Bolsonaro ayrımcı söylemleriyle; tüm başarısızlıklarına “azınlıklardan, kadınlardan“ kaynaklı neden bulan sıradan insanın gururunu okşamayı beceriyor ne yazık ki…
7 Ekim Pazar günü yapılan başkanlık seçimlerinde “tropiklerin Trump’ı” diye adlandırılan Jair Bolsonaro büyük başarı kazandı. Bolsonaro’nun %46 oyuna karşılık, Lula’nın Brezilya Emekçiler Partisi’nin (PT) adayı Fernando Haddad %29.3’lük bir destek kazanınca seçimler ikinci tura kaldı.
Bolsonaro kendini Trump’la özdeşleştirmekten özel bir haz duysa da, Ekvator’da Rodrigo Duterte, Macaristan’da Victor Orban, tabii ki RTE’yi de katabileceğimiz kabadayı mizaçlı, kitlelerin öfkesini kabartmaktan enerji alan aşırı sağcı “çevre ülke” liderlerinin son temsilcisi sayılabilir.
Bilindiği gibi Lula da Silva 31 Ağustos’ta Yüksek Mahkeme’nin seçime girmesini yasaklamasına kadar kamuoyu yoklamalarında önde gidiyordu. Lula hapse atıldı ve dışarıya mesaj vermesi dahi yasaklandı. Böyle güç koşullarda PT, Sao Paulo eski belediye başkanı Haddad’ı aday gösterdi. Lula’nın sade yurttaş nezdinde topladığı kişisel sempati ve güvenin başka bir kişiye aktarılması haliyle kolay olmadı. Nitekim Haddad %10’lardan başlayıp yükselen desteğe karşın Bolsonaro’yu yakalayamayıp ikinci sırada kaldı. Akademisyenlikten gelen, yumuşak bir usluba sahip Haddad’ın bir özelliği de ailesinin Antakya kökenli olması. Dedesi Antakya Rum Ortodoks Hıristiyan Kilisesi’nin baş papazıymış, Fransız işgalinde İstiklal Savaşı’na destek vermiş…
Bolsonaro’yu başkanlığın eşiğine getiren dinamikleri tartışmadan önce isterseniz, Brezilya’nın yakın dönem siyasi sürecini bir hatırlayalım.
PT’nin yükselişi ve düşüşü
Askeri diktatörlük döneminin sona ermesiyle birlikte PT sendikaları, sosyal hareketleri de içeren şemsiye sol bir örgüt olarak yükselmeye başladı. Karizmatik başkanı Lula 1989’da başkanlık seçimini kıl payı kaybetmesinden sonra, azimli bir mücadelenin ardından dördüncü girişiminde 2002’de başkanlık koltuğuna oturdu.
Lula burjuvazi nezdinde meşruiyet kazanmak adına neoliberal reçetelere sadık kaldı. Malum sıkı para ve maliye politikalarını uyguladı. Partinin sol kanadını tasfiye ederken, sendika ve sosyal hareketleri de zayıflattı. Ancak diğer yandan “yeni kalkınmacı” diye adlandırılan yoksullara yönelik sosyal programları da ihmal etmedi. Özellikle Bolsa Familia adı verilen aile bazlı şartlı nakit uygulamasıyla milyonlarca kişi yoksulluktan kurtarıldı. Kamu istihdamı beyazların ayrıcalığından çıkarılırken; siyahiler, yerliler, sol kesimden insanlar da devletin çeşitli kademelerinde kendine yer buldu.
Emtia fiyatlarının yüksek seyri, küresel ortamın elverişliliği sayesinde yoğun sermaye girişleri Lula’ya yardım etti. Bu sayede 2004-2010 döneminde ekonomi yüzde 4.4 büyürken, emekten yana politikalar da uygulanabildi. Asgari ücret yüzde 50 arttı, ucuz konut projelerine subvansiyon sağlandı, işsizlik yüzde 5’in altına indirildi.
2010’da Rousseff’in seçilmesinin ardından ekonomik durgunluk başladı. Çin talebinde yavaşlama, düşen emtia fiyatları derken ekonomi irtifa kaybetti. Sermaye kesimini yatıştırmak için ekonominin dümenine Milton Friedman’ın kötü şöhretli Chicago Üniversitesi’nden diplomalı Joaquim Levy geçirildi. Tahmin edebileceği gibi, sosyal harcamalarda kısıntı, kamu varlıklarının özelleştirilmesi, emek piyasalarının esnekleştirilmesi politikaları PT’nin halk nezdindeki popülaritesini düşürdü. Rousseff Aralık 2015’te kemer sıkma politikalarının mimarı Levy’i görevde alınca büyük burjuvazi PT’ye cepheden savaş açtı. Ekonominin yüzde 3.8 daralmasıyla ekonomi ciddi bir krize sürüklendi.
Ardından Araba Yıkama (Lava Jato) adı verilen yolsuzluk soruşturması için düğmeye basıldı. Açıkçası tüm benzer ülkeler gibi Brezilya’da da yolsuzluk yaygındı. PT kadrolarının da yunmuş yıkanmış olduğu söylenemezdi. Ne var ki Dilma Rousseff hiçbir dayanağı bulunmayan bir darbeyle görevden azledildi. Ardından Lula yine kanıtlamayan bir yolsuzluk suçlamasıyla hapishanenin yolunu tuttu. PT’nin tüm hatalarına karşın, ortada temiz toplum arayışından öte bir “sınıf savaşı” olduğu, burjuvazinin saldırıya geçtiği açıktı.
Bolsonaro’nun yükselişi
Burjuvazi açısından da planların tam gerçekleştiği söylenemezdi. Çünkü PT’ye yönelik suçlamalar halkın tüm siyaset sınıfına güvenini erozyona uğrattı. Siyasetçilere, teknokratlara, eğitimlilere tepki arttı, başka ülkelerden de bildiğimiz, Türkiye’de 2002’de tanık olduğumuz gibi “merkez siyaset” çöktü. İşsizliğin yüzde 12.3’te seyretmesi de ülkeyi geçmişte yönetmişlere karşı tepkileri kabarttı. 7 Ekim seçimlerinde merkezin en iddialı adayı Brezilya Sosyal Demokrat Partisi’nden ( PSDB) Alckmin’in oylarının yüzde 4.8’de kalması bu gelişmenin en açık kanıtı…
Bolsonaro işte yaşanan bu sürecin ürünü; bütün gerici, tepkici, sol ve emek karşıtı eğilimleri barındıran berbat bir figür. Kendini “düzen dışı” seçenek olarak pazarlamayı, “kanun ve düzeni sağlama”, “yolsuzlukları önleme” vaadiyle kitlesel destek toplamayı beceriyor. Yüzbaşıyken ordudan atılmış. 9 parti değiştirerek 29 yıldır parlamentoda kalmayı başarmış. Brezilya’da 1961-1985 arasında 24 yıl hüküm süren askeri diktatörlüğün nostaljisiyle yaşıyor. Şili’nin faşist diktatörü Pinochet’i her fırsatta hayırla anıyor. Nisan 2016’da Rousseff’in azledildiği süreçte parlementoda oyunu Brilhante Ustra’nın anısına ithaf etiğini açıkladı. Ustra kim mi? 1970’te o zamanlar radikal devrimci bir örgüt üyesi olan Rousseff’i bizzat 22 gün işkenceden geçiren zalim albay…
Solun Brezilya’daki adayı Haddad renkli kimliği ile de öne çıkıyor.
/BİRGÜN
7 Ekim Pazar günü yapılan başkanlık seçimlerinde “tropiklerin Trump’ı” diye adlandırılan Jair Bolsonaro büyük başarı kazandı. Bolsonaro’nun %46 oyuna karşılık, Lula’nın Brezilya Emekçiler Partisi’nin (PT) adayı Fernando Haddad %29.3’lük bir destek kazanınca seçimler ikinci tura kaldı.
Bolsonaro kendini Trump’la özdeşleştirmekten özel bir haz duysa da, Ekvator’da Rodrigo Duterte, Macaristan’da Victor Orban, tabii ki RTE’yi de katabileceğimiz kabadayı mizaçlı, kitlelerin öfkesini kabartmaktan enerji alan aşırı sağcı “çevre ülke” liderlerinin son temsilcisi sayılabilir.
Bilindiği gibi Lula da Silva 31 Ağustos’ta Yüksek Mahkeme’nin seçime girmesini yasaklamasına kadar kamuoyu yoklamalarında önde gidiyordu. Lula hapse atıldı ve dışarıya mesaj vermesi dahi yasaklandı. Böyle güç koşullarda PT, Sao Paulo eski belediye başkanı Haddad’ı aday gösterdi. Lula’nın sade yurttaş nezdinde topladığı kişisel sempati ve güvenin başka bir kişiye aktarılması haliyle kolay olmadı. Nitekim Haddad %10’lardan başlayıp yükselen desteğe karşın Bolsonaro’yu yakalayamayıp ikinci sırada kaldı. Akademisyenlikten gelen, yumuşak bir usluba sahip Haddad’ın bir özelliği de ailesinin Antakya kökenli olması. Dedesi Antakya Rum Ortodoks Hıristiyan Kilisesi’nin baş papazıymış, Fransız işgalinde İstiklal Savaşı’na destek vermiş…
Bolsonaro’yu başkanlığın eşiğine getiren dinamikleri tartışmadan önce isterseniz, Brezilya’nın yakın dönem siyasi sürecini bir hatırlayalım.
PT’nin yükselişi ve düşüşü
Askeri diktatörlük döneminin sona ermesiyle birlikte PT sendikaları, sosyal hareketleri de içeren şemsiye sol bir örgüt olarak yükselmeye başladı. Karizmatik başkanı Lula 1989’da başkanlık seçimini kıl payı kaybetmesinden sonra, azimli bir mücadelenin ardından dördüncü girişiminde 2002’de başkanlık koltuğuna oturdu.
Lula burjuvazi nezdinde meşruiyet kazanmak adına neoliberal reçetelere sadık kaldı. Malum sıkı para ve maliye politikalarını uyguladı. Partinin sol kanadını tasfiye ederken, sendika ve sosyal hareketleri de zayıflattı. Ancak diğer yandan “yeni kalkınmacı” diye adlandırılan yoksullara yönelik sosyal programları da ihmal etmedi. Özellikle Bolsa Familia adı verilen aile bazlı şartlı nakit uygulamasıyla milyonlarca kişi yoksulluktan kurtarıldı. Kamu istihdamı beyazların ayrıcalığından çıkarılırken; siyahiler, yerliler, sol kesimden insanlar da devletin çeşitli kademelerinde kendine yer buldu.
Emtia fiyatlarının yüksek seyri, küresel ortamın elverişliliği sayesinde yoğun sermaye girişleri Lula’ya yardım etti. Bu sayede 2004-2010 döneminde ekonomi yüzde 4.4 büyürken, emekten yana politikalar da uygulanabildi. Asgari ücret yüzde 50 arttı, ucuz konut projelerine subvansiyon sağlandı, işsizlik yüzde 5’in altına indirildi.
2010’da Rousseff’in seçilmesinin ardından ekonomik durgunluk başladı. Çin talebinde yavaşlama, düşen emtia fiyatları derken ekonomi irtifa kaybetti. Sermaye kesimini yatıştırmak için ekonominin dümenine Milton Friedman’ın kötü şöhretli Chicago Üniversitesi’nden diplomalı Joaquim Levy geçirildi. Tahmin edebileceği gibi, sosyal harcamalarda kısıntı, kamu varlıklarının özelleştirilmesi, emek piyasalarının esnekleştirilmesi politikaları PT’nin halk nezdindeki popülaritesini düşürdü. Rousseff Aralık 2015’te kemer sıkma politikalarının mimarı Levy’i görevde alınca büyük burjuvazi PT’ye cepheden savaş açtı. Ekonominin yüzde 3.8 daralmasıyla ekonomi ciddi bir krize sürüklendi.
Ardından Araba Yıkama (Lava Jato) adı verilen yolsuzluk soruşturması için düğmeye basıldı. Açıkçası tüm benzer ülkeler gibi Brezilya’da da yolsuzluk yaygındı. PT kadrolarının da yunmuş yıkanmış olduğu söylenemezdi. Ne var ki Dilma Rousseff hiçbir dayanağı bulunmayan bir darbeyle görevden azledildi. Ardından Lula yine kanıtlamayan bir yolsuzluk suçlamasıyla hapishanenin yolunu tuttu. PT’nin tüm hatalarına karşın, ortada temiz toplum arayışından öte bir “sınıf savaşı” olduğu, burjuvazinin saldırıya geçtiği açıktı.
Bolsonaro’nun yükselişi
Burjuvazi açısından da planların tam gerçekleştiği söylenemezdi. Çünkü PT’ye yönelik suçlamalar halkın tüm siyaset sınıfına güvenini erozyona uğrattı. Siyasetçilere, teknokratlara, eğitimlilere tepki arttı, başka ülkelerden de bildiğimiz, Türkiye’de 2002’de tanık olduğumuz gibi “merkez siyaset” çöktü. İşsizliğin yüzde 12.3’te seyretmesi de ülkeyi geçmişte yönetmişlere karşı tepkileri kabarttı. 7 Ekim seçimlerinde merkezin en iddialı adayı Brezilya Sosyal Demokrat Partisi’nden ( PSDB) Alckmin’in oylarının yüzde 4.8’de kalması bu gelişmenin en açık kanıtı…
Bolsonaro işte yaşanan bu sürecin ürünü; bütün gerici, tepkici, sol ve emek karşıtı eğilimleri barındıran berbat bir figür. Kendini “düzen dışı” seçenek olarak pazarlamayı, “kanun ve düzeni sağlama”, “yolsuzlukları önleme” vaadiyle kitlesel destek toplamayı beceriyor. Yüzbaşıyken ordudan atılmış. 9 parti değiştirerek 29 yıldır parlamentoda kalmayı başarmış. Brezilya’da 1961-1985 arasında 24 yıl hüküm süren askeri diktatörlüğün nostaljisiyle yaşıyor. Şili’nin faşist diktatörü Pinochet’i her fırsatta hayırla anıyor. Nisan 2016’da Rousseff’in azledildiği süreçte parlementoda oyunu Brilhante Ustra’nın anısına ithaf etiğini açıkladı. Ustra kim mi? 1970’te o zamanlar radikal devrimci bir örgüt üyesi olan Rousseff’i bizzat 22 gün işkenceden geçiren zalim albay…
Solun Brezilya’daki adayı Haddad renkli kimliği ile de öne çıkıyor.
/BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder