Dünya ölçeğinde otoriterleşme salgınında dahi, bir benzeri, beteri gösterilemeyecek, partili başkan - tek adam rejimi yetkilerinin üzerine, anayasal düzenin yasaklarından fiili dayatmalarla kaçışlar sayesinde gelinen noktada, dünün son haberi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 73 yıllık geçmişi olan kimliğinin katledilmesi oldu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün olmazsa olmaz ilkeleri çerçevesinde, işçi sınıfı-işveren-devlet, üçlü tarafların örgütlülüklerinin ilişkilerinin düzenlenmesinde taraf olma işlevi yoka sayıldı. Tek adam rejimi adına yapılan son düzenleme ile Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı’na dönüştürüldü.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, hukuk devleti, demokratik düzenlerin olmazsa olmaz evrensel ilkeleri kapsamında, işçi sınıfının örgütleri sendikalar ile işveren örgütleri sendikaları, devletin ortak sorumluluklarında, BM çatısı altında, ILO’da, özgür sendikal haklar, toplu pazarlık düzenleri sözleşmeleri ile, işçilerin sosyal güvenlik kapsamındaki tüm çalışma hakları ve güvenliklerinden sorumlu, devlet adamı hesap vermekten sorumlu kurumu kimliği ayaklar altına alındı. Son Saray kararı karşısında DİSK’ten gelen ilk tepkide, Bakanlığın evrensel ilkeler, hukuk çerçevesindeki işlev ve sorumluluklarından vazgeçilmiş olarak, “aile, sadaka bakanlığına dönüştürülmek istendiği” saptaması yapıldı.
Türkiye’nin altına imza atmış olduğu, uymak yükümlülüğü olan tüm sözleşmeleri başta, ILO ve BM’nin demokratik, evrensel sözleşmeleri genel ilkeleri, ILO kararları çerçevesinde yeni oluşturulmaya çalışılan birleştirilmiş bakanlık, en başından seçilmiş adı ile çok boyutlu sorunlar odağı olmaya aday görünüyor.
***
Geçmişimizden tanıklık ettiğim ILO genel kurulları kararları, sözleşmelerinden kimi örneklerle, son sürpriz birleştirilmiş bakanlık algısından ortaya çıkabilecek sorunlar için bir fikir vermeye çalışacağım.
Türkiye, 12 Eylül askeri darbesinin ürünü anayasa ve sendikal haklar ile sosyal güvenlik hakları üzerinden yasaklarla ilişkili hukuk düzenlemeleri yüzünden yıllarca evrensel ölçeklerde çok ağır bedeller ödedi. Her yıl doğal olarak haziran ayı içinde yapılan ILO genel kurullarında ilgili uzmanlık komitelerinde Türkiye aleyhine verilen tarafların katıldıkları tartışmaların sonucu somut kararlar, sadece durum saptamalarının yazılı karar ve raporlarının bir parçasıydılar.
Dünyanın en demokratik ülkelerinin bile, çeşitli sözleşme ihlalleri, işçi sınıfının özgür örgütlenme, çalışma haklarının ihlalleri üzerinden hesap vermek zorunda kaldıkları oturumlarda alınan kararlar, sonuç olarak dünya ölçeğinde özgür ticaret ilişkilerinde, yatırımlarda belirleyici ölçümleme aracı olurken devletler adına sorumlu taraf olarak Çalışma bakanlıkları, Dışişleri desteğinde hesap veren konumda rol almaktalar. Türkiye 12 Eylül çalışan haklarına yönelik suçları kapsamında, sadece 1402’likler olarak bilinen üniversiteler ağırlıklı siyasi işten uzaklaştırmalar nedeniyle bile Sendikal Haklar Özgürlükleri Komitesi kararı ile kara listeye alınmıştı.
DİSK tutuklamaları, işkenceler, yargılamalarıyla başlayan dünya sendikacılık örgütlerinin, Türkiye’nin sendikal haklarının gaspına yönelik sistematik dayanışmaları kapsamında, 12 Eylül sürecinin içinde yaşanan tüm uygulamalar, anayasa ve yasalara gelen sendikal yasaklanmalar bütün süreçleriyle, ayrıntılı gelen yasaklar kapsamlarıyla önce yıl içi, dünya ülkelerindeki gelişmeleri izleyen uzmanlık komitelerinin raporlarına, sonra da haziran genel kurul, ilgili uzmanlık komiteleri çalışmaları, kararlarına birbirinden sert uyarılarla, kararlarla alınmış, Türkiye günümüze kadar sendikal hakları gaspları, geriye gidişi uygulamalarından hesap veren ülke olma konumundan çıkamamıştı.
Çarpıcı bir örnek olarak Amerikan siyasi erki tarafından siyaseten çok desteklenmiş sivil Özal iktidarları, hükümetinin, Amerika’dan çok istediği tekstil kotalarını alamadığına tanıklığımı da paylaşmalıyım. Dönemin Türkiye ilişkilerinden sorumlu masanın başkanının birinci ağzından, gazetemizde de yayımlanmış açıklamadaki; “Biz Amerika olarak Türkiye’de bir tek sendikal konfederasyonun varlığını benimsemiştik. Ancak Avrupalı sendikal dostlarımız DİSK’in başına gelenlere çok tepki verdiler. Onları daha fazla üzmek istemiyoruz. Bizde demokrasi var. Meclis’te işçi sendikaları Türkiye’deki sendikal haklar yasakları nedeniyle, tekstil kotalarına, Türkiye’nin korumaya mazhar ülkeler listesine alınmalarına karşı çıkıyorlar..” cümlelerini hiç unutmadım.
Çalışma Bakanlığı’nın varlık nedeni, işlevleri ile çelişkili “sosyal güvenlik” yerine “sosyal hizmetler” kavramının oturtulması üzerine işçi sınıfı örgütlenme haklarının bir kenara atılıp “aile” kavramı ile sadaka kavramına ağırlık verilmesinin ilanının sonuçlarını çok merak ediyorum...
Şükran Soner / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder