12 Eylül sıcağında yargılandım, mahkemelerini ve hukukunu bilirim. Bakmayın acımasızca eleştirdiğimize, o zaman daha AKP’li yılların üzerimize çökeceğinin farkında değildik. 1980 ve 1990’lı yıllarda ülkede hukuk da vardı hukukçu da. Çoğu zaman DGM hâkimlerinin cübbelerinin altında askeri kıyafetleri olurdu. Ama onlar da hukukçuydu nihayetinde.
Savcıların yasadışına çıkma eğilimlerine karşı duruşmalardaki hava daha bir hukuka yakındı. Size yöneltilen suçlama ne olursa olsun işlemin kanuna aykırı olduğunu gösterdiniz mi, hâkimler genellikle buna uygun karar verirdi. Sonuçta hukuk da, yargı da düzenin çerçevesi içinde iş görür, bunu biliyoruz. Ama kendi adıma söylüyorum, bugünkü kadar kuralsız, hukuksuz, yargısız, utanılası bir döneme tanık olmadım.
Sonuncusu herkesin gözleri önünde dün yaşandı, bitti. İzmir’de “FETÖ ve PKK adına suç işlediği”, casusluk yaptığı iddiasıyla tutukluluğu ev hapsine çevrilen ABD uyruklu rahip Andrew Craig Brunson, hâkim karşısına çıktı. Amerika, Sarayı fena sıkıştırmıştı, kulislerde rahibin salınması için anlaşmaya varıldığı söyleniyordu. Ne var iddianın elinde rahibi suçlayacak? Sadece gizli tanık ifadeleri. Büşra, Levent Kalkan ve Serhat isimli tanıklar aleyhte verdikleri ifadeleri geri çekti dün. “Yaralanan terör örgütü üyelerinin İzmir’e getirildiğini ilk kez duyuyorum” dedi biri. “Beni yanlış anlamışsınız” dedi diğeri. “Böyle bir şey yok, ben şahit olmadım” dedi sonuncusu. Hâlbuki üçü de rahibin casus olduğuna, PKK için çalıştığına adları kadar emindiler düne kadar.
Geldiler, ağır aksak işleyen eski yargı sistemini paramparça ettiler. İşte yerine kurdukları şey kabak gibi ortada. Gizli tanıklar atıyor, cüppeli AKP memurları tutuyor.
Yargısı bu!
***
O sırada bir adli adi vaka daha yaşanıyordu. AKP’nin işareti ve THY’nin finansmanı ile ta Barselona’ya kadar transfer olan “Teşekkül halinde evetçi” Arda, karakolda ifade veriyordu. Bir gece kulübünde evli kadına sarkıntılık etmiş, müdahale eden kocasını darp edip, yaraladı. Olay orada bitmedi. Öfkesine hâkim olamayan milli evetçimiz kalkıp hastaneye gitti. Darp ettiği kocaya tekrar silah gösterdi, ateşledi de. Silah ruhsatsızdı, ateşleyen ahlaksızdı.
Kriz çıkıp THY’nin sponsorluğu imkânsız hale gelince gönderdiler Arda’yı. Değeri onlarca milyon dolarla ifade edilen topçumuza bedava gelmeye razı olmasına rağmen talip olan kulüp çıkmadı ülkede. Yine AKP tuttu elinden, parti takımı Başakşehir’e kaydettiler işsiz vasıfsızımızı. İkinci maçında sağa sola saldırıp, küfürler savurmaya başlayınca orada da sildiler. Uzun zamandır kızakta. AKP arkasından itmeyince külkedisine dönüştü Bayrampaşa prensi, gece kulüplerinde sürtüp duruyor.
Bakmayın taşkınlıklarına, zeki, çevik ve dini bütün bir arkadaşımızdır. Hacca bile gitmişliği var. Şarkıcı Mustafa Ceceli, Nihat Doğan gibi başında takkesiyle fotoğrafını paylaşınca öğrenmiştik dini hassasiyetini. Yalnız değildir, ülkenin nevzuhur makbul vatandaş tipidir, tipiktir.
Sporcusu bu!
***
Bizim Barış Terkoğlu yazdı, iktidar yanaşması meşhur iki gazeteci, Fetö sanıklarından tehditle para sızdırıyordu. Gazeteciden daha çok mafya tetikçisine benziyorlardı zaten. Fark silikleşmiştir.
Fakat haklarını yemeyelim, Erdoğan’ın CHP’nin İş Bankası hisselerine el konulacağı sözleri üzerine yukarıdakilerinin “muhalif” versiyonu üzüntüsünü şöyle ifade etti; “Kapitalist rejimde vasiyet ve miras dokunulmaz hak, çünkü mülkiyet kutsaldır.
Atatürk’ün vasiyet ve miras iradesini yasayla yok etmeye kalkmak, ancak mülkiyet hakkı tanımayan komünist rejim altında mümkündür. Ne oluyor? Türkiye komünist mi oluyor?” Son seçimde de İyi Parti’yi desteklemişti zaten. Olup bitende “faşizm” bulacak hali yokya. Gereği neyse onu yapıyor.
Gazetecisi bu!
***
Ünlü Profesör Celal Şengör, bir internet portalının soru–cevap etkinliğine katıldı. Dışkıyla çok haşır neşir olduğundan söz dönüp dolaşıp oraya geldi. "Kendi dışkınızı yediniz mi?" diye sordular. "Yedim. Özellikle insan dışkısı acıydı. Ötekiler tatlıydı, insanınki kadar acı değildi. Bu bir merak meselesidir, merak eden her şeyi dener” dedi.
"Dışkı yedirmek işkence değil” demişti daha önce de sözündeki inceliği anlayamamıştık. Yemeyi alışkanlık haline getirmiş adam, acısını tatlısını biliyor. Yemekle kalmıyor, keyfini çıkarıyor. Şükür ki “ne işkencesi lütuf bu, lütuf” dememiş.
Daha tedbirli olan “kankası” o sırada kütüphanesini saraya bağışladıktan sonra koşup bir bakanlığa danışman oldu. Yani dışkısı çıktı işin. Hangisinin eylemi aydın tarihimize daha ağır bir ihanet olarak kaydedilecek kestirmek mümkün değil.
Aydını bu!
***
Koca bir boşluğa dönüştü ülke, adı var kendisi yok. Sadece Saray ve Diyanet görünüyor bakıldığında. O yüzden ha bire bütçelerine ek yapılıp duruyor. 2019 yılı için Saray’a 1 milyar 50 milyon lira ödenek ayrılmıştı. Yeni hesap yaptılar, ödeneği 2,8 milyar liraya çıkardılar. Diyanet’e ayrılan 8,4 milyar lira ödenek de 10,4 milyar liraya çıkarıldı.
Ne var başka?
Yeni oluşturulan kurullara atamalar yapıldı geçen hafta. Dönüp yeniden bakın. 80’li yılların meşhur Maksim Gazinosu’nun gösteri kadrosu kesinlikle daha niteliklidir.
Rejimi de bu!
***
Yıktıkları cumhuriyet eksiği fazlasıyla insanı ayakta tutma, düşmesine engel olma mücadelesindeydi. Şaklabanlar başlarına takke geçirip dini istismar etmesin diye laik bir devlet olma çabasındaydı. Yargı bağımsız olsun, savcılar cumhuriyet için çalışsın, hâkimler millet adına karar versin istiyorlardı. Sporcunun zeki ve çeviğini, gazetecinin ahlaklısını öne çıkarmaya çalışıyorlardı. Yapamadığı için yıkıldı.
Yıkılmışın, düşmüşün üzerine yenisini inşa etmeye çalışıyorlar şimdi. Boşuna çaba. İmkânı var mı?
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder