindedir, çıkışındadır…
Ben, Ahmet ağabeyi sosyalist devrim tezini işçi sınıfıyla bütünleştirme iddiasıyla hatırlayacağım.
Aydemir Güler / SOL
[1] Ağabey ve ablalarımız için canları sağ olsun demeye devam ediyorum. Ancak beğenmezliği anti-komünizmin kılıfı olarak kullananların da az olmadığını not etmeliyim. Ne yaparsanız yapın beğenmeyenlerin önemli bir bölümü, yaşlarından bağımsız olarak aslında komünizme nefret besliyorlar. Nasıl beğensinler?
[2] Sosyalizm Yolunda Yeni Açılımlar (Bilim yayınları, 1997) ve Nihayet Post-Marksistler Türkiye’de (Bilim y., 1998)
[3] Ali Doğan aramızdan genç yaşta ayrıldı. Akın Dalman imzasıyla Dinler’in sosyal demokrasi yazısını yine Gelenek’te eleştirmişti: “Bir yazının düşündürdükleri”, Gelenek sayı 17, Mayıs 1988 (https://www.gelenek.org/bir-yazinin-dusundurdukleri)
[4] Aydın Giritli, “Legal parti programlarına bir bakış”, Gelenek sayı 18, Haziran 1988. (https://www.gelenek.org/legal-parti-programlarina-bir-bakis) Dinler’in TİP tarihi üzerine ilk makalesi, daha sonra, Mart 1989’da yayınlanacaktı. (https://www.gelenek.org/tip-tarihinden-kesitler-i)
[5] Ahmet Hamdi’nin Kemal’e (Okuyan) verdiği yanıtı da aktarayım oldu olacak: “1980 Temmuzu'nda bir sendikanın eğitim çalışması sırasında karşılaştığım Ahmet Hamdi Dinler'e Sosyalist İktidar'a neden soğuk baktığını sorma hatasını yapmıştım. Birinci ve ikinci Türkiye İşçi Partisi deneylerinden gelen Dinler, yaşamında bir üçüncü kazık yemek istemediğini söylerken onun karşısında ‘anlayışsız’ bir genç sosyalist olarak dikiliyordum.” (Cemal Hekimoğlu, “Altıncı yıl…”, Gelenek sayı 37, Aralık 1991; https://www.gelenek.org/altinci-yil)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder