Bu memlekette çocukların daha güzel, daha aydınlık günler görmesini isteyenler için rehavet lüksü yok. Yaz tatili, bayramlar bu boğucu atmosferde azıcık da olsa gündemden uzaklaşmak için bir fırsat olarak görülse de aslında memleket meselelerini dert edenler dağ başında da, yaylada da, sahil kenarında da siyaset konuşmaya, çıkış yolu aramaya devam ediyor. Çünkü ne ekonomik krizin öncü sarsıntılarına kayıtsız kalmak mümkün ne de gelecek kaygısından soyutlanmak. Hepimiz 2019 kışının çok zor geçeceğinin farkındayız.
“Krizi fırsata çevirmek” sözü tam olarak lügatimize ne zaman girdi bilinmez ama ifadenin kapitalizm ve bireyciliğin yaygınlaşmasıyla yakın bir ilişkisi var. Kriz kaçınılmaz ise “aklını kullan”, “zayıf olanların üzerine bas” ve “kendi zenginliğini arttır” mottosu zaman içinde siyasal aklın da düsturu haline geldi. Bugün kur - faiz arasına sıkışmış Türkiye ekonomisi resesyon tehdidi altındayken, enflasyonun yüzde 20’lere çıkma ihtimalinden söz edilirken, cari açık almış başını gitmişken iktidar “krizin fırsata döneceğini” iddia ediyor. Nasıl bu kadar rahatlar derseniz cevabı yakın geçmişte saklı. Erdoğan ve AKP kendilerinin müsebbibi oldukları krizlerden hep güçlenerek çıktılar. Kimi zaman müttefiklerini harcadılar kimi zaman kendi içlerindeki muhalefeti temizlediler ama menfaat kavgasını hep “Türkiye’ye karşı bir komplo” olarak göstermeyi bildiler. Meclis’teki muhalefet de bu kritik zamanlarda stepne görevi gördü.
‘Ya Erdoğan’ın gemisindesiniz ya Amerika’nın’ lafı tam da bu durumu açıklıyor. Nereden tutsanız elinizde kalacak safsatayı tek söyleyen Perinçek değil maalesef. Kendini “bağımsızlıkçı”, “ulusalcı” olarak niteleyenler arasında da bu kervana katılanlar var. AKP’nin hala ABD’den medet umduğu, Menbiç’teki “işbirliğinin” zafer olarak sunulduğu, ABD’nin bölgedeki mihmandarlığının kabullenildiği bir konjonktürde Erdoğan’ı “milli cephenin başkomutanı” olarak resmetmek olsa olsa menfaat avcılığı. Öte yandan Perinçek’e, ulusalcı görünen bir kaç figüre bakıp yakın zamanda Erdoğan’ın müstakbel müttefikinin laik-cumhuriyetçi mahalleler olacağını iddia etmek de bir o kadar abesle iştigal. İktidarın İslamcı ideolojik dayatmalarını yok sayan bu liberal tez, zamanında liberallerin AKP’ye verdikleri desteği unutturma çabasından başka bir anlam ifade etmiyor.
Erdoğan’ın AKP kongresinde yaptığı konuşmanın alt metni çok açık. Krizi “ekonomik savaş” olarak betimlemek yalnızca milliyetçi tahkimat işi değil aynı zamanda sermaye fraksiyonları arasındaki olası gerilimi örtme hamlesi. TÜSİAD ile TOBB aynı çizgiye gelmişse AKP bunu bir ölçüde başarmış demektir. Sermaye uzlaşması sağlanınca muhalefetin tamamen tasfiye edileceği yeni bir saldırı başlatılacak. Meclis’e zevahiri kurtaracak bir süs olarak dahi tahammül edilmeyecek. Ağırlaşan ekonomik tabloyu, krizden en çok etkilenenlerin öfkesini manipüle ederek hafifletmeye çalışırken, iktidar güdümündeki cemaatlere ve para-militer güçlere yeni alanlar açacak. Dolar protestoları esnasında gördüğümüz o en kaba, en ilkel tepkiler önümüzdeki süreçte “yerli ve milli” vasatın sınırlarını inşa edecek. O vasatın dışında kalanlara karşı da yine “düşman hukuku” devreye girecek...
Meclis’te sandalyesi olan muhalefet gidişatın farkında mı derseniz onun cevabı pek iç açıcı değil. 24 Haziran’ın üzerinden geçen yaklaşık iki aylık süre zarfında Meclis’teki muhalefet sanki seçim öncesinin söylemini sürdürürse etkili bir siyaset yapıldığına kitleleri ikna eder hayaliyle yoluna devam ediyor. Uzağa gitmeye ne hacet, bakınız Demirtaş’ın eleştirilerine karşı HDP yönetiminin sergilediği tutuma ya da kurultay isteyen CHP’lilere genel merkezin disiplin kartını göstermesine... Kendi seçim mağlubiyetlerini kabul etmedikleri gibi özeleştiri çağrılarına da kulaklarını tıkamış vaziyetteler. Meclis’te mücadele imkanlarının rafa kalktığını reddedip duruyorlar.
Sermayenin doğrudan sözcülüğünü yitiren liberal kanat kriz ortamında “düzen içi” çözümleri gündeme getirmesi için muhalefetin popüler isimlerini teşvik ediyor. Yeni rejimin karakteristiğini anlamaya direnenler de bu tezleri tekrarlayarak krize reçete sunduklarını zannediyorlar. “Düzen içi” çözümün yeni bir demokrasi seçeneği çıkarma potansiyeli sıfır olduğu kadar kemer sıkma politikalarından başka vaat edebileceği bir şey de yok.
Peki “düzen dışı” çözümler üretmek ve bunları kitleselleştirmek olası mı? Ekonomik krizin yükü ile eğitim, sağlık temel alanlardaki tahribatın etkilerini birleştirecek ve örgütleyecek bir yapıya ihtiyacımız var. Bu işin bir ayağı ancak düzen dışı kalma konusunda ısrarcı bir parti ve kadroları tarafından diğer ayağı ise hareket biçiminde politik eylemlilik yürüten bir siyasi özneden geçiyor. İkisi arasındaki dinamik ilişki birleşik mücadelenin güncellenmesini sağlayacağı gibi tabandaki umutsuzluğun dönüştürücü bir güce evrilmesine de yol açacak.
GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN / BİRGÜN
“Krizi fırsata çevirmek” sözü tam olarak lügatimize ne zaman girdi bilinmez ama ifadenin kapitalizm ve bireyciliğin yaygınlaşmasıyla yakın bir ilişkisi var. Kriz kaçınılmaz ise “aklını kullan”, “zayıf olanların üzerine bas” ve “kendi zenginliğini arttır” mottosu zaman içinde siyasal aklın da düsturu haline geldi. Bugün kur - faiz arasına sıkışmış Türkiye ekonomisi resesyon tehdidi altındayken, enflasyonun yüzde 20’lere çıkma ihtimalinden söz edilirken, cari açık almış başını gitmişken iktidar “krizin fırsata döneceğini” iddia ediyor. Nasıl bu kadar rahatlar derseniz cevabı yakın geçmişte saklı. Erdoğan ve AKP kendilerinin müsebbibi oldukları krizlerden hep güçlenerek çıktılar. Kimi zaman müttefiklerini harcadılar kimi zaman kendi içlerindeki muhalefeti temizlediler ama menfaat kavgasını hep “Türkiye’ye karşı bir komplo” olarak göstermeyi bildiler. Meclis’teki muhalefet de bu kritik zamanlarda stepne görevi gördü.
‘Ya Erdoğan’ın gemisindesiniz ya Amerika’nın’ lafı tam da bu durumu açıklıyor. Nereden tutsanız elinizde kalacak safsatayı tek söyleyen Perinçek değil maalesef. Kendini “bağımsızlıkçı”, “ulusalcı” olarak niteleyenler arasında da bu kervana katılanlar var. AKP’nin hala ABD’den medet umduğu, Menbiç’teki “işbirliğinin” zafer olarak sunulduğu, ABD’nin bölgedeki mihmandarlığının kabullenildiği bir konjonktürde Erdoğan’ı “milli cephenin başkomutanı” olarak resmetmek olsa olsa menfaat avcılığı. Öte yandan Perinçek’e, ulusalcı görünen bir kaç figüre bakıp yakın zamanda Erdoğan’ın müstakbel müttefikinin laik-cumhuriyetçi mahalleler olacağını iddia etmek de bir o kadar abesle iştigal. İktidarın İslamcı ideolojik dayatmalarını yok sayan bu liberal tez, zamanında liberallerin AKP’ye verdikleri desteği unutturma çabasından başka bir anlam ifade etmiyor.
Erdoğan’ın AKP kongresinde yaptığı konuşmanın alt metni çok açık. Krizi “ekonomik savaş” olarak betimlemek yalnızca milliyetçi tahkimat işi değil aynı zamanda sermaye fraksiyonları arasındaki olası gerilimi örtme hamlesi. TÜSİAD ile TOBB aynı çizgiye gelmişse AKP bunu bir ölçüde başarmış demektir. Sermaye uzlaşması sağlanınca muhalefetin tamamen tasfiye edileceği yeni bir saldırı başlatılacak. Meclis’e zevahiri kurtaracak bir süs olarak dahi tahammül edilmeyecek. Ağırlaşan ekonomik tabloyu, krizden en çok etkilenenlerin öfkesini manipüle ederek hafifletmeye çalışırken, iktidar güdümündeki cemaatlere ve para-militer güçlere yeni alanlar açacak. Dolar protestoları esnasında gördüğümüz o en kaba, en ilkel tepkiler önümüzdeki süreçte “yerli ve milli” vasatın sınırlarını inşa edecek. O vasatın dışında kalanlara karşı da yine “düşman hukuku” devreye girecek...
Meclis’te sandalyesi olan muhalefet gidişatın farkında mı derseniz onun cevabı pek iç açıcı değil. 24 Haziran’ın üzerinden geçen yaklaşık iki aylık süre zarfında Meclis’teki muhalefet sanki seçim öncesinin söylemini sürdürürse etkili bir siyaset yapıldığına kitleleri ikna eder hayaliyle yoluna devam ediyor. Uzağa gitmeye ne hacet, bakınız Demirtaş’ın eleştirilerine karşı HDP yönetiminin sergilediği tutuma ya da kurultay isteyen CHP’lilere genel merkezin disiplin kartını göstermesine... Kendi seçim mağlubiyetlerini kabul etmedikleri gibi özeleştiri çağrılarına da kulaklarını tıkamış vaziyetteler. Meclis’te mücadele imkanlarının rafa kalktığını reddedip duruyorlar.
Sermayenin doğrudan sözcülüğünü yitiren liberal kanat kriz ortamında “düzen içi” çözümleri gündeme getirmesi için muhalefetin popüler isimlerini teşvik ediyor. Yeni rejimin karakteristiğini anlamaya direnenler de bu tezleri tekrarlayarak krize reçete sunduklarını zannediyorlar. “Düzen içi” çözümün yeni bir demokrasi seçeneği çıkarma potansiyeli sıfır olduğu kadar kemer sıkma politikalarından başka vaat edebileceği bir şey de yok.
Peki “düzen dışı” çözümler üretmek ve bunları kitleselleştirmek olası mı? Ekonomik krizin yükü ile eğitim, sağlık temel alanlardaki tahribatın etkilerini birleştirecek ve örgütleyecek bir yapıya ihtiyacımız var. Bu işin bir ayağı ancak düzen dışı kalma konusunda ısrarcı bir parti ve kadroları tarafından diğer ayağı ise hareket biçiminde politik eylemlilik yürüten bir siyasi özneden geçiyor. İkisi arasındaki dinamik ilişki birleşik mücadelenin güncellenmesini sağlayacağı gibi tabandaki umutsuzluğun dönüştürücü bir güce evrilmesine de yol açacak.
GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder