7 Eylül 2018 Cuma

Ilıcak "casus" muymuş!!! - SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU

Bu yazıyı internet ortamında yazıyor olsaydım, bol miktarda kahkaha emojisi koyardım başlığın hemen yanına!
                               ***

Nazlı Ilıcak için "yalan yazdı" diyebilirsiniz, "iftira attı" diyebilirsiniz, "halkı kin ve düşmanlığa sevk etti" diyebilirsiniz, "provokasyon yaptı" diyebilirsiniz, "vicdansız", "insafsız", "gözünü kin, hırs bürümüş" diyebilirsiniz, o adi, aşağılık, rezil kumpasa çanak tuttu, "suçu ve suçluları övdü" diyebilir ve buradan bir "ortaklık" durumu da çıkarabilirsiniz...
Ama...
"Askeri ve siyasi casus" diyebilir misiniz; işte ondan hiç emin değilim.
Vatan-millet sevdasına, sadakatine kefil olduğumdan değil; "casus" olabilmek için gerekli asgari "nitelikleri" taşımadığı aşikar olduğundan!
Kişinin "gizli bir hedef"e -bile isteye- hizmet edebilmesi için en azından onu "gizli tutabilmeyi" becerebilmesi gerekir mesela!
Yoksa bilmeden hizmet etmiştir ama ona "casusluk" değil "maşalık" yani kullanılmış olmak deniyor bildiğim kadarıyla.
Eh, bu tip örgütlerin kullandığı her "maşa" da böyle "müebbet"le cezalandırılacak olsa aldatıldıkları, kandırıldıkları için bunu yapmış olanlar dahil medya ve siyaset mahallelerinde adam kalmaz valla!
                                                                          ***
Uzatmayalım...
Elbette benim emin olup olmamamın hiçbir hükmü yok; zira, 15 Temmuz darbesine karıştığı iddiasıyla ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çarptırılan Ilıcak'ın şimdi de yargılandığı Taşhiye davasında, "askeri ve siyasi casusluk" suçundan müebbet hapsi istendi!

                                                                         ***
Ilıcak'ın;
Merhum Ali Tatar için yazdıklarını... Merhum Kuddusi Okkır için yazdıklarını...
Kâşif Kozinoğlu'ndan Murat Özenalp'e, İlhan Selçuk'tan Türkân Saylan'a, Fatih Hilmioğlu'ndan Abdülkerim Kırca'ya kadar yüzlerce "insan" sadece vicdanın değil aklın da sınırlarını zorlayan bir zulüm altında inlerken, kaleminin nasıl "oh" çektiğini unutamam...
O milyonlarca suni, sahte, üretilmiş belgeden oluşan dosyalardan cımbızladığı cümleleri nasıl çarpıttığını, nasıl gerçekle hiç ilgisi olmayan senaryolar yazıp toplumun kafasını bulandırmaya çalıştığını, bildiğiniz "gayrinizami harp(!)" komutanlığına soyunduğunu unutamam...
Bizi nasıl hedef gösterdiğini unutamam...
Acı hatıraları taze bunca "operasyon"dan sonra Ilıcak'ın akıbetini "ilahi adalet" sayıp, "oh" çekme sırasına geçeceğimi sanırdım;
Tıpkı onu polislerin arasında emniyete götürülürken gördüğüm o ilk gün gibi bugün de yapamadım, "oh" diyemedim.
Aklımın bir köşesinde bugünler için sakladığım botoks espri vardı; yapamadım, o kadar insanlıktan çıkamadım.
Bazen "misliyle karşılık vermek" olmuyor çünkü "adaletin tecellisinin" karşılığı!

                                                                         ***

Adaletin tecelli edebilmesi için her şeyden önce Ilıcak'ın "adil yargılandığına" dair kimsenin kafasında, en ufak bir soru işareti kalmamış olmalı;
Öyle mi peki?
Misal...
Aynı davada, aynı suçtan yargılandığı Mehmet Altan salıverilirken, onun cezaevinde bırakılmasını kimse sorgulamadı mı?
                                                                          ***

Dün, 'yanlış mı hatırlıyorum' diye Ilıcak için "müebbet" istenmesine sebep yazıyı ve yazıdaki "gizli belge"yi yeniden okudum.
Yeniden okudum.
Yeniden okudum.
Düşüncem değişmedi;
"Casus" değil de daha ziyade "çantacı" filan deniyor bu işleri yapanlara bizim meslekte...
Elimde delilim yok şudur, budur diyemem ama ortalıkta hâlâ hissedilen zeka, akıl, algı düzeyleriyle asla ve kata ulaşamayacakları ortada olan bilgileri "servis" yoluyla yazdığı açık olan o kadar çok "gazeteci" kılıklı eleman var ki...
Hepsini "müebbet"le mi yargılayacaksınız yani?
Ilıcak, zinhar sütten çıkmış ak kaşık değildir... Mevzu bahis dönemin medyadaki en lekeli isimlerindendir... Müsebbibi olduğu fenalıkların bedeli de elbet hukuk nezdinde ödetilmelidir... Ama, yarın bugünlerin de "lekeli" ilan edilmemesi için bu bedel ödetilirken kullanılan yegane ölçü "evrensel hukuk kuralları" ve "adalet" duygusu olmalıdır.
Yapılan buysa mesele yok...
Ve fakat değilse buyurun "kıyamet günü"nü düşünmeye!

                                                                          ***
Keşke olsaydı...
MHP'nin af talebiyle ilgili konuşan Adalet Bakanı  "Cumhurbaşkanımızın söyledikleri belli, onun üzerine söyleyecek bir şeyimiz yok" diyor.
Kişi ve konudan bağımsız tamamen ilkesel bir eleştiriden hareketle soruyorum:
Her konuda "Cumhurbaşkanımızın söyledikleri üzerine söyleyecek bir şey olmayacak" ise, o zaman başta bakanlıklar olmak üzere onca kurum niye var ki?
Özellikle de mevzu Adalet Bakanı'nın çalışma alanı olduğunda "herkesin sözünün üzerine söz söyleyebilecek bağımsızlıkta" bir mekanizmanın işlemesi gerekmez mi?
Her şey bir yana Cumhurbaşkanımızın, "sözünün üzerine söz söylemekten" çekinmeyecek, onu yoğun temposunda takip etmesine, derinlemesine incelemesine imkan olmayan yığınla konuda aydınlatacak, bilgilendirecek, zaman zaman ikazlarda bulunacak kimselere ihtiyacı yok mudur?


Selcan Taşçı Hamşioğlu / YENİÇAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder