AB reformlarına geri dönme söylem ve eylemleri ile adli yıl açılışı söylem ve eylemleri arasında zamanlama yönünde örtüşme var. Konu bakımından da örtüşme açık: her ikisinde de kilit kavram, “hukuk”.
Önce, haftanın söylemlerinden seçmeler:
Dört bakan, AB yılı diyor,
HSK başkan vekili kıyamet diyor,
Yargıtay Başkanı, A. Brunson’a adalet var diyor.
Külliye tayfası, Türkiye için “gemi” diyor.
Ama kimse, hukuktan ve hukuka dönüşten söz etmiyor.
AB reform eylem grubu
Avrupa Birliği (AB) ile atılım sürecini ileriye taşımak amacıyla kurulan Reform Eylem Grubu üç yıl aradan sonra ilk kez toplandı. Amaç, ilişkileri canlandıracak yol haritasını belirlemek.
Bu adım, Kopenhag Kriterleri’ni hatırlattı. Aday Türkiye, müzakere sürecine başlamak için şu dört gerekliliğe olumlu yanıt vermek için 2000’li yılların başında hayli çaba gösterdi:
Hukuk devletinin gerekleri, insan haklarına saygı, demokratik mekanizmaların işletilmesi, azınlık haklarına saygı ve işleyen bir Pazar ekonomisi.
Ne var ki, ilerleyen yıllarda, kendilerinin Ankara kriterleri adını verdiği uygulamalar öne çıktı ve Türkiye, hukuk zemininden hızla uzaklaştırıldı.
Kıyamet gününü düşünmek
HSK Başkanvekili M. Yılmaz, ‘Adli Yıl’ açılışı için yayınlandığı mesajda şu ifadeleri kullandı: “Unutma; kıyamet günü Allah’ın gölgesinde önce şu kimseler yer alacaktır; hak kendisine sunulduğunda hakkı kabul edenler, kendilerinden istenildiğinde cömertçe harcayanlar ve insanlar arasında hükmettiklerinde kendilerini onların yerine koyup tarafsız hüküm verenler.”(3.9.18).
Önceki TBMM Başkanı İ. Kahraman da, ”laiklik anayasada olmamalıdır” sözleriyle dindar anayasa talebinde bulunmuştu (26 Nisan 2016).
Ben de, dönemin başbakanı huzurunda, “Yaptırımı öbür dünyaya havale etmeyen imam” ihtiyacını dillendirmiştim (İnsan Hakları Danışma Kurulu, 14.7.2003).
Nereden nereye?
Bugün, tam tersine, yargıçların adaleti öbür dünya verilerine göre tecelli ettirmelerini isteyen kişi, üst örgütlerinin başı.
Hukuka saygı duyun!
Hukuka çağrı, adli yılın açılışı vesilesiyle Yargıtay Başkanı Cirit tarafından yapıldı (3.9.18). Kime? Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığını öngören madde 11’in muhatapları olarak, “yasama, yürütme ve yargı organları”na değil, ABD yönetimine.
“Türkiye’de yargı bağımsız” dediği sırada, Külliye’ye otobüsle taşınan mensuplarına da sesleniyordu. Acaba onlar ne ölçüde bağımsızdı? Bu hak, adli yılı açış gününde bile kendilerine tanınmamıştı.
28 Şubat’ta, yargıçların resmi toplantılara çağrılmasını yirmi yıldır “darbe suçlaması” ile eleştirenler, şimdi, “biz daha iyisini beceririz” diyebiliyor; ama, 28 Şubat’a da darbe demeye devam ediyor.
Öte yandan, OHAL KHK yoluyla “yargısız infaz”a tabi tutulan yüzbini aşkın yurttaş, yargıya erişim hakkından bile yoksun.
Anayasa gemisi ne oldu?
Rahip Brunson vak’ası nedeniyle Trump yönetimi ile Erdoğan yönetimi arasında patlak veren kriz, “iktisadi sefaleti” günışığına çıkardı. Külliye çömezleri, bunu örtbas etmek için, “gemi metaforu”nu yeniden piyasaya sürdüler. Piyasa ekonomisi kurallarına meydan okuyanlar, propaganda piyasasında hayli mahir.
Anayasal düzeni de “gemi metaforu” ile yıktılar.
Çift kanatlı yapısı gerekçe gösterilerek parlamenter rejime son vermek için gemi kaptanı benzetmesi yapıldı.
Devlet yönetimini gemiye benzetenler, şimdi de ülkeyi gemiye benzetmeye başladı.
Türkiye gemi değil
“Tek kaptanlı gemi” ile Devlet’in yönetilemeyeceği ayyuka çıkınca, şimdi “aynı gemideyiz” nakaratı yeniden nüksetti. Bu kez, “Türkiye gemi” oldu; yani eğreti, her an bir kayaya çarparak dağılabilecek veya batabilecek bir gemi.
Aslında hukuken doğru: Türkiye Cumhuriyeti, hukuk devleti tanımında olduğu gibi, artık “hukuk kuralları bütünü” değil.
İktisaden doğru: çünkü, bu yazının yazılma anı ile okunma anı arasındaki zaman diliminde ne kadar fakirleşeceğimiz meçhul.
Toplumu ikiye ayıranlar; hukuku yok edenler; piyasa ekonomisi kuralları yerine kişisel meydan okumaları öne çıkarmada ülke adına sakınca görmüyor.
“Türkiye ülkesi” gemiye benzetilecek derecede tehlikeye atanlar; ama yurtseverleri de gemiye doldurma pişkinliğini elden bırakmıyor.
Ya adil yargı?
Avrupa görüntüsü ile halka moral aşılmaya çalışan Ankara, Türkiye gerçeğini her gün sergiliyor. Adli yılı açış vesilesiyle tanık olunan söylem ve eylemler bunun kanıtı.
Mahkeme kapılarına vurulan “kilitler”, tıka basa dolu hapishaneler, ülke genelinde yaygın adil yargılanma hakkı ihlalleri, keyfi gözaltı ve tutuklanmalar, (…); bunlar yerine, toprak altına-deniz ötesine, Avrupa’ya bakışlar öne çıkıyor…
Yurtseverler, “demokratik hukuk devleti”nin temel harcının “adil yargılanma hakkı” olduğunu çok iyi biliyor. “Gemi kaçakları”na, hukuk devletinin sadece Türkiye’yi değil, bölge devletlerini de kurtarabileceğini onlara anlatmak, insan hakları savunucusu demokratların görevi.
İBRAHİM Ö. KABOĞLU / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder