(I)
Yetmez ama evetçiler, eylem ve tasarılarına “evet” dedikleri tarafın (AKP iktidarının) o sırada “Evet ama yetmez!” diye düşündüğünü elbette bilmiyordu. Yetmez ama evetçiler bilmiyordu ama onların bilemediğini, bilmek istemediğini bilenler vardı. Bilenlerden biri de bendim ve 11 yıl önce şunları yazmıştım:
“Bu arada 1923’ten 1950’ye kadar yeraltında mücadele veren İslamcılık, 1950 ile birlikte kozasından çıkmış, tarikatlar ve cemaatler marifetiyle politikaya girmişti.Önce merkez sağda bir asalak varlık olarak yaşadı ve sonunda 22 Temmuz 2007 seçiminde merkez sağı ve sağı yok etti. 1980’den sonra İslami sermayenin örgütlenmesi ve Anadolu ekonomisini ele geçirmesi sürecini çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Bu yöntemle kendi eğitim-öğretim, medya (radyo-televizyon), basın-yayın, yayıncılık, tatil ve turizm, reklamcılık ve eğlence sektörünü kurdu ve kendi ‘paralel’ toplumunu yarattı.
Şimdi sıra AKP ile başlayan sürecin tamamlanmasında. Yani Cumhuriyet’in İslamileştirilmesinde. AKP’nin yeni iktidar döneminde bu sürecin basıncının arttığını göreceğiz. Sarı saçlarını savurarak AKP’nin zaferini kutlayan güzel kızlar gazetelerde yayımlanan fotoğraflarını çok iyi saklasınlar. On yıl sonra hasret ve esefle bakacaklar.” (Hürriyet, 04.08.2007)
Şimdi sıra AKP ile başlayan sürecin tamamlanmasında. Yani Cumhuriyet’in İslamileştirilmesinde. AKP’nin yeni iktidar döneminde bu sürecin basıncının arttığını göreceğiz. Sarı saçlarını savurarak AKP’nin zaferini kutlayan güzel kızlar gazetelerde yayımlanan fotoğraflarını çok iyi saklasınlar. On yıl sonra hasret ve esefle bakacaklar.” (Hürriyet, 04.08.2007)
Bugün (5 Ekim 2018), o sarı saçlarını savurarak AKP’nin zaferini kutlayan güzel kızlar gazetelerde yayımlanan fotoğraflarına bakarak o günleri hasret ve esefle hatırlamaktadırlar. “Evet”çilerin zafer sarhoşluğu içinde yaşadıklarını, yağma Hasan’ın böreğinden, devlet denizinden paylarını alarak sınıf atladıklarını, zenginleşerek semirdiklerini görüyoruz. Çaktırmadan alafranga takımına özenseler de bildikleri yolda kaz adımlarıyla yürümekteler.
Cumhuriyetçilere gelince, Cumhuriyet’in vefasızlıklarına, karşı devrimin intikam işkencelerine alışkın ve şerbetli. Acıyan “Yetmez ama evet”çilere acısın. Çünkü gözleri, ihanetin üzerinden geçen zamana karşın, hâlâ Cumhuriyet’in çöplüğünde. Ama önce tedavi olmaları gerekiyor. Tedavi olmak istiyorlarsa, hastalıklarını açıkca itiraf ve kabul etmeleri gerekiyor. Tıpkı alkolikler ve kumarbazlar gibi. Alkoliklerin alkolik, kumarbazların kumarbaz olduklarını kabul etmelerinden sonra tedavi evresinin başlayabilmesi gibi. Yetmez ama evetçiler de Cumhuriyet’e ihanetlerini itiraf ve kabul edecekler. Başka çare yok.
Bunlar ihanetlerini itiraf etmeden ve aleni günah çıkarmadan, yüksek sesle özür dilemeden ruh ve beyinlerini hastalıktan kurtaramazlar. Ferahlamayan toplum da gerilimden kurtulamaz. Ancak bunların bir huyu var ki AKP’ye ve Başyüce’ye benzerler. Kendilerini her şeye yetkili görürler ama yaptıklarında hiçbir sorumlulukları yoktur. Suçlu başkalarıdır, aldatılmışlardır.
Aralarından birinin çıkıp, AKP ve Başyüce’ye hayran olup inandıkları için aldandıklarını itiraf ettiği görülmedi.
Benim “Ana rahmine haklı düşenler”, “Şoför mahallinde oturmayı sevenler”, “Vitrin tutkunları” diye tanımladığım bu insanlar, AKP kurucularının İslamcı gömleklerini çıkardığını iddia ettikleri sırada ben İslamcılığın gömlek değil deri olduğunu yazıyordum. Onlar gelecek kaygılarımızı “bölünme ve şeriat devleti paranoyası” olarak tanımlarken, teokratik devlet fesadına gönüllü hizmet ediyorlar ve “evet!” demenin de bir gün yeterli olmayacağını düşünemiyordu.
Kırk yıldır söyleyip yazıyorum: Sol psikiyatri kliniği değildir. Solcu yenile yenile pişer. Ne zaman kazanacağını bilmeden yoluna devam eder. Yenilince küsüp sola düşman kesilmez!
*
(II)
Utanmıyorlar, şımarıklıkları, kullanışlı budalalıkları devam ediyor. Ancak olan-bitenin, içinde bulunduğumuz siyasal gerçeklerin farkında bile değiller. Toplumda somut bir yerleri olmayacağının farkındalar artık; aşağılık duyguları giderek büyüyor. Fırsat çıkıp da yandaş basında önlerine kemik atılırsa şöyle konuşuyorlar:
“Bugün kendini ‘Atatürkçüyüm’ diye tanımlayan birçok kişi aslında son derece tutucu. ‘Ben Atatürkçüyüm’ diyenlerin geçmişte yaptığı birçok hata var aslında. Mesela ‘Atatürkçüyüm’ diyenler geçmişte dindarinsanları aşağıladılar, ‘Başörtüsünden dolayı bunlar üniversiteye gidemez’ dediler.”
“Bugün kendini ‘Atatürkçüyüm’ diye tanımlayan birçok kişi aslında son derece tutucu. ‘Ben Atatürkçüyüm’ diyenlerin geçmişte yaptığı birçok hata var aslında. Mesela ‘Atatürkçüyüm’ diyenler geçmişte dindarinsanları aşağıladılar, ‘Başörtüsünden dolayı bunlar üniversiteye gidemez’ dediler.”
***
“Din, İman, Masa, Kasa” (Tekin Yayınları) adlı kitabımı aranızda okuyanınız var mı acaba?
Kitabın önsözünden birkaç satır: “Bir toplantıda din madrabazlardan biri, CHP’nin tek parti döneminde, uğradıkları zulmü konuşmacıya laf atarak hatırlatmış. Bunun üzerine konuşmacı laf atana sormuş:
‘Hangi ibadeti yapmak istedin de yapamadın? Namaz mı kılamıyordun, hacca mı gidemiyordun? …’
Madrabaz, konuşmacıyı yanıtlamış: ‘İbadeti yasaklamaya gücünüz yetmez. Siz bizi masadan ve kasadan uzak tutuyorsunuz.’
Kitabın önsözünden birkaç satır: “Bir toplantıda din madrabazlardan biri, CHP’nin tek parti döneminde, uğradıkları zulmü konuşmacıya laf atarak hatırlatmış. Bunun üzerine konuşmacı laf atana sormuş:
‘Hangi ibadeti yapmak istedin de yapamadın? Namaz mı kılamıyordun, hacca mı gidemiyordun? …’
Madrabaz, konuşmacıyı yanıtlamış: ‘İbadeti yasaklamaya gücünüz yetmez. Siz bizi masadan ve kasadan uzak tutuyorsunuz.’
Müthiş bir yanıt. Hiç duymamıştım... Yani tüm dertleri masaya ve -özelikle de- kasaya yanaşmakmış. Bunu yapamadıkları için gerçekten de ‘zulüm’ gördüklerine, acı çektiklerine inanıyorum. Düşünsenize, kasa orada, başkaları (Örneğin: ANAP, DYP) yanaşmış ama bunlar yanaşamıyor. Bu ‘zulüm’ değilmi, onlar açısından?”
***
Cumhuriyetçilerin (Atatürkçüler ve Kemalistler) dindarları aşağıladığı iftirasının nedeni böyle işte. Cumhuriyet düşmanı mütegallibe tarafından kışkırtılan halkın hurafeci (dindar) kesiminin okuryazardan gocunması çok doğal. Cumhurbaşkanı’nın seçkin (elit) düşmanlığı hâlâ devam etmiyor mu? Bunlar, Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden daha bir yıl geçmeden ayaklanmaya kalkışmışlardı. Aşağılık duygusunun, ruhsal engelliliğin kaynağı insanın kendi özündedir. Cumhuriyet kimseyi horlamamış, tersine kaynaşmış bir kitle saydığı toplumu, başta kadınlar olmak üzere, yüceltmiştir.
Türban yalakalığına gelince: Türban bir yerel başörtüsü değildir, siyasal İslamın evrensel simgesidir. İslamla hiçbir ilişkisi yoktur. Solu psikiyatrı kliniği haline getirenler cumhuriyetten intikam almak için “türban”a sahip çıktılar. Şimdi 5 yaşındaki kızlara türban vuruyorlar. Sesleri çıkmayan ‘yetmez ama evet’çilerin utanmaları gerek.
Kırk yıldır, İslam dininin, Kuran’ın “baş örtmek”ten söz etmediğini kanıtlayarak yazıyorum. Siyasal İslam gericiliğinin ülkeyi ele geçirdiği günümüzde bile ‘Sol’un ruh hastaları özgürlük adına türbanı savunuyor. İslamın müzmin hastalığının siyasal kökten dincilik (entegrizm) olduğunu görmemek için, galiba, Cumhuriyete karşı alerjik hasta olmak gerekiyor.
***
Gelelim şu “Kendilerini Atatürkçü sayanların son derece tutucu” olmaları iddiasına. “Tutuculuk” da “statükoculuk” gibi bir şey. Neyi tuttuğuna, neyi statüko kabul ettiğine bağlı. “Eğer bir hareket, toplumu ileriye taşıyıp dönüştürme perspektifine sahipse, koşulsuz ve ikircikli olmayan tarzda sosyal ilerleme perspektifine sahipse ve öyle hareket ediyorsa, o hareketilericidir.” (Samir Amin, “Modernite, Demokrasi ve Din”, Özgür Üniversite Kitaplığı, s.87)
“Ana rahmine haklı düşenler”in, “psikiyatri kliniği solcuları”nın ailelerinden gelen kuyruk acılarının, kendi deneyimlerinden kaynaklanan Cumhuriyet düşmanlıklarının artık tedavisi yok. İyice geçirimsiz (imperméable, duyarsız) duruma geldikleri için faşistleştiklerinin farkında bile değiller.
Özdemir İnce / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder